İçindekiler
Giriş
Hubble’ın kâinatın genişlediğine işaret eden yaklaşık on yılda elde ettiği gözlem neticelerini 1929 yılında yayımlamasından sonra, fizikçilerin kâinat hakkındaki görüşleri tamamen değişmeye başlamıştı. Aslında tarihî olarak Hubble gözlemlerini yayımlamadan önce, Einstein’ın 1916 yılında ortaya koyduğu kütle çekimi denklemlerini kullanan Friedmann, kâinatın genişlemesi gerektiğini 1922 yılında yayımladığı bir çalışmayla ortaya koymuştu. Fakat o yıllarda, büyük ölçüde felsefî sebeplerden, kâinatın durağan (static) olması gerektiği düşüncesi oldukça baskındı. Bu yüzden, ilk ortaya koyduğu denklemlerin dinamik bir kâinat öngörmesinden hoşlanmayan Einstein, durağan kâinat modeli elde edebilmek için denklemlerinde küçük bir değişiklik yapmıştı. (Hubble’ın gözlemlerinden sonra Einstein bu değişikliği kariyerinin en büyük hatası olarak tanımlamıştır.) Bu yüzden Hubble’ın gözleme dayalı verileri büyük bir şaşkınlık ve heyecan uyandırmıştı.
Zaman içinde Hubble’ın neticelerini destekleyen başka gözlemlerin yapılmasıyla, genişleyen kâinat düşüncesi karşı konulması güç bir gerçek olarak ortaya çıkmaya başlamıştı. Tabii, kâinat genişliyorsa geçmişte daha küçük olmalıydı ve belki bütün kâinatın küçük bir hacim olarak ortaya çıktığı bir ândan bahsedilebilirdi. Bu bulguları ciddiye alan bir grup fizikçi, kâinatın (yani uzay-zaman ve içindeki bütün maddenin) doğumu ve gelişimi hakkında teorik araştırmalar yapmaya başlamışlardı. Bütün bu gelişmeleri (büyük ihtimal) şaşkınlıkla izleyen ve kâinatın ezelî olması gerektiğini düşünen diğer bir grup fizikçi ise, Hubble’ın gözlemlerini açıklamanın alternatif yolları olabileceğini düşünüp, durağan kâinat düşüncesinde ısrar ediyordu.
Bunlardan biri olan Hoyle, 1949 yılında BBC radyoda katıldığı bir programda, genişleyen kâinat ve dolayısıyla kâinatın başlangıcı fikrini eleştirmek için “büyük patlama” (big-bang) ifadesini kullanmıştı. O programda kinayeli bir üslûpla ifade edilen büyük-patlama tanımlaması zaman içerisinde genişleyen kâinat modelini adlandırmak için kullanılmaya başlanmıştı. Böylece kâinat hakkında kimsenin tahmin dahi edemeyeceği yepyeni bir model ortaya çıkmıştı.
Büyük patlama modelinin önemli öngörülerinden biri olan ve patlama sonrası ortaya çıkması beklenen (bu, yeni ateşlenmiş bir silahtan çıkması beklenen duman şeklinde düşünülebilir) elektro-magnetik radyasyonun (kozmik mikrodalga fon radyasyonu) Penzias ve Wilson tarafından 1964 yılında gözlemlenmesiyle, model hakkındaki tereddütler (neredeyse) tamamen ortadan kalkmıştır. Zaman içinde teknolojinin de gelişmesiyle, büyük-patlama modelini destekleyen farklı birçok gözlem ve hassas ölçüm yapılmıştır. Elde edilen gözlem sonuçlarını açıklayabilecek bugün için başka bir kozmolojik model de bulunmamaktadır. Bu sebeple büyük-patlama modeli fizikçiler arasında genel kabul görmüştür. Bu tarihî bilimsel gelişmelerde hiçbir Müslüman bilim adamının katkısının olmaması acı gerçeğini (şimdilik) bir kenara bırakıp, kâinat hakkında gözlem ve teorilere dayanarak elde edilmiş bazı bilgiler vermeye çalışalım.
Kâinat Hakkında Bildiklerimiz
Galaksiler kâinat içindeki tipik yapılardır. Güneş Sistemi’nin içinde bulunduğu Samanyolu disk tipinde bir galaksidir. Yapılan ölçümler Samanyolu disk yarıçapının 100.000 ışık yılı, kalınlığının ise 100 ışık yılı olduğunu göstermiştir (1 ışık yılı, ışığın 1 yılda katettiği mesafe yaklaşık 10 trilyon km. olarak tanımlanır. Işık hızı maddenin erişebileceği en yüksek hız olarak kabul edilmektedir. Işık saniyede yaklaşık 300.000 km. yol alır.)
Samanyolu galaksisinde güneş gibi yaklaşık 100 milyar yıldız bulunmaktadır. Kütle çekimi dolayısıyla, galaksi merkezlerinde yıldız yoğunluğu daha fazladır (yine kütle çekimi dolayısıyla galaksi merkezlerinde kara-deliklerin var olduğu düşünülmektedir). Gece gökyüzünde gözle görülebilen yıldızlar, Samanyolu içindeki yıldızlardır. (şehirlerden uzak yerlerde, Samanyolunun merkezini parlak bir disk olarak fark etmek mümkündür). Fakat teleskoplar ile daha uzak mesafelere odaklanıldığında, artık başka galaksiler parlak noktasal cisimler olarak gözlenirler (Hubble kâinatın genişlediği sonucuna uzak galaksiler üzerine yaptığı gözlemler sonucunda ulaşmıştı). Galaksilerin bir araya gelmesiyle galaksi kümeleri, ve kümelerin birlikteliğinden ise super-galaksi kümeleri oluşur. Bütün bu baş döndürücü mesafeleri ifade etmek için ışık yılı bile oldukça küçük bir uzaklık birimi olarak kalmaktadır.
Kâinatı tasvir açısından elimizdeki en başarılı teorik model Einstein’ın genel izafiyet teorisidir. Genel izafiyet teorisine göre, uzay-zaman dinamik bir objedir ve eğilip, bükülebilir. Bizim kütle çekimi olarak hissettiğimiz kuvvet ise uzay-zamanın eğriliğinin bir neticesidir. Büyük-patlama modeli, genel izafiyet teorisi içinde tabiî olarak ortaya çıkar. Kâinat hakkında aşağıda bir kısmından bahsedeceğimiz temel bilgiler, genelde gözleme dayalı veriler ile genel izâfiyet teorisi kullanılarak elde edilmektedir.
Büyük-patlama modeline göre, kâinat yaklaşık 13,7 milyar yıl önce çok sıcak ve çok yoğun bir hâlde doğmuştur. Burada kâinat derken uzay-zaman ve içindeki her şeyin kastedildiğini hatırlatmakta fayda vardır. Demek oluyor ki, bizim bildiğimiz zaman ve mekân da büyük patlama ile ortaya çıkmıştır. Bu yüzden, büyük patlama öncesinde ne vardı sorusu, model için mânâsız bir sorudur. Benzer şekilde, günlük hayattan aşina olduğumuz genişleme kavramı bir şeyin başka bir şey içinde ilerlemesini çağrıştırsa da, kâinatın genişlemesini iç ve dış kavramlarına ihtiyaç olmadan, yani kâinatın içinde genişlediği başka bir ortamı düşünmeden, tanımlamak mümkündür.
Büyük-patlama modelinin önemli öngörülerinden biri geçmişte kâinatın termal (ısısal) bir dengede olduğudur. Bu öngörüyü destekleyen gözleme dayalı önemli veriler de bulunmaktadır. Bu sebeple büyük-patlama kelimesi kaotik bir hâdiseyi çağrıştırsa da, kâinatın ortaya çıkışında çok önemli bir denge hâli mevcuttur. Bu denge hâlinin kendiliğinden oluşmasının imkânsızlığı birçok fizikçi tarafından dile getirilmiştir.
Çok sıcak ve çok yoğun bir denge hâlinde doğan kâinat, genişledikçe soğumaya başlamıştır. İlk dönemlerdeki sıcaklık o kadar fazladır ki, maddenin en küçük yapı taşlarından oluşan bir plâzma (çorba) hâli mevcuttur. Sıcaklık azaldıkça plâzmanın yapısı değişir ve farklı kozmolojik evreler ortaya çıkar. Meselâ sıcaklık 1010 dereceye düştüğünde, proton ve nötronlardan atom çekirdekleri oluşmaya başlar. Sıcaklık 3.000 dereceye düştüğünde ise atomlar oluşur. Bu değişik evrelerin varlığını destekleyen birçok gözlem yapılmıştır. Meselâ Penzias ve Wilson tarafından 1964 yılında gözlenen kozmik mikrodalga fon radyasyonu, ilk atomların oluştuğu evreden sonra serbest kalan fotonlardan (yani ışıktan) oluşur.
Büyük-patlama modeli daha birçok önemli detaya sahiptir ve bugüne kadar bu model kullanılarak yapılan hesaplar gözlemlerle uyum içinde olmuştur. Bununla birlikte bilinen fiziğin patlama ânına (sıfır zamanına) yaklaştıkça geçerliliğini yitirdiğini ve yeni teorilere ihtiyaç olduğunu belirtmekte fayda vardır.
Kur’ân-ı Kerîm’de Kâinatın Genişlemesi
Kur’ân-ı Kerîm’de kâinatın genişlemesine açık olarak işaret edilmiştir. Zâriyat Sûresi’nin 47. âyetinde meâlen şöyle buyrulmaktadır:
“Semayı azametle Biz kurduk ve ona durmadan vüs’at veriyor ve genişletiyoruz.”
Âyette kâinatın genişlemesine “mûsiûn” kelimesi ile işaret edilmiştir. Fakat burada asıl enteresan olan kelimenin kullanılış şeklidir. Müfessirlere göre âyette geçen “Ve innâ lemûsiûn” bir isim cümlesidir ve Arapçada isim cümleleri sebat ve süreklilik ifade eder. Dolayısıyla “Ve innâ lemûsiûn” cümlesine “Devamlı ve sürekli olarak durmadan genişletiyoruz.” mânâsı verilebilir. Büyük-patlama modeline göre de kâinat doğduğu ândan itibaren sürekli genişlemektedir. Bu âyetle Kur’ân yol gösterici olarak vazifesini de yerine getirmekte ve “genişletiyoruz” ifadesi ile genişlemenin kendi kendine değil bizzat Allah’ın kudretiyle gerçekleştirildiğini vurgulamaktadır.
Büyük Patlama İle İlgisi Olabilecek Âyetler
Enbiyâ Sûresi 30. âyette meâlen şöyle buyrulmaktadır:
“O kâfirler görmediler mi ki, göklerle yer bitişik idi. Biz onları ayırdık; sonra her canlı varlığı sudan yarattık. Hâlâ inanmayacaklar mı?”
Bazı müfessirlere göre bu âyette geçen “ratk” (bitişik) ve “fetk” (ayırma) kelimeleri büyük-patlama ânına işaret ediyor olabilir. Yukarıda da özetlemeye çalıştığımız gibi büyük-patlama ânında bütün kâinat çok küçük bir hacim hâlinde bir arada bulunmaktaydı ve daha sonra genişleyerek büyümeye başladı. Kâinat genişledikçe, içindekiler birbirlerinden ayrılmaya başladılar. Ayette geçen “ratk” ve “fetk” kelimeleri ile bu hâdiseler zinciri işaret ediliyor olabilir.
Bununla birlikte, bazı müfessirler bu âyetin Güneş Sistemi’nin, Dünya’nın ve atmosferinin oluşumuna işaret ettiğini düşünmüşlerdir. Bunun sebebi âyetin devamında canlı varlıkların yaratılmasından bahsedilmesidir. Bu durumda “ratk” güneş sisteminin birlikte olduğu duruma; “fetk” ise gezegenlerin ve Dünya’nın Güneş’ten kopup atmosferin oluşmasına işaret ediyor olabilir.
Belirtmek gerekir ki Güneş Sistemi gibi sistemlerin galaksiler içinde oluşması da büyük-patlama modeli içinde düşünülmektedir (büyük-patlama modeli sıfır zamanından bugüne kadar bütün evreleri ifade etmek için kullanılır). Dolayısıyla her iki muhtemel açıklamayı da büyük-patlama modeli ile irtibatlandırmak mümkündür.
Büyük-patlama ile ilgili olabileceğini düşündüğümüz başka bir ifade de En’am 14, Yusuf 101, İbrahim 10, Fatır 1, Zümer 46 ve Şura 11. âyetlerde geçen “fâtıri’s semavâti ve’l ard” ifadesidir. Benzer şekilde Enbiya Sûresi 56. âyette de gökler ve yerler ile ilgili “fatarahünne” ifadesi kullanılmıştır.
Genel olarak meallerde “fatara” kelimesi “yaratma” olarak tercüme edilmiştir. Fakat Elmalılı Hamdi Yazır tefsirinde “fatara” kelimesinin “yarmak”, “uzunluğuna yarmak” ve “bir misal sebketmeksizin ilk olarak yaratmak” mânâlarına da geldiğini anlatmıştır. “Fatara” kelimesinin bu mânâlarına bakıldığında, “fâtıri’s semavâti ve’l ard” ifadesinin büyük-patlamaya işaret edebileceği düşünülebilir. Şöyle ki, büyük-patlama bütün kâinatın ortaya çıktığı ilk özel yaratılma ânını anlatmaktadır. Bu sebeple “bir misâl sebketmeksizin ilk olarak yaratmak” mânâsı büyük-patlamanın bu özelliğine işaret ediyor olabilir. Ayrıca “yarma” kelimesi büyük-patlama ânını “patlama” kelimesinden daha iyi ifade etmektedir. Uzay-zamanın ortaya çıkması bir tohumun yarılıp çatlayıp ortaya çıkması ile gayet güzel tasvir edilebilir.
“Fatara” kelimesinin Elmalılı Hamdi Yazır tarafından zikredilen mânâlarından “uzunluğuna yarmak” ifadesi de oldukça dikkat çekicidir. Büyük-patlama ile ilgili önemli yanlış anlamalardan biri, kâinatın bir noktadan doğduğunu düşünüp başka bir boşluk içinde genişlediğini hayal etmektir. Büyük-patlama tek bir noktada meydana gelmemiştir. Bugünkü teorik anlayışımıza göre büyük-patlama ile bütün uzay bir anda ve birden ortaya çıkmıştır (yaratılmıştır). Başka bir ifadeyle büyük patlama her yerde meydana gelmiştir. “Fatara” kelimesinin “uzunluğuna yarmak” mânâsı asıl alınırsa, bunun büyük-patlamanın bir noktada gerçekleşmediğine işaret ediyor olabileceği düşünülebilir.
Sonuç
Yukarıda özetle anlatmaya çalıştığımız hususlar göz önüne alındığında, Kur’ân’da kâinatın yaratılması ile ilgili ayetleri açıkça mu’cizevi olarak nitelemek mümkündür. Tabii, konu başka açılardan da ele alınıp genişletilebilir. Meselâ, Kur’ân-ı Kerîm’de yedi âyette geçen “yedi-sema” kelimesi ile büyük-patlama sonrası meydana gelen değişik evreler (evrelerin tam sayısını belirlemek mümkün olmasa da Arapçada yedi, yetmiş ve yedi yüz sayılarının kesretten kinaye yani çokluğu ifade için kullanıldığını belirtmekte fayda vardır) veya bazı teorilerin öngördüğü ekstra boyutlara (enteresan olarak son yılların en çok çalışılan teorilerinden sicim teorisinde -string theory- yedi ekstra boyutun varlığı öngörülmektedir) işaret ediliyor olabilir.
Son olarak bu çalışmanın sadece amatör bir deneme olduğunu vurgulamak yerinde olacaktır. Asıl yapılması gerekenin ise fizikçiler (özellikle uzmanlık alanı kozmoloji olanlar) ile tefsir ilimlerine vâkıf insanlardan oluşan bir heyetin, konu ile ilgili bütün âyetleri bir bütün hâlinde sistematik olarak ele alması ve hiçbir önyargıya sahip olmadan (Arapça gramer, kelime bilgisi ve tefsir usulü çerçevesinde) analiz edip anlamaya çalışmasıdır. Böyle bir çalışmanın Kur’ân mu’cizesini çok daha iyi ortaya koyacağı aşikârdır.
Kaynak: Prof. Dr. Ali Kaya, Yeni Ümit Dergisi