Kurban bayramından bir önceki gündür (9 Zilhicce). Haccın iki temel rüknünden birisi olan vakfe, kurban bayramından bir gün evvel Arafat meydanda topluca yapıldığından bu güne yevm-i arafe (dilimizde arefe veya ârife günü) denilmiştir. Türkiye’de ramazan bayramından bir gün öncesine de arefe denir. Bunun gibi, mühim bazı günlerden bir önceki güne veya önemli bir olay ya da olayların cereyan ettiği dönemden önceki günlere de arefe denmektedir; fakat bunlar örfî isimlendirmelerdir; özel bir dinî hüviyeti ve kudsiyeti yoktur. Bütün sene içinde affedilenlerden daha çok mü’minin cehennemden âzad olduğu bir gün olması itibariyle de bugün: Müslümanların kurtuluş bayramıdır.
Arafe kelime olarak: tanışmak, öğrenmek, itiraf etmek ve güzel koku manalarına gelir ki, İslam âlimleri bugüne arafe denilmesinin sebeplerini izah ederken bütün bu anlamlara itibar etmişlerdir. “Tanışma” manasına göre: Cennet’ten yeryüzüne indirilen Hz. Adem ile Havva’nın buluştuğu güne arafe günü, buluştukları dağa da Arafat dağı adı verilmiştir. Bir diğer görüşe göre:
Hz. İbrahim, Allah’ın emri üzerine oğlu İsmail ve eşi Hâcer’i Mekke’de bırakıp Şam’a gittikten yıllar sonra onlarla buluşup görüştüğü mekana Arafat, zamana da arafe günü ismi verilmiştir. “Öğrenme” manasına göre: Cebrail, Hz. Adem’e haccın menâsikini bizzat uygulatarak öğretmiş, vakfe yaptıkları gün ona “Artık öğrendin mi?” diye sormuş, Hz. Adem de “Evet, öğrendim.” demiştir. Bunun üzerine oraya Arafat, o güne de arafe günü adı verilmiştir. “İtiraf” manasına göre: Hacılar vakfe yaptıkları günde, Allah’ın rubûbiyetini, celalini, azametini, kimseye ihtiyacı olmamasını; kendilerinin ise zillet ve fakirliklerini, Allah’a son derece muhtaç oluşlarını itiraf ederler. Nitekim Hz. Adem ve Havva da Arafat’ta ilk defa buluştuklarında “Ey Rabbimiz! Biz nefsimize zulmettik. Günahlarımızı bağışla!” (A’râf 7/23) diye itirafta bulunmuşlardı. Bu itirafların yapıldığı o zamana arafe günü, mekana da Arafat dağı adı verilmiştir. “Güzel koku” manasına göre ise: Hacılar, arafe günü Arafat’ta bütün günahlarından tevbe ederler. Böylece günahların manevî pisliğinden temizlenen mü’minler, mânen güzel kokulu hale gelirler ki bu sebeple o güne arafe, o yere de Arafat denilmiştir.
Kur’ân-ı Kerim’de arafe gününden iki yerde bahsedilmektedir.
- 1. “Şâhid ve meşhûd’a kasem ederim ki…” (Bürûc 85/3) âyetindeki şâhid ve meşhûd’tan maksadın ne olduğun dair yapılan tefsirlerden üç tanesi bunlardan birinin her hal ü karda arafe günü olduğunu belirtmektedir: Meşhûd, arafe günü; şâhid de arafe günü Arafat’ta hazır bulunan hacılardır. Arafe gününün “meşhûd” diye adlandırıldığının delili ise, Hak Teala’nın “Gerek yaya, gerek her uzak yoldan gelecek arık develerin üstünde (binitli) olarak sana gelsinler. Böylece kendilerine ait olan menfaatlere şahid olsunlar.” (Hacc 22/27-28) âyetidir. Şâhid, cuma günü; meşhûd da arafe günüdür. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Yevm-i mev’ûd (va’d olunan gün), kıyamet günü; şâhid, cuma günü; ve meşhûd da arafe günüdür. Cuma günü bizim için Allah’ın (hazırlamış olduğu) bir zahîresi (deposu)dur.” Said b. Müseyyeb’in de mürsel olarak, Hz. Peygamber’den şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir: Günlerin efendisi, cuma günüdür; o şâhiddir. Meşhûd ise arafe günüdür. Şâhid, arafe günü; meşhûd da kurban bayramı günüdür. Çünkü bu iki gün, Allah Tealâ’nın büyük saydığı, kıymet verdiği ve hac günlerinin önemlilerinden kıldığı iki gündür. Dolayısıyla bugünler, kendinde bulunan kimselerin, mü’min olduklarına ve İlahî rahmete müstehak olduklarına şehadet eder.”
- Arafe günü Kur’an’da, ikinci olarak “eyyâm-ı ma’dûdât / sayılı günler” ifadesinde zımnen geçmektedir: “O eyyâm-ı ma’dûdât / sayılı günlerde (arafe ve kurban bayramı günleri tekbir getirerek) Allah’ı zikredin.” (Bakara 2/203) yetteki “sayılı günler”, arafe günü sabah namazıyla başlar, bayramın dördüncü günü ikindi namazıyla sona erer (9-13 Zilhicce)
Âyette arafe ve bayram günlerinin en önemli hususiyetlerinden birinin “farz namazların akabinde, kurbanlar kesilirken ve şeytanlar taşlanırken teşrîk tekbirleri getirmek” olduğu vurgulanmıştır. Nebevî tatbikat üzere bugünlerde ister seferî, ister mukim, ister cemaatle, isterse yalnız olarak kılınan beş vakit namazın farzlarını müteakip selam sonrası teşrîk tekbiri getirmek, hacdakilerle beraber bütün yeryüzündeki müslümanlara vaciptir. Bu, arafe günü sabah namazıyla başlar, bayramın dördüncü günü ikindi namazına kadar devam eder.
Teşrîk tekbiri şöyledir: “Allahü Ekber. Allahü Ekber. Lâilâhe illallâhü vellâllü ekber. Allahü ekber ve lillâhilhamd. Allah en büyüktür. Allah en büyüktür. O’ndan başka ilah yoktur. Allah en büyüktür. Allah en büyüktür. Ve bütün hamdler O’na mahsustur.” Namazların farzını müteakip verilen selâmdan sonra unutarak konuşan veya yerinden ayrılan biri teşrîk tekbiri söylemez. Teşrîk günlerinde kazaya kalan bir namaz, teşrîk günlerinde kaza edilirse teşrîk tekbiri getirilir; diğer günlerde ise getirmek gerekmez.
Bediüzzaman’ın arafe ve kurban bayramı günlerindeki teşrîk tekbirleriyle alakalı tahayyül, his ve kanaat çizgisinde belirginleşen bir müşahedesini kaydetmekte yarar var: Arafe ve kurban bayramında bütün insanlığın beşte birisinin teşrîk tekbirleriyle Allahü Ekber demesi; ve koca yer küresi, kendi büyüklüğündeki o Allahü Ekber kutsi kelimesini göklerdeki gezegen ve yıldız arkadaşlarına işittiriyor gibi, milyonlarca hacının Arafat’ta ve kurban bayramında hep bir ağızdan Allahü Ekber demeleri, Rasul-i Ekrem’in 1400 sene evvel âl ve ashabıyla söylediği ve emrettiği Allahü Ekber kelamının bir nevi aks-i sadası olarak İlâhî rubûbiyetin “dünyanın ve bütün âlemlerin rabbi” azamet-i ünvanıyla küllî tecellisine karşı geniş ve küllî kullukla yapılan bir mukabeledir. Bu mukabelenin milyonlarca hacının cemaat halinde aynı duygu ve düşüncelerle çarpan yüreklerinden yükselmiş olması da onu sonsuz şükürlere müsavi hâle getirmektedir ki, M. Fethullah Gülen Hocaefendi bu manaya şu ifadelerle vurgulamıştır: “Ferd hususî meziyet ve fazîletleriyle belli şeylere taliptir ve Allah onları verir; ama cemaate Allah’ın vereceği bazı şeyler vardır ki, onlar ancak cemaat halinde istendiği zaman verilir. Bir istiska duası, bir bayram namazı, bir Arafat’ta toplanma (ibadetlerinde olduğu gibi).”
Kurban bayramı ismiyle bilinen kutlu zaman dilimleri, aslında arafe günüyle başlar, kurbanın dördüncü günü ikindi namazında son bulur (9-13 Zilhicce). Nitekim Rasulullah (sas):
“Arafe günü ve teşrîk günleri (2, 3 ve 4. günleri), hepsi bizim bayramımızdır.”
“Arafe günü, nahr günü (kurbanın 1. gün) ve teşrîk günleri (kurbanın 2, 3 ve 4. günleri) biz müslümanların bayramıdır. Bu günler yeme-içme günleridir.” buyurmuşlardır. Dolayısıyla arafe günü de bayram günleri içine dahildir. Ayrıca kurbanların, bayram namazı kılınmadan geceleyin kesilmesinin tenzihen mekruh oluşu da Arafe gününün hükmen bayrama dahil olduğunu göstermesi bakımından önemlidir. Hadiste teşrîk günleri de bayram olarak nitelenmekle, birinci gün geçtikten sonra bayram bitti havasına kapılmamak ve bayramı doyasıya yaşayabilmek için ayrıca vurgu yapılmıştır.
Arafe gününün fazilet, hürmet, ehemmiyet ve kudsiyetini ve bugünde yapılan duaların makbliyetini bildiren pek çok hadis-i şerif vardır. Bunlardan üç tanesinde şöyle buyrulmaktadır: “Arafe günü vakfe sırasında Cenab-ı Hakk’ın Cehennem’den azad ettiği kulların sayısı diğer günlerde azad ettiklerinden kat kat fazladır. Allah, arafe günü vakfe yapanlara yaklaşır. Sonra onlarla meleklere karşı iftihar ederek “Bunlar ne istiyorlar ki bütün işlerini bırakıp burada toplandılar?” der.
Arafe gününde bütün sene içinde affedilenlerin toplamından daha çok mü’minin bağışlanarak cehennemden âzad edildiğini ve bu günün bayram olduğunu bildiren mezkur hadisler yan yana getirildiğinde şu terkibe ulaşılır: Arafe günü, Müslümanların mağfiret bayramıdır; cehennemden kurtuluş bayramıdır.
İlâhî merhametin galeyana geldiği böyle bir zaman diliminde içli yakarışlarla, samimi ve nasûhî tevbe istiğfarlarla Allah’a inâbede bulunulmalıdır. Başka iki hadiste ise şöyle buyrulmuştur: “Kim arafe günü dilini, kulağını ve gözünü haramdan korursa, iki arafe arasındaki küçük günahları bağışlanır.” “Günlerin en efdali arafe günüdür. (Faziletçe) cumaya denktir. O, cuma günü dışında yapılan (yani hacc-ı ekber dışındaki) yetmiş haccdan efdaldir. Duaların en efdali de arafe günü yapılan duadır. Benim ve benden önceki peygamberlerin söylediği en efdal söz de: “Lâilâhe illallâhü vahdehû lâ şerike lehu. (Allah birdir, Ondan başka ilah yoktur, O’nun ortağı da yoktur) sözüdür.”
Aliyyü’l-Kâri’: “Hadiste, arafe gününün en efdal veya cumaya müsavi gün olduğuna dair bir işaret vardır.” demiştir. Alimlerin çoğunluk kabulüne göre: “Allah katında günlerin en şereflisi ve en kıymetlisi cuma günüdür.” hadisi, haftanın en hayırlı gününü tespit eder. Arafe ve kurban günleri ise yılın en faziletli günleridir. Yine arafesi cumaya tevafuk eden haccın fazladan kutsiyet kazanıp hacc-ı ekber haline gelmesi gibi, hacc-ı ekberin arafe günleri de diğer hacların arafe günlerinden daha kutsidir.
Kur’an-ı Kerim’de Arafat dağı ismen geçmektedir:
“Arafat’ta vakfeden ayrılıp sel gibi (Müzdelife’ye doğru) akın ettiğinizde, Meş’ar-i Haram’da (teşrîk tekbirleri, tehliller ve telbiyeler getirerek) Allah’ı zikredin.” (Bakara 2/198)
Birçok hadis-i şerifte zikredilen Arafat dağı, Mişail namiyle bilinen Mihail Peygamber’in kitabının 4. babında da yer almış ve ahirzamanda bir ümmet-i merhumenin toplu (hac) ibadet için bu mübarek Arafat dağını seçecekleri haber verilmiştir. Nitekim bu dağın eteklerinde hac ibadetinin iki rüknünden birisi olan vakfe ibadeti ise Ümmet-i Muhammed’e nasip olmuştur. Haccın derûnî seyahatinin anlatıldığı bir makalede Arafat’ın ve arafe gününün mavera buuduna dair enfes yorumlar yapılmıştır:
“Arafat’ın öyle bir nûrânîliği ve orada yaşanan zamanın öyle bir derinliği vardır ki, o hazîrede bir kere bulunma bahtiyarlığına ermiş bir ruh, gayri hiçbir zaman bütün bütün mahvolmaz ve kat’iyen dünyevîler gibi ölmez… Arafat’ta, sabahlar da gurublar da hep derinlik soluklar ve ihtimal ki, en yüksek şâirlerin bile terennüm edemeyeceği nüktelerini kalplerimize boşaltır ve bize varlığımızın gayeleri adına neler ve neler fısıldarlar. Bence, ruhun uhrevîleşip incelmesi için insan hiç olmazsa ömründe bir kere Arafatlaşmalı, Arafat’ı yaşamalı ve Arafat’ın tulu’ ve gurubunu oksijen gibi ciğerlerine çekmelidir. Arafat’ta insan, duânın, yakarışın, iç çekiş ve iç döküşün en ürperticilerine şâhit olur. Hele ikindi sonrasına doğru, biraz da buruksu veda havasıyla eda edilen duâlar, daha bir derinlikle tüllenir; sesler, soluklar, göklerötesi meleklerin çığlıklarını hatırlatan bir enginlik ve duruluğa ulaşır… Arafat, insanların bütün bir gün, melek mevkibleri arasında dolaşıp durduğu, otururken-kalkarken sürekli semâvîlik solukladığı, Hakk rahmetinin sağnak sağnak gönüllerimize boşaldığı ve hadiselerin hep ümit televvünlü cereyan ettiği bir rahmet yamacı ve hesap endişeli bir Arasat meydanıdır.”
Vakfe, arafe günü zeval vaktinden kurban bayramının birinci günü fecrin doğuşuna kadar olan süre içinde yapılır. O gün vakfenin dışında yapılması gereken önemli başka hususlar da vardır. Hacıların terviye günü [arafeden bir önceki gün: (8 Zilhicce) Mekke’den Mina’ya gidip orada geceledikten sonra arafe günü sabah namazını Mina’da kılarak güneşin doğuşunu takiben Arafat’a çıkmaları, zeval vaktinden sonra orada gusletmeleri, öğle ve ikindi namazlarını öğle vakti cem ederek kılmaları, zamanlarını tekbir, tehlil, telbiye, salat ü selam ve dua ile geçirmeleri ve arafe akşamı güneşin batmasıyla birlikte Müzdelife’ye doğru yola çıkmaları sünnettir. Hz. Peygamber’den arafe günü oruç tutmanın faziletine dair hadis rivâyet edildiği gibi, Arafat’ta oruç tutmanın yasaklandığına ve kendisinin orada oruç tutmadığına dair hadisler de vardır. Buna göre, hacıların zayıf düşerek asıl görevlerini aksatmalarına yol açacağı için terviye ve arafe günleri oruç tutmaları mekruh, hacca gitmeyenlerin aynı gün oruç tutması ise müstehap kabul edilmiştir. Arafe gününde Arafat’ta bulunmayanlara Peygamber Efendimiz: “Allah’ın, arafe günü oruç tutan kişinin bu oruç sebebiyle, (yaşadığı andan) önceki ve sonraki yıl olmak üzere iki senelik günahlarını bağışlayacağını ümit ediyorum.” müjdesini vermişlerdir.
Diğer taraftan, arafe ve daha sonra dört gün içinde umre yapmak, diğer hac vazifelerini aksatabileceği için tahrimen mekruhtur. Arafe günü, Arafat’taki hacıları taklit maksadıyla halkın Mescid-i Nebi’de veya başka herhangi bir mescid ya da yerde toplanması dinî bir esasa dayanmaz; bazı âlimler bunu mekruh görmüşler, bazıları da bid’attır demişlerdir. Ancak nasıl ki hacdakilerin teşrîk tekbirlerine başlamasıyla diğer bütün mü’minler de başlıyorlar, onlarla aynı günde bayram edip kurbanlarını kesiyorlar.. öyle de, arafe gününün şuurunda olarak kalben niyeti halis tutup vakfe saatlerine denk gelen vakitlerde (hatta gün boyu) şahsen veya cemaaten bunu gelenek hale getirmeksizin topluca tevbe ve istiğfar edip dua ve niyazlarda bulunmakta bir beis olmadığı gibi, aksine “haccın yümün ve bereketinin toplandığı bugünde” sıdk-ı ihlâsla istenildiği takdirde Arafat’takilere lutfedilen İlahî mağfiret ve nimetlerden nasibdâr olmak kuvvetle muhtemeldir. Nitekim Asr-ı saadette bir sahabi, Peygamberimiz’e gelerek:
“Ramazan’ın dışında ne zaman oruç tutmamı tavsiye edersiniz?” diye sormuştu. Efendimiz (sas): “Muharrem ayında oruç tut. Zira Muharrem ayı, Allah’ın ayıdır. O ayda öyle bir gün vardır ki, Allah o günde bir kavmin tevbesini kabul etmiştir. O günde başka bir kavmi de affedebilir.” buyurmuşlardır. Aynı Rahmet tecellisinin arafe gününde, hacda bulunmayan Müslümanlar hakkında gerçekleşmesi de dinen ve aklen mümkündür; Merhameti Sonsuz’dan aynı ikramı bu şekilde ummakta bir beis gözükmemektedir.
İhlâs sûresini yüzer defa tekrar ile okumak, mübarek arafe gününde yapılması müstahsen olan bir âdet-i İslâmiyedir. Bazı yörelerde bin ihlâs-ı şerif okunması gelenek olmuştur. Beş yüz arafe’de, beşyüz de ondan önceki günde olmak üzere ikiye taksimle de bu okunabilir. Böyle bir okuyuşun bereketiyle kalbte bir takım hakikatlerin açıldığını ve çoğu manevî duyguların bundan gıdasını aldığını bazı İslâm ulemasının tecrübeleri göstermektedir.
Peygamberimiz’in bayram ilan ettiği arafe gününü yalnızca, bir gün sonra başlayan kurban bayramı günlerine (eyyâm-ı nahr) hazırlık günü olarak değil, Alvarlı Efe Hazretleri’nin “Mevlâ bizi afvede; Bayram o bayram olur / Cürm ü hatalar gide; Bayram o bayram olur.” mısraları içinde belki Arafat’ta İlâhî mağfiret ve rahmete erişen hacılarla birlikte aynı mazhariyete nail olan talihli mü’minlerin günahlardan arınma ve azaptan kurtulma günü olması hasebiyle kendi müstakilliği içinde bir bayram olarak tes’îd etmek, isabetli bir tercih ve bereketli bir amel olsa gerektir.
Kaynak: Yeni Ümit Dergisi, 50. sayı, Yunus Gülendam