Namazla, gece-gündüz sırlı bir taksime tâbi tutulur. Hayat, ibadet eksenli bir zaman anlayışına göre tanzim edilir ve bu sayede davranışlarımızın, Hakk murâkabesi altında hüsn-ü cereyanı sağlanır.
“Onlar namazlarını vaktinde eda edip zayi etmekten korurlar.” (Mü’minûn Sûresi, 23/9)
Zaman, şu geçici dünya hayatında Allah’ın insanlara ihsan ettiği en mühim sermayedir. Bu sermaye ile dünya hayatına ait imtihanın kazanılması yahut kaybedilmesi söz konusudur. Zamanı ve ömür sermayesini değerlendirmek en hayatî mesele olduğuna göre, ibadetlerin baş esası olan namazların vaktinde eda edilmesi de o derece önemlidir. Zîrâ hadîs-i şerîfte haber verildiği üzere, salih amellerden ilk hesaba çekilecek ibadet, namazdır. (Tirmizî, Salât 306)
Bu makalede namazın vaktinde eda edilmesinin önemi ve değeri üzerinde duracağız.
Namaz- Zaman Münasebeti
Namaz, pek çok âyette zekâtla beraber zikredilmekte; hakkıyla kılınması (ikâme edilmesi) emredilmektedir. Temel hadîs kaynaklarının yanı sıra fıkıh ve ilmihal kitaplarının en geniş bölümleri, namaz (salât) ile ilgili konulardır. Bu en mühim ibadetin hakkıyla ve kıvamında eda edilmesinin temel şartlarından birisi de vaktine riâyettir.
“Şüphesiz ki namaz, günün belli vakitlerinde mü’minler üzerine farz kılınmıştır” (Nisâ, 4/103) melindeki âyet-i kerîmede buyrulduğu üzere; namaz, zaman ile kayıt altına alınmış; vaktinde kılınması temel şarta bağlanmıştır.
Hadîslerde ise bunun beş vakte tahsis edildiği haber verilmiştir. Abdullah b. Abbâs (r.a.) tarafından nakledilen rivayetlere göre; Mekke’de namazın henüz farz kılındığı dönemde Cebrâil (a.s.), Peygamber Efendimiz’e (sallallahu aleyhi ve sellem) gelerek vakitlerin başlangıcını ve bitişini tarif etmiştir. Akabinde ise mezkûr vakitler dâhilinde eda edilmesi gerektiğini haber vermiştir. (Tirmizî, Salât 1; Ebu Dâvud, Salât 2; Nesâî, Mevâkît 10).
Cebrâil’in (a.s.) bildirdiği şekliyle namaz vakitlerini ashabına öğreten Resul-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem), hayat-ı seniyyelerinde de buna azami itina göstermiş ve hayata tatbik etmiştir. Böylece farz namazların günlük beş vakte tahsisi gerçekleşmiştir. (Buharî, Mevâkît 11; Müslim, Mesâcid 237)
Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), namazlarını mümkün mertebe ilk vakitlerinde kılmaya özen göstermiştir. Nitekim Hz. Âişe (r.anha) bunu veciz bir ifadeyle şöyle dile getirmiştir:
“Resûlullah (s.a.s.) vefat edinceye kadar hiçbir namazı son vaktine tehir etmeyi iki defa tekrarlamadı.” (Tirmizî, Salât 127)
Zamanı Namaz ile Taçlandırmak
Namaz; dinin direğidir; İslâm’ın beş şartından biridir. Fânî dünyada, sınırlı ömürde, maziye doğru akıp giden zaman dilimleri içinde, birbirini takip eden vakitler zincirinde günlük beş vakit namazın sorumluluğunu idrak etmek ve onu hakkıyla ikâme etmek, kulluğun en önemli rüknüdür. Zamanın altın dilimi, vaktinde eda edilen namazla taçlandırılmış olur. Bu sayede fânî ömür, baki meyveler verir. Zahmetler de rahmetlere dönüşür.
Abdullah b. Mes’ûd (r.a.), Nebiler Serveri Efendimiz’e (sallallahu aleyhi ve sellem); “Allah’ın (celle celâluhu) en hoşnut olduğu amel hangisidir?” diye sorduğunda, Efendimiz: “Vaktinde kılınan namazdır.” buyurmuşlardır. (Müslim, İman 137)
Ebu Hureyre (r.a.), Resûl-i Ekrem’in (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:
“Eğer insanlar, ezan okumanın ve namazda birinci safta bulunmanın faziletini bilselerdi, (çok sayıda talep olur) aralarında kura çekmek zorunda kalırlardı. Şayet cemaate erken yetişmenin faziletini bilselerdi, birbirleriyle yarışa girişirlerdi. Eğer yatsı ve sabah namazındaki sevabı bilselerdi, emekleyerek (sürünerek) bile olsa bu iki namaza gelirlerdi.” (Buharî, Ezan 9; Müslim, Salât 129)
Vakitlerin korunmasında en çok hassasiyet gerektiren husus, sabah namazıdır. Zîrâ sabah namazı, belli zaman diliminde uykudan uyanıp kalkmayı ve vakti dâhilinde eda etmeyi gerektirmektedir. İnsan için en zorlu imtihanlardan birisi de uykuyu yenebilmek ve kalkıp ibadete kendini verebilmektir. Sıcak yatağı terk edip abdest alabilmek ve Rabbin huzurunda el pençe divan durabilmektir. Sabah vaktindeki bütün bu zorluk, meşakkat ve zahmet nispetinde ecir ve mükâfat da büyük olacaktır. Nitekim bir hadîste şöyle buyrulmuştur:
“Sabah namazının iki rekât sünneti, dünya ve içindekilerin tamamından daha hayırlıdır.” (Nesaî, Kıyamu’l-Leyl 56)
Yatsı vaktinde ise günün yorgunluğu, uykunun mahmurluğu ve nefsi ibadete vermenin zorluğu bulunmaktadır. Bu itibarla hadîslerde bir taraftan sabah ve yatsı namazına teşvik; diğer taraftan ihmal etmekten ve gevşeklik göstermekten sakındırma vardır. Konuyla ilgili bir hadîs şöyledir:
“Münafıklara en ağır gelen namaz, yatsı ve sabah namazıdır. Eğer onlar bu iki namazdaki hayrın ne olduğunu bilselerdi, emekleyerek de olsa onları kılmaya gelirlerdi. Nefsim kudret elinde olan Allah’a kasem olsun ki, ezan okutup namaza başlamayı, sonra halka namaz kıldırması için yerime birini bırakmayı, sonra da beraberlerinde odun desteleri olan bir grup gençle çıkıp namaza gelmeyenlerin evlerini üzerlerine yakmayı düşündüm.” (Buharî, Ezân 29; Müslim, Mesâcid 252)
Hz. Osman (r.a.) ise şu hadisi nakleder:
“Kim, yatsı namazını cemaatle kılarsa gecenin yarısını ihya etmiş gibidir. Sabah namazını da cemaatle kılarsa, gecenin tamamını (nafile ibadetle) ihya etmiş gibidir.” (Müslim, Mesâcid 260)
Sabah ve ikindi namazlarını vaktinde eda edenler için şu müjde vardır:
“Güneş doğmadan ve batmadan önceki namazları itina ile kılan kişi, Cehennem’e girmeyecektir.” (Müslim, Mesâcid 213).
Cerîr b. Abdullah el-Becelî (r.a.) demiştir ki: Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) yanında idik. Dolunaya baktı ve bize şöyle buyurdu:
“Siz, şu dolunayı güçlük çekmeden ve izdiham yapmadan gördüğünüz gibi, şüphesiz Rabbinizi de açıkça göreceksiniz. O hâlde güneş doğmadan ve batmadan önceki namazları kaçırmamak elinizden geliyorsa, kesinlikle kaçırmayıp kılınız!” (Buharî, Mevâkît 16; Müslim, Mesâcid 211)
Tâbiinden Alâ b. Abdurrahman şu vakayı nakleder: Öğle namazından çıkınca Basra’daki evinde Enes b. Mâlik’i ziyaret etmiştik. Zaten evi mescidin bitişiğindeydi. Bana “İkindiyi kıldınız mı?” diye sordu. Ben, hayır, dedim. “İkindiyi kılın!” dedi. Kalkıp kıldık. Namazı tamamlayınca Enes (r.a.) bize hitaben şöyle dedi: Ben, Resûlullah’tan (sallallahu aleyhi ve sellem) şunu işittim: “Bu (ikindiyi geç kılmak) münafıkların namazıdır; zira o, oturur, oturur da şeytanın iki boynuzu arasına girinceye kadar güneşi bekler, sonra kalkıp dört rekât gagalar. Namazda Allah’ı pek az zikreder (namazı geçiştirir gibi kılar).” (Müslim, Mesâcid 195).
Peygamber Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) en güzel kıvamda tebliğ, temsil ve tatbik ettiği İslâm dini, aynı zamanda kolaylık dinidir. Onun getirdiği din, insanların gereksiz yere zorlanmalarına veya tekellüfe düşmelerine müsaade etmez. Dolayısıyla dinî mükellefiyetler, insanların güç yetirebileceği nispettedir. Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem), tercih edilmesi gereken iki şey arasında eğer bir beis yoksa kolay ve rahat yapılabilir olanı alır ve ashabına da onu tavsiye ederdi. Bu konuda Enes b. Mâlik (r.a.), Resulullah Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) hava sıcaksa öğleyi serinleyince, hava mutedil ise ilk vaktinde kıldığını rivayet eder. (Nesaî, Mevâkît 4) Nitekim kolaylık olması bakımından sünnette/hadîste yer alan tavsiyelerden birisi de, akşam namazıyla yemeğin aynı zamana rast gelmesi durumunda yemeğe öncelik verilmesidir. Oruçlu için de bu tavsiye vardır. Nitekim hadîste şöyle buyrulur: “Akşam yemeği hazırlanmış ise, yemeğe namazdan önce başlayın. Yemeğinizi aceleye de getirmeyin.” (Buharî, Et’ime 58, Ezan 42; Müslim, Mesâcid 64) Bununla birlikte eğer vakit dara girecekse akşam namazına öncelik verilir. Nitekim hadîste şu uyarı vardır: “Yemek veya bir başka şey için namazınızı tehir etmeyin!” (Ebu Davud, Et’ime 10)
Namazı Geciktirmek, Onu Zayi Etmektir
Hikmetli bir sözde “Sonraya erteleyenler helâk oldu” denilmektedir (Gazalî, İhyâ, 4/58). Kişi, nefsiyle baş başa kaldığında, nefsanî ve Şeytanî duygular/dürtüler onu meşgul eder ve çok defa o kimseye namazı sonraya bırakmayı telkin eder. Sonraya bırakmasıyla ilk etapta vaktini sonraki etapta ise namazı zayi eder. Öyle ki, bir vakit namaz kaçınca diğer vakitte namaz kılmak artık zor gelmeye başlar. Sonraya bıraktıkça namazdan soğur. Ötelemeye devam ettikçe iyice ibadetten uzaklaşır. Nihayetinde günler, haftalar, aylar ve hatta seneler geçer de bir türlü namaza kendini veremez.
İşte böyle bir handikaptan korunmanın çaresi, namazı sonraya tehir etmemektir. Eğer arada bir vakit unutulduysa, hatırlandığı esnada hemen kılmanın yoluna bakılmalıdır. Nitekim hadîste şöyle buyrulur: “Kim bir namazı unutacak olursa hatırlayınca derhal kılsın. Unutulan namazın bundan başka keffareti yoktur.” (Buharî, Mevâkît 37; Müslim, Mesâcid 314).
Kur’ân-ı Kerîm’de “Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki, onlar namazlarından gaflet ederler.” (Mâûn, 107/4-5) buyrulmaktadır. Kimi müfessirlere göre “namazlarından gaflet ederler” ifadesinin anlamı; namazın bizzat kendisinin yahut vakitlerinin ya da erkânının zayi edilmesidir. Bu da ister ilk vaktinde kılmayıp ekseriyetle sonraya tehir etmeyi âdet hâline getirmek olsun, ister emredildiği şekliyle rükünlerine ve şartlarına riâyet etmemek şeklinde olsun, isterse huşû ve hudûyu terk etme şeklinde olsun sakınılması gereken hususlardandır. (Tefsîru İbn Kesîr, Mâûn Suresinin Tefsiri)
Namazı Vaktinde Eda Etmeyi Kolaylaştıracak Bazı Tavsiyeler
Namaz, müminlere günde beş vakit emredilen en mühim ibadet olduğuna göre; güneşin doğup battığı her gün ve gecede vakte riâyet etmek de o derece önemlidir. Bu hususta aşağıdaki prensiplerin bazı pratik faydaları olacağı kanaatindeyiz:
- İmkân elverdiği nispette namazların ilk vakitlerini gözeterek eda etmeyi prensip hâline getirmek, namaz vakitlerini koruma adına önemlidir. Zîrâ namazı ilk vaktinde eda etmenin insana kazandıracağı nice pratik faydalar vardır. Hadîslerde de namazların ilk vaktinde kılınması teşvik edilmektedir. Bu konudaki rivayetlerden birisini hanım sahabîlerden Ümmü Ferve (r.anha) şöyle nakleder: Resûlullah Efendimiz’e (sallallahu aleyhi ve sellem) “Hangi amel daha efdaldir?” diye sorulduğunda “İlk vaktinde kılınan namaz!” buyurmuştur. (Tirmizî, Salât 127) Her ne kadar namazın ilk ve son vakitleri arasındaki bir zaman diliminde eda edilmesi şart ise de ilk vaktinde efdaliyet, son vaktinde kerahet söz konusudur. Abdullah b. Ömer (r.a.) tarafından nakledilen hadîste de şöyle buyrulur: “Namazın ilk vaktinde Allah’ın rızası vardır. Son vaktinde ise affı vardır.” (Tirmizî, Salât 127)
- Namazı mescit yahut cami gibi mâbedlerle kılmak, vaktinde eda etmeyi kolaylaştırır. Dinimizde mescit ve cami gibi namazgâhların önemli fonksiyonları vardır. Bunlardan birisi de namazların düzenli olarak vaktinde ve cemaatle kılınmasını temin etmektir. Hadîste de buyrulduğu üzere, “Allah’ın evi hükmündeki namazgâhlara gitmek üzere atılan her bir adım, sahibine ecir ve sevap kazındırır, derecesini yükseltir ve günahını affettirir.” (Müslim, Mesâcid 282)
- Cemaatle kılmaya itina göstermek, hem namaza devamı hem de vaktinde eda etmeyi kolaylaştırır. Namazı cami veya mescitlerde kılma imkânı bulamayan kimseler, evinde yahut başka bir mekânda cemaat oluşturabilecek fertlerle bunu gerçekleştirebilirler. Cemaatle kılınan namaz, hem makbul olması yönünden hem de sevabının kat kat arttırılması bakımından efdaldir. Hadîslerde de cemaatle kılınan namazın münferit kılınan namazdan yirmi beş yahut yirmi yedi derece daha faziletli olduğu bildirilmiştir. (Buharî, Ezan 30; Müslim, Mesâcid 249) Şu husus da bilinmelidir ki, vakit namazında sadece iki kişi bulunsa ve biri diğerine imam olsa yine cemaat şartı yerine gelmiş olur. Tabii ki cemaate iştirak eden fertler ne kadar çok olursa fazileti de o derece artar.
- Namazları vaktinde kılabilmenin pratik yollarından birisi de abdestli olmaya özen göstermektir. Abdesti bozuldukça yenilemeyi mutat hâle getiren kişi, namazlarını fevt etmeden düzenli olarak vaktinde eda eder. Aynı zamanda o, abdestli bulunduğu zaman zarfında ibadet yapıyor gibi ecir ve sevaba, Allah’ın rahmet ve mağfiretine, meleklerin duasına mazhar olur. Ebu Hureyre (r.a.) bu hususu Efendimiz’den (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle nakleder: “Kişi, namaz kıldığı namazgâhta abdestini bozmadan kaldığı müddetçe melekler ona: “Allahım, ona rahmetinle muamele et, ona merhamet et!” diyerek dua etmeye devam ederler. O kişi namazı beklediği süre zarfında namazda imiş gibidir.” (Buharî, Ezan 30; Müslim, Mesâcid 272)
- Namazları vaktinde kılmanın bir başka pratik yolu, iyi bir zaman tanzimi yapabilmektir. Gün ve geceye ait zaman dilimlerini, vakitleri, günlük meşguliyetleri, çalışma ve uyku düzenini rayına oturtan kimse, namaz vakitlerinde zorlanmaz. Eğer kişi, kendisine verilen ömür sermayesini en güzel kıvamda değerlendirmek istiyor; dünya ve Âhiret hesabına yümünlü ve bereketli hale getirmeyi arzu ediyor ise hazinelerden daha kıymetli olan zamanın altın dilimini en güzel kıvamda tanzim etmelidir. Bunu yaparken de özellikle namaz vakitlerini gözeterek gün ve gecesini o istikamette ayarlamalıdır. Bu sayede her şeyin üzerinde değer ve kıymet ifade eden Allah’ın rızasına mazhar olmak mümkündür.
- Bir namazı kıldıktan sonra diğerini eda etmek üzere vaktin girmesini beklemek; hem ibadet hükmüne geçer hem de namazın edasını kolaylaştırır. Nitekim bir hadîste şöyle buyrulur: “Allah’ın hataları silip temizlemesine ve dereceleri yükseltmesine vesile olan şeyi size söyleyeyim mi? Meşakkatli de olsa abdesti güzelce almak, mescitlere çokça gidip gelmek ve bir namazı kıldıktan sonra diğer namazı beklemektir. İşte sizin ribâtınız (Allah’a yakınlık ve irtibat sağlayan sâlih amelleriniz) bunlardır, işte sizin ribâtınız bunlardır.” (Müslim, Tahâre 41)
- Namaz vaktini erteleme, öteleme, sonraki dakika veya saatlere bırakma gibi niyet ve davranışların alışkanlık hâline getirilmesinden sakınılmalıdır. Bunun için iradenin hakkı verilmeli, terk edilmesi gereken alışkanlık ve huylardan vazgeçilmelidir. Namaz, vakti girdiği için kılınmalı, vakti çıkıyor diye son anlarda yetiştirme aceleciliğine bırakılmamalıdır. Zira namazı geciktirip son vaktine bırakmak, insana zaman kazandırmaz. Dolayısıyla kişi, öyle de olsa böyle de olsa ben namaz için zaman ayıracağım diye düşünmeli, mümkün mertebe ilk fırsatta kılmayı mutat hale getirmelidir. Bu sayede vakitler zayi edilmemiş olur.
Netice
İnsan ömrü sınırlıdır; günleri ve geceleri sayılıdır. Bu sınırlı ömürde, sayılı gün ve gecelerde en önemli esas, kulluk mükellefiyetinin yerine getirilmesidir. Kulluk yolunda iman esaslarından sonra sâlih ameller içinde ilk sırayı namaz alır. Namazın kıvamı da ta’dil-i erkân üzere vaktinde eda edilmesine bağlıdır.
Namazları ilk vakitlerinde eda etmede hassasiyet göstermek, son vaktine kadar geciktirmemek, bu arada aceleye de getirmemek, namaza verilen önem ve değerin bir ifadesidir. Bu ise şeâir-i dîniyye’ye saygının, dolayısıyla takvanın bir gereğidir.
Özellikle sabah vaktine itina gösterilmesi, son dakika namazına dönüştürülmemesi önem arz etmektedir. Hadîste bildirildiği üzere, sabah ve yatsı namazını vaktinde eda etmek, nifaktan uzak olmanın bir gereğidir.
İslâm tarihinde nice namaz kahramanlarından bahsedilmiştir ki, onlardan tek vakit bile zayi etmeden cemaatle eda edenlerin yanı sıra imamın iftitâh tekbirini dahi kaçırmayanlar vardır. Günümüzde bunu gerçekleştirmenin imkânsız olduğundan yakınan yahut hayıflanan kimseler, hiç olmazsa hadîsteki şu fazilete erişmenin yoluna bakmalıdır: “Kim kırk gün, iftitâh tekbirini kaçırmadan cemaatle namaz kılarsa, kendisine iki beraet yazılır; ateşten beraet, nifaktan beraet.” (Tirmizî, Salât 178).
Pek çok şeyde olduğu gibi, ibadetlerin iyi bir kıvamda eda edilmesinde şüphesiz niyet ve iradenin rolü büyüktür. Fertler, niyet ve iradelerinin hakkını vererek iyi bir zaman tanzimi yapmalıdır. Dünyevî işlerin çokluğu yahut yoğunluğu, namazın ve vakitlerinin zayi edilmesine katiyen sebep olmamalıdır. Bilakis dünyevî ve uhrevî işler, namaz vakitlerine göre ayarlanmalıdır. Dinin direği, ibadetlerin pîri olan namaz, vakitlerine ve rükünlerine itinâ gösterilerek ciddiyet, samimiyet ve ta’dîl-i erkân üzere îfa edilmelidir.
Hitâm-ı misk olarak son bir hadîsle bu meseleyi tamamlayalım. Hz. Ali (r.a.) demiştir ki:
Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bana şu tembihte bulundu: “Ey Ali! Üç şey var ki, sakın onları geciktirme! Vakti girdiğinde namazı, hazır olduğunda cenazeyi, kendisine denk birini bulduğunda bekâr kadını evlendirmeyi geciktirme!” (Tirmizî, Salât 127)