İçindekiler
Teravih; tervîhanın çoğuludur. Terviha, sözlükte; oturma, dinlenme, ara, mola, teneffüs gibi mânâlara gelen bir mastardır. Dinî terim olarak tervîha, ramazan gecelerinde, dört rekât namaz kılındıktan sonra, bir o kadar namaz kılacak miktar oturup dinlenmeye denir. Sonra mecazî olarak her dört rekâta da tervîha adı verilmiştir. Dolayısıyla terâvîh; tervîhalardan oluşan namaz, tervihalı/dinlenmeli/ molalı namaz demektir.
Arapça kaynaklarda daha çok “kıyâmu ramazan (ramazan namazı), kıyamu’l-leyli fî ramazan (ramazan gecesi namazı)” şeklinde geçen teravih namazına bu ismin ne zaman verildiği kesin olarak belli değilse de, namazın kılınışına dayanarak verilen bir isim olduğu düşünülürse, bunun çok erken dönemlerde verilmiş olması kuvvetle muhtemeldir.
Hükmü ve fazileti
Teravih namazı ramazan gecelerinde, yatsı namazından sonra, vitir namazından önce kılınan bir namazdır. Erkek-kadın bütün inananlar için sünnet-i müekkededir. Nevevî: “Ulemanın icmaiyle sünnettir.” demektedir.
Çünkü Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) bu namazı kılmış, kılmaya devam etmiş ve insanları da bunu kılmaya teşvik etmiştir. Sahabe, tâbiin ve onlardan sonra gelen bütün müminler de bu namazı kılmayı günümüze kadar sürdürmüşlerdir. İslâm tarihi boyunca teravih namazının edası/ kılınması ve varlığı hakkında kayda değer bir tartışma da olmamıştır.
Nitekim İmam Azam Hazretleri Fıkh-ı Ekber’inde teravih namazının sünnet olduğunu vurgulamıştır.[1]Ebû Hanife, Fıkhu’l-ekber, c.1, s.45. Rafızîler ise, teravih namazını inkâr etmişlerdir.
İslâm âlimleri arasında teravih namazıyla alâkalı ihtilâflar, bu namazın varlığıyla ilgili olmayıp, daha çok rekât sayısı ve cemaatle kılınıp kılınmaması hakkında olmuştur.
Çünkü teravih namazı, sahur gibi, ramazan ayının şiarlarından (ayırıcı işaretlerinden, alametlerinden) birisidir. Sahursuz, ramazan düşünülemediği gibi teravihsiz bir ramazan da düşünülemez. Teravih namazının bütün Müslümanların gönüllerinde çok ayrı ve önemli bir yeri vardır. Bu namaz, Âlemlerin Rabbi’nin katında da değeri olduğuna gönülden inanılan bir ibadettir. Yaşlısı–genci, kadını-erkeği, büyüğü-küçüğü ile bütün Müslümanların gönlünde yer etmiş olması ve benimsenmesi de bunun en açık delilidir.
Buhâri ve diğer hadîsçilerin rivâyet ettikleri bir sahîh hadîste, Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem):
مَنْ قَامَ رَمَضانَ إيمَانًا وَاحْتِسَابًا غُفِرَ لَهُ مَا تَقَدَّمَ مِنْ ذَنْبِهِ
buyurmuştur.(Buharî, Salâtu’t-terâvih, 1) İslâm âlimlerinin çoğu bu hadîsi:
“Kim inanarak ve sevabını da Allah’tan bekleyerek ramazan gecelerini -namaz, Kur’ân okuma ve zikirle- ihya ederse, yani teravih namazını kılarsa onun – büyük günahlardan olmamak kaydıyla[2]Çünkü büyük günahlar ancak tevbe ve helâllikle affedilir.– geçmiş günahları bağışlanır.”
şeklinde anlamışlardır. Zîrâ ramazan gecelerine mahsus ve o gecelerde kılınan namaz teravih namazıdır, başka bir namaz da yoktur, dolayısıyla bu hadîs-i şerîf, teravih namazını ve onun faziletini beyan etmektedir. Nitekim hadîs-i şerîfte geçen (قامَ) fiili ile de namazın en önemli bir rüknü olan kıyamı/ayakta durmayı zikrederek, belagatteki “parçayı zikredip bütünü kastetme yöntemiyle” mecazî olarak namazı ifade etmektedir. O da bu ayda kılınan teravih namazıdır. Bilindiği gibi Kur’ân-ı Kerîm’de başka âyetlerde de ruku‘ ve secde zikredilerek de namaz kastedilmiştir. Az önce de ifade ettiğim gibi kaynaklarda da teravih namazı daha çok, aynı kökten mastar olan “Kiyâmu ramazan (ramazan namazı), Kıyamu’l-leyli fî ramazan (ramazan gecesi namazı)” gibi başlıklarla ifade edilmekte ve ele alınmaktadır.
Rekât sayısı
İslâm hukukçularından bir grup teravih namazının vitir namazıyla birlikte 11 rekât olduğu kanaatine varmışlardır. Bu konuda dayanakları Hz. Peygamber’in (sallallahu aleyhi ve sellem) sünnetidir. Çünkü O’nun (sallallahu aleyhi ve sellem), ne ramazanda ne de ramazan dışında bu rekât sayısının üstünde gece namazı kıldığının görülmediği rivâyet edilmektedir.
Hz. Aişe’den rivâyet eden çok sayıda âlim, Hz. Aişe’nin, Hz. Peygamber’in (sallallahu aleyhi ve sellem) ne ramazan ayında ne de ramazan dışında on bir rekâttan fazla namaz kılmadığını söylediğini nakletmişlerdir. Hz. Aişe’nin, Hz. Peygamber’in (sallallahu aleyhi ve sellem) gece namazıyla alâkalı olarak verdiği bilgiler içerisinde en dikkat çeken ifadesi “…O’nun namazları ne kadar uzun ne kadar güzeldi!” şeklindeki sözleridir ki, yukarıdaki sözünde de dikkat çektiği gibi o, kıyamın uzunluğundan dolayı Peygamberimiz’e (sallallâhu aleyhi ve sellem) acıdığını bildirmiştir. Çünkü başka rivâyetlerde de bildirildiği gibi Hz. Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) bu namazlarında Kur’ân’ı hatmediyordu, yani teravihi hatimle kılıyordu.
Böyle olmakla birlikte Şafiî ve Hanefîlerin büyük çoğunluğu (cumhuru) ve Ahmed b. Hanbel, teravih namazının -vitir dışında- yirmi rekât olduğu görüşündedirler. Onlar bu görüşlerine Beyhakî ve diğerlerinin sahih senetle es-Se’dân b. Yezid’den (ra) rivâyet ettikleri şu sözünü delil getirmektedirler: “Ömer b. el-Hattab (ra) zamanında ashab ramazan ayında yirmi rekât namaz kılıyorlardı.” (Beyhaki, Sünenü’l-kübra, c.II, s.497.)
İmam Malik’in Muvatta’ında –Beyhakî’nin de eserinde– Yezid b. Ruman’dan rivâyetlerinde: “Ömer b. el-Hattab (ra) zamanında insanlar yirmi üç rekât namaz kılıyorlardı.” (Beyhaki, Sünenü’l-kübra, c.II, s.496.) Yani yirmi rekât, teravih üç rekât vitir kılıyorlardı, şeklindedir.
İmam Malik’in kendisi: “Teravih namazı vitrin dışında otuz altı rekâttır.” demiş ve Medine halkının amelini/yaptıklarını buna delil getirmiştir.
Ez-Zerkânî, el-Muvatta şerhinde buna şöyle açıklık getirmiştir: İbn Habib’in dediğine göre teravih namazı başlangıçta vitirle birlikte on bir rekât idi. İnsanlar bu namazda kıraatı (Kur’ân okumayı) uzatıyorlardı. Bu, yani uzun süre kıyamda/ayakta Kur’ân okuma, onlara ağır geldi. Okumayı azalttılar ve rekât sayısını artırdılar, artık ondan sonra – vitir dışında- orta bir okuyuşla yirmi rekât kılar oldular. Sonra kıraatı tekrar azalttı – vitir dışında- otuz altı kıldılar ve bu iş böyle devam etti…” Ancak bunda icma‘/ittifak oluşmadığından, bir dönem Medinelere özgü kalıp, daha sonra terk edildiği anlaşılmaktadır.[3]Başka bir rivayete göre de; Medineliler, yaklaşık yedi yıl Medine valiliği yapan, bu esnada beş defa hac emirliği de yapmış bulunan Ömer b. Abdulaziz’in Medine valisi olduğu dönemde … Okumaya devam et
Görüldüğü gibi yirmi rekât teravih kılmak da en azından Raşit halifelerin sünnetidir[4]Senedi sağlam görülmese de Peygamberimiz’in yirmi rekât kaldığını bildiren İbn Abbas ve Cabir’e dayandırılan rivâyetler de vardır. ve onların sünnetine sıkı sıkıya bağlı kalmak da Hz. Peygamber’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) emridir. İslâm âleminin teravih namazını yirmi rekât kılmaları da bu emre bağlılığın bir gereği olarak asırlardır süregelmiştir.
Cemaatle kılınmasının ehemmiyeti
İslâm âlimlerinin çoğu teravih namazının mescitte cemaatle kılınmasının evde yalnız başına kılınmasından efdal olduğu görüşündedir. Zîrâ bu namaz, bayram namazları gibi, İslâm’ın şiarlarından biridir ve böyle kılmakta da çok sevap vardır. Çünkü genel olarak cemaatle kılınan namaz yalnız başına kılınan namazdan yirmi yedi derece daha üstün ve efdaldir. Sahabe, Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) döneminde bu namazı mescid/camide cemaatle kılıyordu. Başlangıçta, üç gece de, bizzat Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) bu namazı onlara kıldırmıştı. Bu durum Raşit halifeler devrinde böyle devam etmiştir.
İmâm Müslim Sahîh’inde Hz. Aişe’den (r.anha) şu hadîsi rivâyet etmiştir: “Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) gecenin son üçte birinde çıktı, mescitte namaz kıldı, insanlar da onun kıldığı namazı birlikte kıldılar, derken insanlar sabahleyin bunu birbirlerine anlattılar; bunun üzerine ikinci gece bir öncekinden daha fazla insan toplandı. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) ikinci gece de çıktı, onunla namaz kıldılar, insanlar sabahleyin bunu da anlatır oldular, üçüncü gece mescittekiler daha çoğaldı, Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) üçüncü gece de çıktı, onunla namaz kıldılar, dördüncü gece olunca mescit gelenleri almaz oldu, bunun üzerine Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) onların yanlarına çıkmadı. İçlerinden bazı adamlar: “Namaza! Namaza!” diye seslenmeye ve böylece Hz. Peygamber’i (sallallahu aleyhi ve sellem) namaza çağırmaya başladılar. Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) yine çıkmadı, sonunda sabah namazı olunca çıktı, sabah namazını bitirince insanlara döndü, sonra teşehhüt (ettehiyyâtu) okudu ve: ‘… şüphesiz bu geceki hâliniz bizce malumdur; fakat ben bu gece namazının (teravihin) sizlere farz olup da sizin de onu eda etmekten aciz olacağınızdan korktum (bunun için çıkmadım.)’ buyurdu” (Buharî, Salâtu’t-terâvih, 1; Müslim, Salâtu’l-müsâfirin, 25.)
Şafi ve Maliki âlimlerinden bazıları: Teravih namazının evde kılınmasının daha efdal olduğu görüşündedirler. Bunların dayanağı da Peygamber’in (sallallâhu aleyhi ve sellem): “Farz namazlar hâriç, kişinin diğer namazlarını evinde kılması benim şu mescidimde kılmasından daha efdaldir.” (Ebu Davud, Salat, 205.) hadîsidir.
Zeyd b. Sabit’in rivâyet ettiği bir hadîse göre de O şöyle demiştir: Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) mescitte hasırdan bir oda edindi. Geceleri orada namaz kıldı. Öyle ki insanlar onunla cemaat oldular. Sonra bir gece sesini kaybettiler, duymadılar. Onun uyuduğunu sandılar. Bazıları yanlarına çıksın diye öksürerek boğaz temizleme şeklinde ses çıkardılar. Bunun üzerine Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem): “Yaptıklarınızın hepsini biliyorum, sonunda size farz olmasından korktum. Şâyet bu namaz size farz olsaydı onu yerine getirmezdiniz. Ey insanlar! Bu namazı evlerinizde kılınız; çünkü kişinin, farz namazlar dışında, diğer namazlarını evinde kılması efdal/daha değerlidir.” dedi.[5]Zeyd b. Sabit’in bu rivâyetinde anlatılanlara bakarak, Peygamberimiz (sav)in itikâfa girdiği bir dönemde bu faaliyetlerin olduğu düşülebilse de, bunun daha önce Hz. Aişe’den … Okumaya devam et
Bazı fıkıh âlimleri konuyla alâkalı hadîsleri toplayarak detaylı bilgi verip sonunda şunu söylemişlerdir: “Şâyet Müslüman Kur’an’ı hıfzetmiş birisiyse yahut meşguliyetinin onu bu namazını kılmaktan alıkoyacağından ve o gitmeyince mescitte namaz kılınmasının aksamayacağından korkmuyorsa, böyle birinin bu namazını evinde kılması efdaldır; aksi takdirde camide kılması evlâdır.”
Teravih namazında kıraat/Kur’ân okuma:
Teravih namazında kıraati uzatmak, yani uzunca Kur’ân okumak -diğer farz ve sünnet namazlarda da olduğu gibi- müstehap yani, istenilen, arzu edilen bir şeydir.
Çünkü Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem): “Namazın efdalı kıyamın uzun olmasıdır.” buyurmuştur.[6]Peygamberimiz teravihi hatimle kılmıştır. Bunun için Teravihle Kur’an’ı Kerim’i hatmetmek sünnettir. Hatta bir kere hatmetmenin sünnet, iki kere hatmetmenin fazilet, üç kere … Okumaya devam et Fakat insanlara imamlık yapan kimselerin, arkalarındaki namaz kılanların durumunu gözetmesi, onlardan hepsi için uygun olabilecek miktarda namazı uzatması gerekir. Çünkü içlerinde zayıf, hasta ve ihtiyacı olanlar vardır.
Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Sizden birisi insanlara namaz kıldırdığında namazı hafif tutsun; çünkü içlerinde zayıf, hasta, yaşlılar vardır; ancak tek başına kıldığında dilediği kadar uzatsın!”(Müslim, Salat, 37.) Nitekim kendisi de, yukarıda belirttiğim gibi, teravihi hatimle kılıyordu.
Enes b. Malik’ten Hz. Peygamber’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle dediği rivâyet edilmiştir: “Namaza başlıyorum ve namazı uzatmak istiyorum, birden çocuk ağlaması duyuyorum, annesinin onun ağlamasından dolayı aşırı derecede onu özleyip ve üzüldüğünü bildiğim için namazımı kısa kesiyorum.” (Buhari, Ezan, 65.)
Burada şuna da dikkat çekmek ve bu hadîsleri yanlış anlayarak namazı iyice kısaltanlara ve hızlandıranlara şu uyarıda bulunmakta yarar vardır. Bunların yaptıkları -eğer bilinçliyse- namazı küçümseme ve onu hafife almaktır. Arapça ifadesiyle tehavun ve istihfaftır. Namazın ruhuyla ve namazda olması gereken huşuyla taban tabana zıt davranışlardır. Sanıyorum günümüzde “Böyle bir teravih anlayışı yoktur.” diye karşı çıkılan teravih namazı da bu tür, ne yaptığının farkında olmayan acelecilerin yaptıklarıdır. Böyle kan ter içinde bilmem kaç dakikada bitireceğim diye, hızla kılınan namazın yukarıdan beri anlattığımız rahat namaz olan teravih namazıyla ne ismen, ne şeklen ve ne de ruhen alakası vardır. Burada genelleme yapmamak gerektiğini, teravih namazını da yatsı namazı gibi ta‘dîl-i erkâna riâyet ederek kıldıran imamlarımız çoğunlukta olduğunu elbette biliyorum. Ancak -beni bağışlasınlar- bazı imam arkadaşlarımızın yatsı namazının farzında dört ve hatta beş nefeste okudukları Fatiha ve Fil surelerini, teravih namazına geçtiklerinde, hızlı teyp kaydı yapar veya hızlı film çeker gibi, bir nefeste okumaya çalışıp, tabir caizse verip-veriştirmelerinin izah edilir bir tarafı ve bir mantığı var mıdır?! Onun için mutlaka Fatiha’dan sonra doğru bir şekilde, Kevser Sûresi gibi -kısa da olsa- bir sure yahut ona denk üç âyet veya o ölçüde orta ve uzun bir âyeti acele etmeden okumak gerekir. Teravih namazını hatimle kılmak sünnet olmakla birlikte buna vakti veya imkânı olmayanların kısa sureleri (Fil Sûresi’nden Nas Sûresi’ne kadar) tertil üzere, ağır ağır okuyarak kıldırmaları (hem namazın sıhhati bakımından ve hem de cemaatin bu sûreleri pekiştirmesi yönünden) daha faydalıdır.
Özetlemek gerekirse; teravih namazı, kadın-erkek bütün Müslümanlar için müekked sünnet bir namazdır. Rivâyetler farklı da olsa, Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) bu namazı üç gece ashabına kıldırmış, dördüncü gece mescit dolup taşınca onlara namaz kıldırmak için çıkmamış ve ashabını kendi hâllerinde bırakmıştır. Buna mazeret olarak da bu namazı böyle kıldırmaya devam ederse, onlara farz olacağı endişesini taşıdığını bildirmiştir. Bu da gösteriyor ki bu endişe olmasa Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) bu namazı böyle kılmayı arzu etmektedir.[7]Burada farz olma endişesine değişik yorumlar getirilmiştir; en uygunu, Peygamber (sav) şâyet bu namazı devam ettirirse ashab-ı kiramın da bu namaza devam ettiklerini gören bir … Okumaya devam et Hz. Ebû Bekir döneminde ve Hz. Ömer döneminin başlarında bu şekilde serbestçe teravîh namazı kılınmıştır. Ancak, Hicret’in on dördüncü yılında bir gece mescide giden Hz. Ömer (ra), insanlardan kiminin tek başına, kimilerinin de cemaat hâlinde teravih namazı kıldıklarını görünce: “Bunları bir imamın arkasında toplasak daha iyi olur.” demiş, ashabını toplayarak onlarla istişare etmiş, onlar da bunu onaylayınca bir icma hâsıl olmasıyla, Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) zamanından beri insanların Kur’an’ı en iyi okuyanlarından olan Übey b. Ka‘b ve Temim ed-Dâri’yi insanlara yirmi rekât namaz kıldırmaları için imam tayin etmiştir.
Hz. Ömer’in (ra) kendisininse, teravihi onlarla birlikte kılmayıp, gecenin geç saatlerinde, gecenin sonuna doğru kıldığı bildirilmektedir. Hz. Ömer’in vitri cemaatle kıldırdığı da rivâyetlerde yer almaktadır. Nitekim bir gün insanlar teravih kılarken yanlarına çıkmış, onları cemaat hâlinde namaz kılarken görünce: “Bu ne iyi bir bidattir; fakat keşke gecenin sonunda kılsalar daha iyi/efdal olurdu!” demiştir. Burada Hz. Ömer’in “Ne iyi bidattir!” sözü teravih namazı için söylenmiş bir söz olmayıp; bu namazı cemaat hâlinde kılmaları, yani cemaat oluşları için söylenmiştir. Nitekim Hz. Ali (ra) de daha sonraları bunu kastederek “Ömer, bizim mescitlerimizi nasıl nurlandırdı ise, Allah da, onun kabrini öyle nurlandırsın!” diyip, onun bu yaptığını onayladığını ve memnuniyetini ifade etmiştir. İmam-ı Azam Ebû Hanife’ye Hz. Ömer’in bu yaptığı sorulunca şu cevabı vermiştir: “Teravih sünnet-i müekkededir. Ömer bu işi kendiliğinden ortaya çıkarmış, uydurmuş değildir. Bunu ancak elinde mevcut bir asla, Resulullah’tan (sallallahu aleyhi ve sellem) bellediği bir malumata binaen emretmiştir.” demiştir.[8]İbn Abidin, II, 43 Yoksa Hz. Ömer’in, Hz. Peygamber’in (sallallahu aleyhi ve sellem) kıldığı ve kendinin de gecenin sonuna doğru kıldığı teravih namazı için “bidattir” demesi düşünülemez ve bu mümkün de değildir.
Görüldüğü gibi teravîh namazı bütün Müslümanların icmaıyla/ittifakıyla, yani icma-ı ümmetle sabit olmuş sünnet-i müekkede bir namazdır. Bilindiği gibi icma-i ümmet de şer‘i delillerden biridir. Hz. Paygamber’in (sallallahu aleyhi ve sellem) ashabı, tabiin ve ondan sonra gelen bütün İslâm önderleri, mezhep imamları ve bütün Müslümanlar asırlardır, kadınıyla-erkeğiyle, büyüğüyle-küçüğüyle bu namazı sevmişler ve kılmışlar ve kılmaya da devam etmektedirler ve ila nihaye de devam edeceklerdir. Çünkü teravih namazları, sahurlar ve iftar saatleri ramazanın ve dolayısıyla İslâm’ın şiarlarındandır. Teravihsiz, iftarsız ve sahursuz bir ramazan düşünülmesi mümkün değildir.
Yazımı İmam Malik’in, Hz. Peygamber’den (sallallahu aleyhi ve sellem) veya O’nun değerli öğrencisi İbn Mes‘ûd’dan bir rivâyetle bitirmek istiyorum: “Müminlerin güzel gördükleri şey, Allah katında da güzel; Müslümanların çirkin gördüğü şeyse Allah katında da çirkindir.”[9]Hakim, Müstedrek, 3, 83.
Allah oruçlarımızı, teravihlerimizi, sahurlarımızı, fitre ve zekâtlarımızı rızasına uygun ve makbul amellerden eylesin, ramazan-ı şerîfi bütün insanlığın dertlerinden kurtulmaya vesile kılsın! Âmin!
Kaynak: Yeni Ümit Dergisi, Prof. Dr. Hüseyin Elmalı,
Dipnotlar
⇡1 | Ebû Hanife, Fıkhu’l-ekber, c.1, s.45. |
---|---|
⇡2 | Çünkü büyük günahlar ancak tevbe ve helâllikle affedilir. |
⇡3 | Başka bir rivayete göre de; Medineliler, yaklaşık yedi yıl Medine valiliği yapan, bu esnada beş defa hac emirliği de yapmış bulunan Ömer b. Abdulaziz’in Medine valisi olduğu dönemde otuz altı rekât teravih namazı kılmışlardır. Adaletiyle Hz. Ömer’i, zühd ve takvasıyla Hasan Basri’yi örnek aldığı söylenen ve Raşit halifelerin beşincisi kabul edilen Ömer b. Abdulaziz’in bundan amacı – denildiğine göre – fazilet ve sevapta Mekkelilere yetişmekti. Çünkü Mekkeliler her dört rekâtta teravihten sonra Kâbe-yi Muazzamayı bir defa tavaf ederlerdi. Ömer b. Abdulaziz bunu görünce onların her tavafına bedel, dört rekât namaz kılmayı uygun buldu. Teravih esnasında dört tervîha yapılırdı. Bu şekilde on altı rekât bir fazlalık ortaya çıktı. (Bkz. A. Davudoğlu Selamet Yolları, II, 32) İmam Malik’in ölüm tarihinin hicrî 179 (miladî. 795) yılı olduğu düşünülürse Medine’lilerin Ömer b. Abdulaziz’in başlattığı bu teravih geleneğini ondan sonra da uzun süre devam ettirdiği anlaşılmaktadır. |
⇡4 | Senedi sağlam görülmese de Peygamberimiz’in yirmi rekât kaldığını bildiren İbn Abbas ve Cabir’e dayandırılan rivâyetler de vardır. |
⇡5 | Zeyd b. Sabit’in bu rivâyetinde anlatılanlara bakarak, Peygamberimiz (sav)in itikâfa girdiği bir dönemde bu faaliyetlerin olduğu düşülebilse de, bunun daha önce Hz. Aişe’den naklettiğimiz, bir biri ardına üç gece cemaatle teravih namazı kıldığı rivâyetiyle çelişir bir yönü yoktur. Zira bu olayların farklı Ramazan aylarında olma ihtimali vardır. Çünkü Ramazan orucunun hicretin ikinci yılı farz olduğunu düşünürsek Peygamber (sav) yaklaşık dokuz ayrı Ramazanı ashabıyla geçirmiştir. Teravih namazını açıklamış olduğu nedenden, yani farz olma ihtimalinden dolayı, devamlı ashabıyla birlikte kılmış olmasa da, farklı Ramazanlarda, ara sıra, farklı günlerde bir iki vakit ashabıyla kılmış olması da uzak bir ihtimal değildir. Rivâyetlerin farklılığı da -muhtemelen- bundan kaynaklanmaktadır. |
⇡6 | Peygamberimiz teravihi hatimle kılmıştır. Bunun için Teravihle Kur’an’ı Kerim’i hatmetmek sünnettir. Hatta bir kere hatmetmenin sünnet, iki kere hatmetmenin fazilet, üç kere hatmetmenin daha faziletli olduğu, Müslümanların tembelliğinden dolayı hatmi terk etmenin mekruh olduğu da söylenmiştir. Bu görüştekilere göre teravih namazından amaç Kur’an-ı Kerim’i hatmetmektir. Bunun için her rekâtta on âyet okumak suretiyle, bir ayda kılınacak toplam 600 rekât teravih namazıyla 6000 küsur âyet olan Kur’an’ı, Ramazan’da bir defa hatmetmenin uygun olacağı belirtilmiştir. Hatta bazı görüşlere göre rekâtlarda biraz daha fazla âyet okuyarak, ya da vitri de katarak hatm-i şerifi Kadir Gecesi’nde tamanlamanın daha faziletli olduğu da söylenmiştir. Böyle hareket edenlerin Kadir Gecesi’nden sonraki gecelerde Teravih namazlarını terk etmelerinin mekruh olmadığı da ifade edilmiştir. Çünkü onlara göre teravih namazı Kuran-ı Kerimi hatmetmek için meşru olmuştur.- Burada, Kur’ân-ı Kerim’in, yirmişer sayfadan oluşan otuz cüze ayrılmış olması da, sanki teravih namazında, her rekatta bir sayfa olmak suretiyle, yirmi rekatta da bir cüz, otuz Ramazan gününde de Kur’ân-ı Kerim’in tamamının okunması, yani böylece bir hatmin tamamlanmasının amaçlandığını akla getirmektedir ki, bu fazla uzak bir ihtimal değildir-. Günümüzde bazı camilerde de ve özel olarak da evlerinde bu sünneti devam ettirenler vardır. -Böylece bu sünnet-i kifaye de yerine getirilmiş olmaktadır.- Ancak bunu genele yayarak devam ettirmek günümüz şartlarında mümkün değildir. Esasen eskiden de mümkün olmamıştır. Peygamber’in (sallallahu aleyhi ve sellem) bu namazı cemaatle kılmaya dördüncü gün çıkmaması ve “size farz olmasından, sizin de altından kalkamayacağınızdan korktum..” demesinin bir nedeninin de namazın bu özelliğinden kaynaklanmış olması kuvvetle muhtemeldir. Günümüzde cemaat sayısını arttıracak tarzda teravih namazını tadil-i erkâna riâyet ederek kıldırmak ve buna yönelik faaliyetlerde bulunmak efdaldir. Krş., İbn Abidin, II, 46- 47. |
⇡7 | Burada farz olma endişesine değişik yorumlar getirilmiştir; en uygunu, Peygamber (sav) şâyet bu namazı devam ettirirse ashab-ı kiramın da bu namaza devam ettiklerini gören bir müçtehit de bunun farz olduğunu zanneder de kendine farz olur, endişesidir. Çünkü bilindiği gibi, müçtehit bir şeyin farz olduğunu kanaat getirirse o şeyle amel etmek kendisine ve onun içtihadıyla amel edenlere farz olur. |
⇡8 | İbn Abidin, II, 43 |
⇡9 | Hakim, Müstedrek, 3, 83. |