İçindekiler
Soru Detayı: Ben birine aktif ticaretinde kullanmak üzere aylık %2 kadar ödenek almak suretiyle borç para verdim. Parayı alan kişinin Ticaretteki karı % 25’in üzerinde. Bu borç verme işlemi helal mı haram mı?
Kısa Cevap:
Borç verme karşılığında maddi bir kazanç veya maddi karşılığı olan bir menfaat elde edilmesi caiz değildir. Peygamber Efendimiz şöyle buyurur:
“Verilen borç karşılığında elde edilen her türlü menfaat, faizdir.” (Müsnedü’l-Hâris, 1/500; Süneni Beyhakî: 5/350)
Verilen miktar ne ise –ne fazla ne eksik– o miktar geri alınır. Bunun yanısıra verilen borç karşılığında maddi karşılığı olan bir menfaat/fayda (örneğin bir araç gereci belli bir süre kullanmak, bir evde bir süreliğine oturmak, hediye almak vb.) elde edilmez.
Dinimizde borç (karz), ancak rıza-i ilahi için verilir; yani karşılığı dünyevi değil uhrevidir. Verilen paradan gelir elde edilmek isteniyorsa borç sözleşmesi üzerinden değil kâr ve zararına katlanılan bir tür ortaklık kurularak yapılmalıdır.
Şunu da hatırlatmakta fayda var: Enflasyonun yüksek olduğu yerlerde uzun borçlanmalarda borç veren kimsenin zarara uğramaması için paranın kaybettiği yüksek değer kaybının karşılanması gerekir. Bu da, borç olarak alınan/verilen miktarı, stabil bir değere (altın, yerine göre dolar vs.) bağlamak gibi bir suretle kıymetinin korunmasını sağlama şeklinde yapılabilir. (Detaylı bilgi için bkz. Enflasyonun olduğu günümüzde alınan paralar iade edilirken nasıl hareket edilmelidir?) Borç vermek karşılığında sabit gelir elde etmek ile bu birbirinden farklı meselelerdir. İkisini karıştırmamak gerekir.
Özetle, borç para verme karşılığında gelir elde etmek caiz değildir.
Detaylı Cevap:
BORÇ VERME KARŞILIĞINDA SABİT GETİRİ SAĞLAMAK
“Borç verme, diğer bir ifadeyle parayı kullandırma karşılığında sabit bir getiri (pay) elde etmek neden meşru olmasın ki?” şeklinde bir soru akla gelebilir. Çünkü, kişi elindeki sermayesini başkasına kullandırmaktadır ve o kişi de onu çeşitli ticari işlemlerde kullanarak kazanç elde etmektedir. Bu durumda, borç verenin söz konusu kazançtan pay almasında dinen bir mahzur olmadığı düşünülebilir. Ancak mesele bu kadar basit değildir. Çünkü bu yaklaşım, İslâm’ın bir gelirin meşru olması için belirlediği temel ilkeleri göz ardı etmektedir.
Örneğin “borçtan gelir elde edilemeyeceği” İslâm iktisadında temel bir prensiptir. Ticari bir gelirin meşru olması için ticarete konu olan söz konusu malın öncelikle “tazmin/risk sorumluluğuna katlanılması”, şayet ortak bir ticaretten gelir elde edilecekse “kâr ve zarar ortaklığına dayalı” bir sözleşmeye dayanılması gerekir. Yani malın telef olması veya zarar görmesi durumunda başkasının değil kişinin kendisinin sermayesinden kayıp yaşanıyor olması ve kazanç-zarar riskinin üstlenilmesi gerekir. Borç verme durumunda ise böyle bir durum yoktur. Borç alınan para ile yapılan ticarette kayıplar yaşandığında veya alınan para/mal telef olduğunda ya da hasara uğradığında borç veren herhangi bir sorumluluk altına girmez. Bütün sorumluluk borçlunun üzerinde kalır. Bu ise herhangi bir sorumluluk altına girmeksizin sırf sağlanan sermaye/borç karşılığında sabit getiri elde etmek kazanç sağlamak demektir. Böyle bir gelirin meşru olabileceği düşüncesi ise temelden problemlidir. Bu yazıda borç verme karşılığında sabit bir getiri elde etmenin meşru olmadığını ve alternatif olarak nasıl bir yol izlenebileceğini ele alacağız.
Fıkıhta Borç (Karz) Sözleşmesi ve Faiz İlişkisi
Fıkıhta borç verme işlemi “karz akdi” kapsamında değerlendirilir. Karz akdinin temel prensibi, maddi bir kazanç veya maddi karşılığı olan bir menfaate aracı kılınmamasıdır. Karz, “standart (misli) olan bir şeyi geri almak üzere vermek” şeklinde tanımlanmıştır. Diğer bir ifade ile karz “piyasada emsali bulunan (misli) bir malın emsali daha sonra iade edilmek üzere başkasına verilmesidir” (Apaydın, 2001, 24/520.) Buna göre, standart bir mal olan para ve para cinsinden finansal varlıklar borç olarak verildiğinde aynı miktardaki emsali geri alınır; karşılığında vade farkı veya maddi karşılığı olan bir menfaat şart koşulmaz. Şayet öyle olursa bu işlem fıkhen bir borç işlemi olmaktan çıkar ve bir alışveriş/sarf sözleşmesine dönüşür. Yani para veya para cinsinden varlıkların vadeli olarak satılması söz konusu olmuş olur ki bunların vadeli satımı caiz değildir. Bu nedenle, karz akdi borç veren kimse açısından dünyevi bir kazanç değil uhrevi bir kazanç elde etmek ümidiyle yapılır. Nitekim bir insan borç almaya ihtiyaç duyduğunda bu ihtiyacın giderilmesi
“Kim bir müslümanın dünya sıkıntılarından birini giderirse Allah da onun ahiret sıkıntılarından birini giderir. Kul, kardeşinin yardımında olduğu sürece Allah da onun yardımındadır” (Buhârî, Mezâlim 3)
hadis-i şerifi kapsamında değerlendirilmiş; “İki defa borç vermek bir defa sadaka vermek gibidir” (İbn Mâce, Sadakât 19) hadis-i şerifi vb. hadislerde de ihtiyaç duyulduğunda uhrevi faydası nazara verilerek borç vermek teşvik edilmiştir. Bunun yanısıra fıkıh kitaplarında mevzunun üzerine bina edildiği şu hadis-i şerif hükmü net bir şekilde ortaya koymaktadır: “Verilen borç karşılığında elde edilen her türlü menfaat, faizdir.” (Müsnedü’l-Hâris, 1/500; Süneni Beyhakî: 5/350) Sonuç olarak karz sözleşmesi, maddi menfaat sağlamaya yönelik bir işlem değildir; aksine karşılığı uhrevî olan bir tür yardımlaşma işlemidir. Karz akdi üzerinden gelir elde edilmesi ise faiz kapsamında değerlendirilir.
Karz akdi karşılığında maddi bir kazanç veya maddi karşılığı olan bir fayda/menfaat elde edilmesi yasaklanmıştır. Faizin büyük bir kısmı karz akdinde cereyan eder. Bu nedenledir ki faize giden yolun kapatılması için verilen borç karşılığında değil sabit bir gelir elde etmek hediye alınması dahi yasak kapsamına alınmıştır. “Biriniz borç verir de sonra ödünç alan şahıs alacaklısına bir hediye verdiğinde veya onu bineğine bindirmek istediğinde -aralarında hediyeleşmek âdeti olanlar dışında- sakın o bineğe binmesin ve hediyeyi de kabul etmesin.” (İbn-i Mâce, Sadaka, 19, 2432) Bu hadisten anlaşılmaktadır ki borç işlemi öncesinde âdet haline gelmiş olanlar dışında bir mal veya menfaatin borç verene sağlanması yasak kapsamına alınmıştır. (Shamshıyev-Samar, 2023)
Kur’an-ı Kerim’de
“Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve eğer mümin iseniz geri kalan faizi terkedin! Eğer böyle yapmazsanız Allah ve Resulü tarafından size savaş açıldığını biliniz! Eğer faizcilikten tövbe ederseniz, sermayeleriniz sizindir. Böylece ne haksızlık eder ne de haksızlığa uğrarsınız. Eğer borçlu sıkıntıda ise, kolaylığa çıkıncaya kadar ona mühlet verin! Şayet bilirseniz, alacağınızı bağışlamanız sizin için daha da hayırlıdır.” (Bakara, 2/278/280)
buyrulmaktadır. Burada haksızlık etmemek ve haksızlığa uğramamak için “sermayenin aynıyla tahsili” gerektiği ifade edilmiş; borcun fazlasıyla tahsili yani faiz şiddetle yasaklanmıştır. (Durmuş, 2010, 319-320.)
Para ve para cinsinden olan finansal varlıklar birbirleriyle peşin olmak kaydıyla farklı miktarlarda değişime (exchange), alım satıma konu olabilirler. Aynı tür finansal varlıkların birbirleriyle değişiminde aynı miktar ve peşin olma şartı aranır. Yani araya vâde giremediği gibi miktarda da farklılık olamaz. Nitekim hadis-i şerifte “Altın altınla, gümüş gümüşle, buğday buğdayla, arpa arpayla, hurma hurmayla, tuz tuzla baş başa misliyle, peşin olarak satılır. Bu çeşitler farklı olduğu takdirde peşin ise dilediğiniz gibi satın” (Müslim, Müsâkât 81, No: 1587) buyrulmuştur. Bu hadis-i şerifte belirtildiği üzere para türünden olan ve o dönemde para birimi olarak kullanılan altın ve gümüş değişime konu olduğunda; a) aynı türden ise (örneğin altın-altın veya gümüş-gümüş değişiminde) aynı miktar ve peşin olma şartı aranır, b) farklı türlerde ise (örneğin altın-gümüş veya gümüş-altın değişiminde) peşin olma şartı aranır. Bu da demektir ki para ve para cinsinden olan finansal varlıkların değişiminde ister aynı tür ister farklı türden olsunlar araya vâde veya vâde farkının girmesi caiz değildir. Bunun tek istisnası maddi bir karşılık veya maddi karşılığı olan bir menfaat elde edilmeksizin sırf rıza-i ilahi için borç vermektir; yani karz-ı hasen sözleşmesidir. (Detaylı bilgi için bkz. Karz-ı Hasen)
Özetle, fıkıhta borç sözleşmesi kapsamında verilen ödünçten maddi bir kazanç sağlanamaz. Bu şekildeki bir kazanç yasak kapsamında değerlendirilmiştir. Borcun karşılığı maddi bir kazanç veya maddi karşılığı olan bir menfaat değil rıza-i ilahidir; yani dünyevi değil uhrevîdir. Şayet sermayeden kazanç elde edilmek isteniyorsa başka sözleşmeler kapsamında hareket edilmelidir.
Gelirin Meşruluğu, Risk/Tazmin Sorumluluğunun Üstlenilmesi
Bir gelirin meşru olabilmesi için çerçevesi belirlenmiş ilgili sözleşmenin ilkelerine riayet edilmesi gerekir. Fıkıhta bir maldan veya sermayeden gelir elde edilebilmesi için çeşitli ilkeler belirlenmiştir. Örneğin bir malın kişinin mülkiyetinde olması, dolayısıyla telef olduğunda kişinin kendi sermayesinden gitme riskine katlanmasını ifade eden “Gelir, riski/damânı yüklenme karşılığındadır”, “Riski (tazmin sorumluluğu) üstlenilmeyen şeyin karı meşru değildir” ilkeleri hadis-i şeriflerden alınmıştır. (Bkz. Ebu Davud, İcare 71; İbn Mace, Ticaret, 43) Mecellede bu “Bir şeyin nef‘i damânı mukabelesindedir” (madde 85) şeklinde kanunlaştırılmıştır. Kişinin mülkiyetinde olmayan bir malı satmasının yasaklığını ifade eden “Yanında (mülkiyetinde) olmayan şeyi satma” hadisini de bu bağlamda değerlendirmek mümkündür. Bu nedenledir ki kişinin mülkiyetinde olmayan bir şeyi satması –belli şartlar altında ihtiyaca bağlı olarak istisnâi olarak meşru kılınan selem sözleşmesi dışında– caiz görülmemiştir. Çünkü, henüz kişinin mülkiyetinde olmayan bir şeyin tazmin sorumluluğu yoktur, dolayısıyla geliri de meşru değildir. (Detaylı bilgi için bkz. Kacır, 2020)
Buradan hareketle İslâm iktisadında kâr ve zarar ortaklığına dayalı sözleşmeler esas alınmıştır. Yani hem sermaye sahipleri hem de emeklerini ortaya koyan kimseler, kâr ve zarara ortak olurlar; her iki taraf da kazanma-kaybetme riskini üstlenir. Bir tarafın bütün riskleri üstlendiği diğer tarafın hiçbir risk üstlenmeksizin sabit getiri elde edeceği sözleşmeler meşru kabul edilmemiştir. Örneğin bir tarafın sadece sermaye sağlayarak diğer tarafın ise emeğini ortaya koyarak bu sermayeyi işletmesi durumunda belli yüzdelik oranda kâr bölüşümü olabilir; ancak kaybetme durumunda da aynı yüzdeliğin dikkate alınması, sermayedarın sermayesini, işletmecinin de emeğini riske etmesi gerekir. Bir taraf emeğini riske ederken diğer taraf hiçbir riske katlanmaksızın sabit getiri elde edemez.
Bunu borç sözleşmesi için düşündüğümüzde bir taraf şayet sermayesini başka birine borç veriyor ve karşılığında sabit getiri elde ediyorsa bunu normal bir borç sözleşmesi olarak görmek mümkün değildir. Çünkü, borç sözleşmesinde karşılık alınmaz; burada ise fazlalık olarak sabit bir getiri elde ediliyor. Bu, tipik bir faiz sözleşmesidir. “Sermayenin kullandırılması karşılığında alınan miktar” da sadece faizi örtmeye yönelik bir kılıftan ibaret kalmaktadır. Böyle bir sözleşmeden elde edilen gelirin meşru olması için ya her iki tarafın risk/tazmin sorumluluğuna katlandığı bir kâr-zarar ortaklığı yapılacaktır –ki bu durumda sözleşme bir ortaklık sözleşmesine dönüşür– ya da verilen borç karşılığında herhangi bir şey alınmayacaktır.
Karz Sözleşmesi ve Enflasyon Farkı
Günümüz şartlarında borç işlemlerinde yüksek enflasyonun dikkate alınması bir zorunluluk olmuştur. Ne borç verenin ne de borç alanın zarara ve haksızlığa uğramaması gerekir. Bu nedenle, borç verilirken değeri çok değişmeyen bir para birimi veya altın üzerinden borç verme yoluna gidilebilir. Aynı şekilde aradan yıllar geçtikten sonra tahsil edilen veya ödemesi yapılan borçlarda borç verenin zarara uğratılmaması için paranın borç verildiği ve tahsil edildiği zamandaki değeri, bir başka deyişle enflasyon farkı hesaplanıp ona göre bir ödeme yapılmalıdır. Buradaki anaparanın değerindeki düşüklüğün tazmin edilmesi, yukarıda ifade edilen “borcun aynı miktarda ödenmesi” ilkesine aykırı değildir; çünkü, sermayeye ek olarak bir ödeme yapılmamaktadır, sermayenin düşen değeri tazmin edilmektedir. (Enflasyon Oranında Ödeme) Aksi durumda enflasyonist bir ortamda kimse borç vermek istemez. Bu da insanları faizli kredi almak durumunda bırakır.
Sonuç
Borç sözleşmesinin İslâm iktisadında kendine has ilkeleri vardır. Bu ilkelerin dikkate alınması gerekir. Bunların başında borcun maddi bir kazanç ve menfaate aracı kılınmaması gelir. Borç karşılığında sabit getiri elde etmek üzere yapılan anlaşma/sözleşme artık bir borç sözleşmesi değildir, bir faiz sözleşmesidir. Bu şekilde elde edilen gelir de faizdir. Sermayeden para kazanmak için risk/tazmin sorumluluğuna katlanılmış, kâr-zarar ortaklığına dayalı sözleşmeler esas alınmalıdır. Tarafların belli oranda bir sermaye ile katıldıkları ortaklıklar veya bir tarafın emek, diğer tarafın/tarafların sermayelerini ortaya koydukları kâr zarar ortaklığına dayalı sözleşmeler meşru gelir kaynaklarıdır. Bunlara müracaat edilmelidir; yoksa verilen borç Allah rızası için verilmelidir.
**
Kaynaklar:
Apaydın, H. Yunus. “Karz”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. 24/520-525. İstanbul: TDV Yayınları, 2001.
Durmuş, Abdullah. “Fıkıhta Karz (Ödünç) Sözleşmesinde Vade Şartının Bağlayıcılığı Meselesi”. İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi 16 (2010), 315-330.
Kacır, Temel. “İslam Hukukunda Kazancın Meşruiyetine Etki Eden Risk Faktörü (Katılım Bankacılığı Uygulamaları Örnekliğinde)”. Süleyman Demirel Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 44 (30 Haziran 2020), 139-152. https://dergipark.org.tr/en/pub/sduifd/issue/54937/736086
Shamshıyev, Ozat – Samar, Mahmut. “دراسة حول مصدر قاعدة »كل قرض جر نفعا فهو ربا» وقواعد ممارستها وتطبيقها في المعامالت المالية الحديثة”. İslam Tetkikleri Dergisi 13/2 (28 Eylül 2023), 519-539. https://doi.org/10.26650/iuitd.2023.1263781