İçindekiler
Peygamber Efendimize karşı görevlerimizi şu şekilde özetleyebiliriz:
O’na inanmak
Bütün peygamberlere iman edilmesi şart koşulduğu gibi, peygamberlerin sonuncusu olan Enbiyalar Serveri Hz. Muhammed Mustafa’ya da (sallallahu aleyhi ve sellem) inanılması şarttır. O’na inanmaksızın kurtuluşa erilemeyeceği ve inanmış olunamayacağı açık bir şekilde Kur’ân-ı Kerim’de belirtilmiştir:
“Ey Muhammed! De ki: “Ey insanlar! Şüphesiz ki ben, göklerin ve yerin hükümranı, kendisinden başka hiçbir ilah bulunmayan, hayat veren ve öldüren Allah’ın, hepinize gönderdiği bir elçiyim. O hâlde Allah’a iman edin. Allah’a ve sözlerine iman eden, okuyup-yazması olmayan, Allah’ın elçisi peygambere de iman edin. Ona uyun ki doğru yola eresiniz.” (A’raf, 7/158)
“O hâlde Allah’a, peygamberine ve indirdiğimiz aydınlatıcı Kur’ân’a iman edin. Allah, sizin yaptıklarınızı çok iyi bilir.” (Teğâbun, 64/8)
“Müminler ancak, Allah’a ve Resûlü’ne gönülden inanmış kimselerdir…” (Nûr, 24/62)
Efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem), Allah tarafından gönderilmiş bir peygamber olması, mükellefin, Allah’a, peygambere ve peygamberin getirdiğine iman etmesini gerektirir. Hz. Peygamber’e inanmadan imanın tam olmayacağı gibi, onsuz İslâm’ın da kabul edilemeyeceği açıktır. Nitekim: “Kim Allah’a ve Resûlü’ne iman etmezse, şüphesiz ki Biz, kâfirler için alev alev yanan bir Cehennem hazırladık.” (Fetih, 48/13) ayeti de buna işaret etmektedir.
O’na İtaat Etmek
Müslümanlığı kabul etmiş olanlar için Hz. Peygamberin durumu, sadece bir elçi veya haberci gibi değildir. Aksine Resûlullah, hem İslâm dini ve hayat tarzının canlı misali hem de kendisine her devirde itirazsız sadakat gösterilmesi ve itaat edilmesi gereken hâkim ve önderdir. Muallim, hoca veya öğretmen olarak Resûlullah’ın görevi, Allah’ın kelâmı, emirleri, talimatı ve kanunlarını kullara anlatmak, ulaştırmak ve açıklamak olmuştur. Bir veli ve terbiyeci olarak vazifesi, Kur’ân-ı Kerim’in talimatı ve Allah’ın kanunlarına göre müslümanları yetiştirmek, eğitmek ve hayatlarını yönlendirmek olmuştur. İslâm dininin bir örneği olarak da Hz. Peygamberin maksadı ve hedefi, Kur’ân’a göre muteber ve makbul olan hayatın bir simgesi, canlı bir misali haline gelmek olmuştur. Hz. Muhammed Mustafa (sallallahu aleyhi ve sellem) bu hüviyetiyle söylediği her söz ve yaptığı her hareket bakımından İslâmiyet’in canlı bir timsalidir. Ona bakan herkes, Kur’ân’a göre nasıl konuşulması, nasıl hareket edilmesi ve nasıl bir hayat sürülmesi gerektiğini hemen anlamak durumundadır.
Kur’ân’ın pek çok yerinde, Allah’a itaat anlatılırken, peygambere itaat de emredilmiş ve ikisi âdeta birbirinden ayrılmaz bir bütün gibi ele alınmıştır. Bu ayetlerde, Allah’ı sevmenin şartı, Hz. Peygamber’e itaate bağlanmış ve ondan yüz çevirme küfür alameti olarak kabul edilmiştir.
Peygambere itaat, Resûlullah’ın söz ve hareketlerini yerine getirmek demektir. müslümanlar için Allah ve Resûlü’ne itaat etmekten başka çare yoktur. Bir konuda Allah ve Resûlü karar vermişse hiçbir müslüman bu konuda kendi görüşünü ileri süremez, keyfî hareket edemez. Hz. Peygamberin, dinî, medenî ve ictimâî hüviyeti arasında ayrım yapılması için ortada herhangi bir delil yoktur. Böyle bir ayrım yapıldığına dair, herhangi bir delil yokken tam aksine her mümin kadın ve erkeğin ona uyması açık bir şekilde müslümanlardan istenmiştir.
Kur’ân-ı Kerim, namazı ve zekâtı emrettikten hemen sonra, Allah’a ve Resûlü’ne itaati emretmiştir ki bu da, Resûlullah’a itaatin, namaz ve zekât derecesinde gerekli olduğunu ve yine ona itaatin, âdeta namaz ve zekât gibi farz olduğunu göstermektedir. Hz. Peygamber, dini tebliğde masum olup sünneti de vahiyden ibarettir. O, hareketlerinde ve sözlerinde Rabb’inden bir beyyine üzerinedir. Onun fiil ve sözleri de Allah’tandır. Dolayısıyla onun vermiş olduğu hükümler de Allah için olmuş olur. Çünkü o, sadık ve masumdur.
Hz. Peygamber’e itaat etmek, onun sünnetine sarılmak ve getirdiklerini kabul etmekle olur. Kur’ân’da, Hz. Peygamberin, bilhassa inananlar için Allah’ın büyük bir lütfu olduğu belirtilmekte, ona iman, ona itaatle irtibatlandırılmakta; yine, insanlar için en güzel örnek şahsiyet olarak gösterilmekte, ona, insanlara tebliğ edip öğretmesi için Kur’ân’ın yanında çoğu yerde sünnet anlamına gelen hikmetin de verildiği tesbiti yapılmakta, vahiy sadece Kur’ân ile sınırlandırılmamakta, pek çok yerde Hz. Peygamber’e itaat, Allah’a itaatle birlikte zikredildiği gibi, münferit olarak da ona itaatin lüzumu vurgulanmaktadır.
Resûlullah’a uymak, O’nu tanrılığa ortak etmek demek değildir. Efendimize (sallallahu aleyhi ve sellem) sırf Allah’ın Resûlü, görevlendirdiği peygamberi, dininin tebliğcisi, hidayetinin ve emirlerinin bildiricisi ve habercisi olduğundan dolayı, yine sırf Allah için uymak ve izinden gitmektir. Hâsılı Allah’a itaat ile Resûlü’ne itaat arasında karşılıklı bir gereklilik vardır. Fakat bunda Allah gibi sevmekle, Allah için sevmek arasındaki büyük farkı görmezlikten gelip göz ardı etmemek gerekir. Bu, Allah’a şirk ve küfürdür.
O’nu Sevmek
Allah’a sevgiden sonra, Hz. Peygamber’e de sevgi farzdır. Çünkü o, insanları dalâletten aydınlığa, küfürden imana çıkarmada büyük bir vesile olmuştur. Ve aynı zamanda o, ahlâkın ve dinin tatbikatında müminler için en güzel bir model ve örnek olmuştur. Müminlerin, kendilerine pek çok iyiliği olan Resûlullah’a karşı gösterecekleri sevgiden daha tabiî ne olabilir ki?
Zaten Yüce Allah da, hem kendisinin hem de peygamberi Sevgili Habîbi Hz. Muhammed Mustafa’nın (sallallahu aleyhi ve sellem), her şeyden daha fazla sevilmesini istemiştir:
“Onlara de ki; eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, hanımlarınız, akrabalarınız, kabileniz, elde ettiğiniz mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız evler ve meskenler, size Allah ve Resûlü’nden ve Allah yolunda cihaddan daha sevimli ise, artık Allah’ın emri gelinceye kadar bekleyin. Allah böylesine fâsıklar topluluğuna hidayet nasip etmez.” (Tevbe, 9/24)
Peygamber Efendimiz de bir hadislerinde: “Beni ananızdan, babanızdan, çoluk çocuğunuzdan ve herkesten çok sevmedikçe gerçek mânâsıyla iman etmiş olmazsınız.” (Buhârî, İman 8) buyurarak bu sevginin gerekliliğine dikkatleri çekmiştir.
Müminlerin, Resûlullah’ı içlerinden gelerek sevmeleri, aynı zamanda onlara, inanmanın manevî zevkini tattıracaktır. Bu sevgi olmadığı zaman, imandan ve İslâm’dan kaynaklanan bu zevkten mahrum kalınacak ve yemek yiyip de, tat alma duygusundan yoksun olan adamın durumuna düşülecektir. Müminin, sevdikleriyle beraber olmayı arzu ettiği kişilerin başında, Efendiler Efendisi Hz. Muhammed Mustafa (sallallahu aleyhi ve sellem) geleceğine göre, dünyada (Allah’tan sonra) en çok sevdiği de pek tabiî o olacaktır.
O’na Salât ve Selam Getirmek
Müminlerin, Hz. Peygamber’e karşı yapmaları gerekli vazifelerden biri de, ona salât u selam getirmeleridir. Bu hususu bir sonraki soruda detaylı olarak izah edeceğimizden dolayı hatırlatıp geçiyoruz.
Kaynak: Muhittin Akgül, 99 Soruda Efendimiz