Mekke müşrikleri Hz. Peygamber’den (sallallahu aleyhi ve sellem) bir mucize istemişti. O da Allah’ın izniyle parmağının işaretiyle Ay’ı ikiye parçalamıştı. İkiye ayrılan Ay, bir müddet sonra yeniden eski halini aldı. Kur’ân-ı Kerim’de bu hadisenin ele alınışı şöyledir:
“Kıyamet saati yaklaştı, Ay yarıldı. Bir mucize görseler hemen yüz çevirirler ve “süregelen bir büyüdür” derler. Yalanladılar, nefislerinin arzularına uydular. Hâlbuki her iş yerini bulacaktır. Andolsun ki onlara (kötülüklerden) vazgeçirecek nice önemli haberler gelmiştir. Bunlar üstün bir hikmettir, fakat uyarılar fayda vermiyor.” (Kamer 54/1-5)
Bazı kimseler bu hadisenin Resûlullah zamanında vukû bulmadığını, bunun kıyamet kopmaya yakın bir zamanda olacağını iddia etmişlerse de, ayetlerin açıkça ortaya koyduğu ifadelerden, böyle bir hadisenin meydana geldiği anlaşılmaktadır. Ay ikiye ayrılınca Kureyş kâfirleri: “Ebû Kebşe’nin oğlu size büyü yaptı.” dediler. İçlerinden birisi: “Eğer Muhammed, aya büyü yaptıysa büyüsü bütün yeryüzündeki insanları tutacak değil ya! Diğer şehirlerden gelenlere sorun bakalım görmüşler mi?” dedi. Gelenlere sordular, onlar da aynı şekilde gördüklerini söylediler. Ancak onlar bütün bunlar karşısında şu çirkin iftirada bulundular: “Bu, öteden beri süregelen bir sihirdir.” (Ahmed İbn Hanbel, 1/413)
Ay’ın yarılması olayı, gerek Kur’ân’ın ifadeleri gerek sahih sünnet ve gerekse öteden beri ittifakla ümmetin tamamı tarafından kabul edilen bir gerçektir.
İnanmayan bazı kimseler, bu olayı inkâr ederek inkârlarına sebep olarak da: “Şayet Ay ikiye bölünmüş olsaydı, bunu hem tarihler yazar, hem de diğer memleketlerdeki insanlar da görürlerdi.” bahanesini göstermişlerdir. Bu bahaneye karşı şunları söyleyebiliriz:
1. Bu hadise meydana geldiği zaman, inanmayan insanların Hz. Peygamber’e karşı olan şiddetli düşmanlıkları tarihî bir gerçektir. Kur’ân, “Ay yarıldı.” demek suretiyle bunu ilan ettiği halde Kur’ân’ı inkâr eden o kimselerden hiçbir kimse, çıkıp da bu ayetin yalanlanmasına, böyle bir hadisenin inkârına kalkışmamıştır. Şayet böyle bir olay o gün için olmamış olsaydı, Kur’ân’ın bu haberini bahane ederek gayet şiddetli bir şekilde Resûlullah’ın davasını inkâr ederlerdi. Ancak tarih ve siyer kitaplarına baktığımızda, hiçbirisinde bu olayla ilgili kâfirlerin bir inkârına rastlamayıp sadece şu sözlerin söylendiğini görmekteyiz: “O bir sihirdir. Eğer diğer taraflardaki kervan ve kafileler de görmüşlerse, o zaman gerçektir.” Kafileler de böyle bir olayı gördüklerini söyleyince bu sefer de: “Ebû Tâlib yetiminin sihri semâya da tesir etti.” demişlerdir.
2. Mucize, nübüvvet davasını ispat, inanmayanları iknâ içindir, onları zorlamak için değildir. Bunu diğer taraflara göstermek veya zorlama derecesindeki bir açıklıkla ortaya koymak, hem İlâhi hikmete hem de teklif sırrına muhaliftir. Çünkü sır-ı teklif, akla kapı açmayı, ihtiyârı elinden almamayı gerektiriyor. Şayet Ay’ın yarılması olayı, bütün dünyaya gösterilmek için, uzun bir zaman devam etmiş olsaydı, o zaman diğer semâvî hadiseler kabilinden olup nübüvvete delil olmazdı. Ya da herkesi inanmaya mecbur ederek, aklın ihtiyarını elinden almış olacaktı ki, bununla da teklif sırrı kalkmış olacaktı. İşte bunun içindir ki bu hadise, hem ani, hem gece, hem insanların istirahatte olduğu bir zamanda meydana gelmiş oldu, bütün âleme gösterilmedi ve tarihler yazmadı.
3. Yine Ay’ın doğuş-batışıyla ilgili bir mesele de vardır ki o da; Ay bir yerde doğar, diğer bir yerde batar. Dünyanın bir yeri geceyken diğer bir tarafı gündüz, akşam..dır. Ay’ın tutulması bir yerde görülür, diğer bir yerde görülmez. Onun için Ay’ın bölünmesi hadisesinin her yerde görülmemesi, onun vukû bulmadığına delil olamaz.
4. Hava şartları her yerde aynı değildir. Bazı yerler sisli, bazı yerler bulutludur. Bu da, olayın her yerde görülmemesine bir sebeptir.
5. Bu olayın geçtiği saatler gece vakti olup bu vakitte insanlar genellikle evlerinde bulunduklarından ve o zaman için gökyüzünü gözetleme yaygın olmadığından böyle bir olay herkes tarafından görülmemiş olabilir.