Kur’an-ı Kerim’de, İsrailoğulları, Ehl-i Kitap ve Yahudi isimleriyle zikredilen ve en çok bahsi geçen kavim Yahudilerdir. Yahudilerin en önemli peygamberleri Hz. Musa, Kur’an’da 136 kez geçerken, Hz. Musa’nın Firavun’la olan mücadelesi otuz dört sûrede, İsrailoğullarına ait bilgiler de 24 sûrede anlatılmaktadır. Tâhâ ve A’râf sureleri tamamen onlardan bahsetmekte, Hz. Yusuf’la Mısır’a intikallerini anlatan uzun bir bilgi de Yusuf sûresinde yer almaktadır. Buralarda onların tarihinden, inançlarından, kutsal kitaplarından, peygamberlerinden -ki Kur’an’da ismi geçen peygamberlerin ekserisi bu kavme gönderilmiştir-, ahlâkî davranışlarından, sosyal ilişkilerinden ve Müslümanlarla olan ilişkilerinden bahsedilir. Ayrıca Efendimiz zamanında yaşayıp Efendimiz’in tebliğine muhatap olan Yahudilerden de çokça bahis açılmıştır. Yahudiler hakkında gelen ayetlerin yarısı Mekke’de yarısı da Medine’de nazil olmuştur.[1]Bkz. Ömer Faruk Harman, DİA, “Yahudilik” maddesi, c. 43, s. 220-226.
Yahudilere Kur’an’da Benî İsrâîl denmesinin sebebi Hz. Yakup’un bir diğer isminin “İsrail” oluşundandır. (Âl-i İmrân 3/93; Meryem 19/58) Bu kavim Hz. Yakup’un neslindendir.
Kur’an’da Yahudiler hakkında hem olumlu hem de olumsuz anlatımlar vardır. Kur’an, Yahudilere verilen nimetleri birkaç yerde sayarken, Efendimiz’e muhatap olan Yahudiler’e Allah’ın daha önce atalarına ne kadar büyük nimetlerde bulunduğunu hatırlatmakta, onların bunca nimete mukabil yaptıkları yanlışları gözler önüne sermekte ve aynı hataları tekrarlamamalarını istemektedir. (el-Bakara 2/47, 122; el-A‘râf 7/140; ed-Duhân 44/32)
Aynı zamanda müminlere de Allah’ın ihsanlarının aslında bir imtihan vesilesi olduğunu, asla nimete nankörlük etmemeleri gerektiğini; aksi takdirde kınanma, lanetlenme ve ahirette azap gibi benzer tehlikenin kendileri için de mevzu bahis olduğunu ders vermektedir.
Yahudilerin Lanetlenmesi
Şimdi Yahudilerin lanetlenmelerinden bahseden ayete bakalım. Ayet şöyle:
“Allah’tan gelmiş olan bir ipe ve insanlar tarafından uzatılan bir ipe (sisteme) tutunmaları müstesna, onlar nerede bulunurlarsa bulunsunlar, üzerlerine zillet damgası vurulmuştur. Allah’ın gazabına uğramış, meskenete mahkûm edilmişlerdir. Bu, onların Allah’ın âyetlerini inkâr etmeleri ve haksız yere peygamberleri öldürmeleri sebebiyle olmuştur. Çünkü âsi olmuşlar ve haddi aşmışlardır.” (Al-i İmran, 3/112)
Bu ayette Allah, mutlak mânâda Yahudilerin lanetlendiğini söylemiyor. Belli bir sebep doğrultusunda bunu hak ettiklerini söylüyor ki, kimse kimsenin yükünü, günahını çekmeyeceğine göre (Fâtır, 35/18), bu ayette lanetlenenler ve ahirette azaba dûçâr olacak olanlar, o dönemde ve daha sonrasında bizzat o suçu işleyenler, onu hak edenler, yani hem Allah’ın gönderdiği emirlere uymayan, O’nun sistemini kabul etmeyen hem de insanların düzen adına, barış adına ortaya koyduğu sistemi kabul etmeyen asi kimselerin kastedildiği anlaşılmaktadır. Bunların nerede olurlarsa olsunlar zillet ve meskenete maruz kalacakları bildiriliyor.
Yine, Benî İsrâil hakkında
“İsrailoğullarından küfre sapanlar hem Davud’un, hem de Meryem oğlu İsa’nın lisanı ile lânetlendiler. Bunun sebebi onların isyan etmeleri ve taşkınlık edip haddi aşmaları idi.” (Mâide sûresi, 5/78)
buyurulmaktadır. Ayette kendilerine lanetin geliş sebebi yine isyan etmeleri ve taşkınlık yapıp haddi aşmaları olarak zikredilmiştir.
Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in uygulaması da bu istikamette olmuştur. Medine’ye hicret eder etmez, oradaki Yahudi kabileleri ve müşriklerle, insani formlar içinde beraberce yaşama adına bir anlaşma imzalamışlardı. Zaman içinde bu anlaşmalarına riayet etmemeleri ve Müslümanlara hem açıktan cephe almaları hem de müşriklerle iş birliği yaparak büyük tehdit oluşturmaları sebebiyle kimileri Medine’den çıkarılmış kimileri de cezalandırılmıştır. Fakat, anlaşmanın gereğine sadık kalan ve fitne çıkarmayan, kan dökmeyen, sulh içinde yaşayan Yahudilere dokunulmamıştır. Efendimiz ruhunun ufkuna yürüdüğünde zırhının bir Yahudi’de, alınan borca mahsuben rehin olması da bunu gösteriyor. (Buhârî, Cihad 89, Mağâzî 86, Buyû’ 33, Selem 5, 6, İstikraz 1, Rehn 2, 5; Müslim, Müsâkât 124-126; Tirmizî, Büyû’ 7, Nesâî, Büyû’ 58, 83; İbn-i Mâce, Ruhûn 1.)
Hatta, Zeyd b. Sa’ne isminde bir Yahudi, Efendimiz’e verdiği borcu vaktinden önce gelip istemiş, Efendimiz, daha süresi olduğunu hatırlattığı halde İbni Sa’ne hakaret etmeye başlamış. Olay ashabın önünde olmuş ve Hz. Ömer gibi pek çok sahabinin gazabını celbetmişti. Allah Rasûlü bütün hilmi ve kemâliyle Hz. Ömer’e sakin olmasını, borcun beytü’l-mâlden ödenmesini[2]Borç para, yeni Müslüman olan bir kavme gönderilmek üzere 80 miskal bir altındı., hatta korkuttuğu için de 20 miskal fazla vermesini söylemişti. Aslında Zeyd’in maksadı başkaydı; bunu kasten yapmıştı. Efendimiz’in alametlerini kendi kitaplarında görmüş, O’nun gerçekten o olup olmadığını test etmek istemişti. Tevrat’ta gördüğü iki sıfatı da Efendimiz’de görünce hidayete yürümüştü. O hasletten biri sabrı, diğeri de birilerinin kabalık ve huşuneti karşısında gösterdiği hilmi (yumuşak huyluluğu) idi.[3]Taberânî, el-Muʿcemü’l-kebîr (nşr. Hamdî Abdülmecîd es-Selefî), Beyrut 1405/1984, V, 222-223.
Görülüyor ki, sırf bir millete veya dine mensup olduğu için dinimizin insanlara şartlı yaklaşımı söz konusu değildir. İnsanlar yaptıklarıyla değerlendirilmektedir.
Hiçbir Irkın bir Diğerine Üstünlüğü Yoktur
Allah insanların birbirlerine üstünlüğünün ancak takva ile olduğunu beyan buyuruyor (Hucurat, 49/13). Ayrıca Fahr-i Kâinat Efendimiz, Allah’ın insanların suretlerine ve cisimlerine değil de kalplerine ve amellerine baktığını beyan buyuruyor[4]Müslim, Birr, 33; İbn Mâce, Zühd, 9; Ahmed b. Hanbel, II, 285, 539 Yani, Allah insanların iradeleriyle yaptıkları ve takındıkları sıfatları zaviyesinden onları değerlendiriyor, yoksa mensup oldukları aile, soy, ırk veya millete göre değil.
Hatta, Kur’an bazılarının kendilerinin üstün olduğunu iddia etmelerini eleştirerek bunun doğru olmadığını belirtir:
“Hem Yahudiler hem de Hıristiyanlar “Biz Allah’ın evlatları ve sevgilileriyiz.” Dediler. De ki: “Öyleyse niçin Allah sizi günahlarınız sebebiyle cezalandırıyor?” Hayır, bilakis siz O’nun yarattığı birer beşer topluluğusunuz. Allah dilediğini affeder, dilediğini cezalandırır. Göklerde, yerde ve ikisi arasında olan her şeyin hakimiyeti Allah’ındır. Dönüş de O’na olacaktır.” (Mâide, 5/18)
Bu ayette de onların kuru kuruya mensubiyetlerinin hiçbir anlam ifade etmediğinin, bilakis işledikleri günahlar sebebiyle cezalandırıldıklarının altı çiziliyor. Kur’an hiçbir zaman onları genellemiyor. Mesela, “O fâsıklar hem bunları reddedecek hem de ne zaman bir antlaşma yapsalar, içlerinden bir güruh onu bozup atıverecek öyle mi? Hatta sadece az bir güruh da değil, onların ekserisi ahit tanımaz imansızlardır.” (Bakara, 2/100) ayetinde yine ahdi bozanlar yeriliyor.
Şu ayetler de bizim ehl-i kitaba böyle bakmamızı emrediyor:
“Ehl-i kitabın hepsi bir değildir. Onların içinde öyle düzgün olanları vardır ki, gece saatlerinde Allah’ın âyetlerini okuyarak secdelere kapanırlar. Bunlar Allah’ı ve âhirete iman eder, iyiliği yayar, kötülükleri önler ve hayırlı işlere yarışırcasına koşarlar. İşte onlar salihlerdendirler. Yaptıkları hayır ve iyiliklerden, mükâfatsız kalan bir tek iyilik bile bulunmayacaktır. Allah günahlardan korunan takvâ ehlini pek iyi bilir. Kâfir olanların ne malları ne de evlatları, kendilerini Allah’ın cezasından asla kurtaramaz. Onlar cehennemlik olup orada ebediyen kalacaklardır. O batıl yollarda olanların bu dünya hayatında harcadıkları malların durumu, kendi öz canlarına zulmeden kimselerin ekinine isabet eden ve o mahsulü kasıp kavuran bir rüzgârın durumuna benzer. Doğrusu Allah onlara zulmetmedi, ama onlar kendi kendilerine zulmettiler. (Al-i İmran, 3/113-117)
Burada çok net bir şekilde, Allah’ı ve âhireti tasdik eden, iyiliği yayan, kötülükleri önleyen ve hayırlı işlere yarışırcasına koşan salih kimselerin övüldüğünü, aksi tavır sergileyenlerin de yerildiğini görmekteyiz.
Kur’an’da Yüce Rabbimiz, bunların yaptıklarından pişman olmalarını, hallerini düzeltmelerini istemekte ve tevbe kapısının ardına kadar açık olduğunu şu sözlerle dile getirmektedir:
“İnsanlar için biz kitapta açıkladıktan sonra, indirmiş olduğumuz aşikâr delilleri ve hidâyeti gizleyenler var ya! İşte onlara Allah lânet ettiği gibi, lânet edebilecek herkes de lânet eder. Ancak onlardan tevbe edip hallerini düzelten ve gerçekleri açıklayanlara gelince: Ben onların tevbelerini kabul ederim. Zira tevbeleri kabul eden, çok merhametli olan Ben’im. İnkâr edenler ve inkârcı olarak da ölenler var ya! İşte Allah’ın, meleklerinin ve bütün insanların lâneti hep onların üstünedir. Onlar bu lânet içinde ebedî olarak kalırlar. Onların azapları hafifletilmeyeceği gibi, kendilerine yeni bir mühlet de verilmez.” (Bakara, 2/ 159-162)
Hemen ardındaki ayette de “Ey İsrail’in evlatları! Bir vakit de Tevrat’ı uygulayacağınıza dair sizden söz almış, sonra bu ahdi bozduğunuz için Dağı üzerinize kaldırarak demiştik ki: Size verdiğimiz Kitaba kuvvetle sarılın ve muhtevasını iyi inceleyip ders alın ki kötü akıbetten korunasınız.” (Bakara 2/63) buyrularak, kurtuluş yolları gösteriliyor, hatta bu hususta bir istek ortaya konuyor.
Yahudiler hakkında Kur’an’da eleştiri mahiyetinde gelen ayetlerin bir kısmı ise onların Efendimiz’in geleceğini ve alametlerini bildikleri halde iman etmemeleri noktasında merkezîleşir. Kur’an’ın ifadesiyle, kitaplarındaki bilgi o kadar nettir ki, O’nu gördüklerinde, kendi çocuklarından daha iyi tanımışlardı. (Bakara, 2/146) Yine bir Yahudi alimi olan Abdullah b. Selam, O’nu görür görmez, kendi kitaplarında gördüğü bilgilerin üstüne bir de O’nun hakikat gamzeden simasına vurulmuş ve “Vallahi bu yüzde yalan yok” diyerek iman etmiştir.[5]İbn-i Sa’d, Ebû Abdillâh Muhammed b. Sa‘d b. Menî‘ el-Kâtib el-Hâşimî el-Basrî el-Bağdâdî, Tabakat, I, 235; İbn-i Abdi’l-Berr, İstiab, III,922. Yahudilerin birçoğu ise, körü körüne bir inat sebebiyle, hasetlerine mağlup olarak Efendimiz’i kabul etmemişlerdir.
Kur’an’da bahsedilen ve Yahudilerin üstün kılınması ile alakalı ayeti ise, İslâm alimleri tarihi gerçekliklerle birlikte ele alarak, üstünlüğün ırk veya başka bir sebeple değil, kendilerine Allah’ın birçok peygamber göndermesi ve Tevrat’ın verilmesi sebebiyle olduğu kanaatindedirler.[6]İbn Kesîr, Ebü’l-Fidâ’ İmâdüddîn İsmâîl b. Şihâbiddîn Ömer b. Kesîr b. Dav’ b. Kesîr el-Kaysî el-Kureşî el-Busrâvî ed-Dımaşkī … Okumaya devam et
Kur’an’da da Sünnet’te de herhangi bir kavim mutlak olarak üstün kılınmamıştır. Bilâkis, bir kavmin bir başka kavme üstünlüğünün olmadığını, Fahr-i Âlem Efendimiz, veda hutbesi esnasında binlerce ashabına seslendiği şu hadisinde çok net ifade etmiştir:
“Ey insanlar! Dikkat edin, şüphesiz Rabbiniz birdir. Kezâ babanız da birdir. Dikkat edin! Arab’ın aceme, acemin Arab’a, kırmızının siyaha, siyahın kırmızıya takvâ dışında bir üstünlüğü yoktur”[7]Ahmed b. Hanbel, Müsned, Çağrı yay., İstanbul, 1992, V, 411; et-Taberânî, Ebu’l-Kâsım Suleyman b. Ahmed b. Eyyub, el-Mu‘cemu’l-evsat (I-X), (thk. Tarık b. ‘Ivazullah b. Muhammed ve … Okumaya devam et
Bir ayette, “İman edenler, Yahudiler, Hristiyanlar, Sabiîler… Her kim Allah’a ve âhiret gününe (gerçekten) iman eder ve amel-i salih işlerse, elbette onların Rab’leri yanında mükafatları vardır. Onlar için herhangi bir korku olmadığı gibi kendilerini üzecek bir şeyle de karşılaşmazlar.” (Bakara, 2/62) buyrularak ortak noktaları yine hayır ve güzellikleri hayatlarına hayat yapmaları olan farklı grupları aynı zeminde toplamıştır. Kur’an’ın bu husustaki genel anlayışını göstermesi açısından şu ayet de dikkat çekicidir:
“Allah’ın vaat ettiği bu mükâfat ne sizin temennileriniz ne de Ehl-i kitabın temennileri ile elde edilmez. Kim kötü iş yaparsa onun cezasını bulur ve Allah’tan başka, kendisini o azaptan kurtaracak ne bir hami ne de bir yardımcı bulamaz. Erkek olsun kadın olsun kim mümin olarak iyi ve yararlı işler yaparsa, işte onlar cennete girerler ve zerre kadar bile hakları yenmez. Hep iyiliği şiar edinmiş olarak, yüzünü ve özünü Allah’a teslim edip bir de İbrâhim’in tevhid dinine tâbi olan kimsenin dininden daha güzel din olabilir mi? Bundandır ki Allah İbrâhim’i dost edinmiştir.” (Nisâ, 4/123-125)
Hâsılı, Kur’an’da Yahudilerden çokça bahsedilmesi, insanların Allah’la olan ilişkilerinde dikkat etmeleri gereken konuları göstermesi açısından çok önemlidir. Kur’an öncelikle, laneti hak eden Yahudilerin başına gelenlerden bahsediyor ve hem Kur’an’ın geldiği dönemdeki Yahudilere göz dağı veriyor hem de Müslümanlara “dikkat edin” mesajı veriyor. Çünkü ayetleri genel olarak incelediğimizde Kur’an’ın insanları sıfatlarıyla ve yaptıklarıyla ele alıp konuştuğu görülüyor. Yani, Allah’ın lanetini celp edecek hususiyetleri gösteriyor. Böylelikle hem Müslümanlara hem de ismen bahsedilen Yahudilere, hatta bütün insanlığa “kim bu günahları işler, bu yanlışları yaparsa akıbeti böyle olur” mesajı veriyor. Zira, Üstad Bediuzzaman’ın dediği gibi Müslüman’da kafir sıfatı ve kafirde de Müslüman sıfatı olabilir[8]Bkz. Bediuzzaman, Said Nursi, Münâzarat, s. 70-71.. O halde, Allah kişilerin yaptıklarına ve kalplerinde taşıdıklarına bakıyor. Böyle olunca bir mümin Kur’an’ın bütün ayetlerinin kendine hitap ettiğini, bir yönüyle kendine mesaj verdiğini görür.
Öte yandan Kur’an’da, Yahudiler toptan lanetlenmemiştir. Bir kısım Yahudiler, laneti, Allah’ın kendilerine gönderdiği tebliği inkâr etmeleri ve o tebliği getiren peygamberleri şehit etmeleri, haddi aşmaları sebebiyle hak etmişlerdir. Bütün Yahudileri aynı kalıba koymamız mümkün değil. Zaten Kur’an bunu bizzat söylüyor. İyi olanlarını övüyor, kötü olanlarını yeriyor. Durum bu olunca Müslümanların da Allah’ın ahlakıyla ahlaklanmaları gerekir. Yani, Yahudileri de başka din ve millet mensuplarını da hiçbir hususta genellememelidirler. Hepsini bir sepete koymamalıdırlar.
Dipnotlar
⇡1 | Bkz. Ömer Faruk Harman, DİA, “Yahudilik” maddesi, c. 43, s. 220-226. |
---|---|
⇡2 | Borç para, yeni Müslüman olan bir kavme gönderilmek üzere 80 miskal bir altındı. |
⇡3 | Taberânî, el-Muʿcemü’l-kebîr (nşr. Hamdî Abdülmecîd es-Selefî), Beyrut 1405/1984, V, 222-223. |
⇡4 | Müslim, Birr, 33; İbn Mâce, Zühd, 9; Ahmed b. Hanbel, II, 285, 539 |
⇡5 | İbn-i Sa’d, Ebû Abdillâh Muhammed b. Sa‘d b. Menî‘ el-Kâtib el-Hâşimî el-Basrî el-Bağdâdî, Tabakat, I, 235; İbn-i Abdi’l-Berr, İstiab, III,922. |
⇡6 | İbn Kesîr, Ebü’l-Fidâ’ İmâdüddîn İsmâîl b. Şihâbiddîn Ömer b. Kesîr b. Dav’ b. Kesîr el-Kaysî el-Kureşî el-Busrâvî ed-Dımaşkī eş-Şâfiî,Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, I, 85. |
⇡7 | Ahmed b. Hanbel, Müsned, Çağrı yay., İstanbul, 1992, V, 411; et-Taberânî, Ebu’l-Kâsım Suleyman b. Ahmed b. Eyyub, el-Mu‘cemu’l-evsat (I-X), (thk. Tarık b. ‘Ivazullah b. Muhammed ve Abdulmuhsin b. İbrahim elHuseynî), Dâru’l-Harameyn, el-Kahire, 1415, V, 86. |
⇡8 | Bkz. Bediuzzaman, Said Nursi, Münâzarat, s. 70-71. |