Soru: Kadınların Özel hallerinde yapmaları haram olan ibadetler nelerdir?
a) Namaz kılmak:
Âdetlinin ve loğusanın namaz kılmaları ve secde yapmaları haramdır. Namaz ister farz, ister vacip, ister sünnet, ister nafile ve isterse geçmiş bir namazın kazası olsun. Secde de ister Kur’ân-ı Kerîm’deki secde âyetlerinin okunması ve dinlenmesiyle yapılacak olan tilâvet (okuma) secdesi olsun, isterse şükür secdesi olsun. Dolayısıyla âdetlinin ve loğusanın, her nasılsa, okudukları ya da duydukları secde ayetinden ötürü secde yapmaları gerekmez. Çünkü kendilerinde bunun için gerekli olan ehliyet yoktur.
Her vaktin, bir başlangıç tekbiri sığacak son anına itibar edilir. İmam Âzam’a göre başlangıç tekbiri (tahrîme) sadece “Allah” demekle olabilir. Dolayısı ile son andan maksat, “Allah” diyebilecek kadar bir zamandır.
Yani herhangi bir vakitten bu kadar bir süre kaldığında kadın kan görse o vaktin namazı kendisinden düşer. Yine o kadar bir süre kaldığında kan kesilse, o vaktin namazını kaza etmesi gerekir.
Namaz; kadın ister ilk âdet gören, isterse düzgün âdetli olsun, kanın ilk görüldüğü andan itibaren terk edilir. On günü geçmedikçe, âdet günlerinin sayısını aşan kan ile de namaz terk edilir. Yine âdet zamanı gelmeden fakat en az on beş gün temiz kaldıktan sonra gelen kan ile de namazı bırakır. Sonra bunların âdet kanı olmadığı anlaşılırsa bıraktığı namazları kaza eder.Bunun bir istisnası vardır o da; kalan temizlik günleri, âdet günlerine eklendiği takdirde on günü aşacak bir zamanda kan görmesi durumudur. Meselâ, âdet günleri yedi, temizlik günleri yirmi gün olarak yerleşen bir kadın, on beş gün temiz kaldıktan sonra kan görse yirmi güne kadar namazını kılması istenir. Çünkü büyük ihtimalle bu kadın âdet günleri olan yedi günde de kan görecek ve o takdirde kan gördüğü günlerin sayısı on iki gün olmuş olacaktır. Demek ki ilk beş günde gelen kan âdet kanı değildir.
b) Oruç tutmak:
Âdetlinin ve loğusanın her türlü orucu tutmaları haramdır. Ancak bu durumda tutmadıkları oruçlarını sonradan kaza ederler. Hatta oruçlu iken akşam olmadan az önce kan gelse o günün orucu bozulur ve onun da kazası gerekir.
Bu oruç eğer farz ise, âdetle geçen farz oruçların kaza edilmeleri gerekli olduğu için, nafile ise, nafileye başlamak onu bitirmeyi gerektirdiği için kaza edilir. Adetli olan kadının Ramazan orucunu daha sonra kaza etmesi şu hadisler gereğince onun üzerine farz olur:
Bir gün Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) kadınlara yaptığı bir konuşmasında onlara hitaben şöyle dedi:
“Siz hayız olduğunuzda oruç tutmaz ve namaz kılmazsınız değil mi?” Onlarda: “Evet” dediler.” (Buhari, Hayz 6).
Bir başka hadis de şöyledir:
Hz. Âişe (radıyallahu anhâ)’nın anlattığına göre, bir kadın kendisine: “Temizlendiğimiz zaman kıldığımız mutad namaz bize yeter mi (hayızlı iken kılamadıklarımızın kazası gerekir mi?)” diye sormuş, o da şu cevabı vermiştir: “Sen Harûriyyeli (Hâricî) misin? Biz Resûlullah ile (aleyhissalâtu vesselâm) beraberken ay hali gördüğümüzde, bize tutamadığımız oruçları kaza etmemizi emrederdi, fakat namazların kazasını söylemezdi.” (Müslim, Hayz 69).
Ebu Davud’un aynı rivayetinde yine Hz. Aişe’den şöyle bir ziyade de bulunmaktadır:
“Biz orucu kaza etmekle namazı ise kaza etmemekle emrolunduk.” (Ebu Davud, Tahare 104).
Alimlerimiz, yukarıda zikredilen ve Hz. Aişe’den gelen rivayetlere binaen bayanların özel hallerinde oruç tutamayacaklarını, tutanların adet olduklarında bozmaları gerektiğini söylemişlerdir. Aslında kadınların hayız günlerinde oruç tutmayıp sonradan kaza etmeleri gerektiği, Kur’an’ın açıklayıcısı olan hadislerde açıkça belirtilmiştir. Bazı kişiler, sadece Kur’an’la hüküm verdiklerini zannetmeleri, Kur’an’ın tebliğcisi ve açıklayıcısı olan Allah Resulü’nü görmemeleri veya görmek istememeleri sebebiyle bu tür hiçbir mesnedi olmayan meseleleri biraz da meşhur olma niyetiyle gündeme getiriyorlar. Halbuki ne Aişe validemiz ne de diğer annelerimiz (Müslim, Hayz 68) ve o günkü kadınlar, özel günlerinde Ramazan ayında oruç tutmamışlardır. Hasılı, adetli kadınların Ramazan’da oruç tutmamaları ve sonradan kaza etmeleri gerektiği, dinimizin iki kaynağından biri olan Allah Resulü’nün hadislerinde açıklanmaktadır.
Diğer taraftan kadınların bu günlerdeki namaz kılmalarıya ilgili hüküm böyle değildir. Kadın bu günlerdeki namazlarından sorumlu olmadığı için, az önce de söylediğimiz üzere, son anında kan gördüğü vaktin namazı üzerinden düştüğü gibi, başladığı farz namaz esnasında kan gelse o namaz da üzerinden düşer. Ancak başladığı ve o esnada kan gördüğü namaz nafile ise, kan gelmekle bozulur ama sonradan kaza edilmesi gerekir. Çünkü yukarıda da ifade edildiği üzere, nafileye başlamak onu bitirmeyi gerekli kılar.
Yine, adamak (nezirde bulunmak) suretiyle kendisine namaz ya da oruç vacip kılıp bunları yerine getirme vaktinde âdet görse, ya da loğusa olsa başka günde adağını yerine getirmesi gerekir. Ancak âdet gördüğüm gün oruç tutmak, ya da namaz kılmak Allah için üzerime borç olsun, demenin hiçbir anlamı yoktur. Böyle demekle namazı ya da orucu kendisine borç etmiş olmaz.
c) Kur’ân-ı Kerim okumak:
Âdetlinin ve Loğusanın, Kur’ân-ı Kerim’den, bir ayetten az da olsa, okumaları haramdır. Çünkü Hz. Peygamberimiz: “âdetli kadın da cünüb de Kur’ân’dan bir şey okumasın” buyurmuşlardır. (Tirmizî, Taharet 98, 111; Nesâî, Taharet 170; İbni Mâce, Taharet 105)
Bu, Kur’ân-ı Kerim’i, Kur’ân olarak okuma halindeki hükümdür. Kur’an’dan olan sözlerle dua, ya da zikir kastetmesi halinde, okuyacağı şeyler uzunca bir ayet kadar varsa hüküm yine aynıdır. Ama “bismillah”, “elhamdülillah” gibi kısa ifadelerse bu caizdir. Buna göre “bismillahir-Rahmânir-Rahîm”ve “elhamdülillâhi Rabbilalemin” gibi şözleri söylemenin caiz olmaması gerekir, ancak dua, bereket ve hayır kastıyla söylemenin bir sakıncası olmadığı çoklarınca söylenmiştir. Hatta sırf dua kastıyla okuması halinde meselâ “Fâtiha”nin tamamını bile okumasında sakınca yoktur, diyenler de vardır. Ancak dua anlamına gelmeyen ayetleri dua kastıyla okumak, maksadı dua etmek de olsa caiz değildir.
Âdetli ya da Loğusa ve hattâ cünüp olan birisi Kurân öğreticisi ise her iki kelimeden birini atlamak suretiyle kesik kesik okur ve öğretir. Bazılarına göre âyetin yarısını öğretir keser ve diğer âyetin yarısını öğretir ve böylece devam eder. Bu durumdaki bir kadının Kur’ân-ı Kerîm’i, kelime aralarını ayırmak suretiyle, harf harf ya da kelime kelime heceleyerek okumasında sakınca yoktur, bu mekruh değildir.
Âdetlinin ve Loğusanın Tevrat’ı, İncil’i ve Zebur’u okuması da mekruhtur. Çünkü bunlar da aslında Allah’ın sözü idiler. İnsanlar bunları sonradan bozdu, ancak içlerinde asıllarından bazı parçaların bulunması muhtemeldir. Bundan; hem hükmü hem de okunuşu neshedilen (kaldırılan) Kur’ân ayetlerini okumanın da en azından mekruh olduğu anlaşılır.
Sadece ağzı yıkamak Kur’ân okumayı helâl kılmaz. Nitekim sadece elleri yıkamak da dokunmayı helal kılmaz.
d) Kur’ân’a dokunmak:
Tam bir ayetin yazılı olduğu şeye âdetlinin ve Loğusanın dokunması da haramdır. Dolayısıyla bir ayetten kısa bir Kur’ân parçasına dokunması mekruh (nahoş) değildir. Ancak bir ayetten az da olsa dokunamaz, diyenler de vardır. Bu Kur’ân parçasının; meselâ bir parada ya da bir tabloda olması halinde de durum aynıdır.
Abdest organları dışındaki bir organla dokunması halinde de en sağlam görüşe göre, yine haram işlemiş olur.
Tefsir, Hadîs ve Fıkıh gibi şeriat kitaplarına dokunması da haramdır. Çünkü bunlarda Kur’ân âyetleri bulunmaması mümkün değildir.
Bu ifade açıklamalı nahiv (Arapça gramer) kitaplarına da dokunamayacağını anlatır. Ancak İmam Azam’a göre hem nahiv kitaplarına hem de Hadîs ve Fıkıh kitaplarına dokunmak, bu ilimleri öğrenmekte olanlar için haram değildir. Talebesi olan diğer iki İmam ise aksi görüştedirler. Ne var ki, bu durumda bu kitapları tutmak isteyenler de ta’zim ve hürmet göstermek zorundadırlar ve bunu elbiselerinin yenleriyle tutarak değil, her abdestleri kaçtığında yeniden abdest alarak yapmalıdırlar.
Dokunma konusunda Kur’ân’ın yazılı kısmı ile yapraklarının boş bulunan beyaz kısmı ve Mushafa bitişik olan cildi eşittir. Bu hüküm sadece Kur’ân-ı Kerim’e aittir. Tabloda, parada, duvarda, tefsir ve hadis kitaplarında ise dokunmanın haram olduğu yer sadece Kur’ân ayetinin yazılı olduğu yerdir, bunun dışındaki yerlerine dokunması haram değildir.
Kur’ân-ı Kerim’e, ondan ayrı bir şeyle, meselâ ona bitiştirilmemiş bir ciltle ya da elbisenin yeniyle dokunması caizdir. Ancak elbisenin yeniyle dokunmasının mekruh (nahoş) olduğunu söyleyenler de vardır. Çünkü Kur’ân’a bitişik cilt ondan sayıldığı gibi, insanın üzerindeki elbisesi de kendisinden sayılır, demişlerdir.
Zikir ve dua mecmualarını tutmak caiz ise de hoş değildir, tutmamak daha iyidir.
Âdetli ve Loğusa olan kadın Kur’ân-ı Kerîm’i ve içinde Kur’ân âyetleri bulunan yazı parçalarını, okumadan yazacak olsa dahi yazamaz. Ancak okumadan yazabileceğini söyleyenler de vardır. Çünkü kalem Kur’ân’dan ayrı bir araçtır, nasıl Kur’ân-ı Kerîm, kendisinden ayrı bir şeyle tutulabiliyorsa, bu durumdaki kalemle de yazılabilir, demişlerdir ki, bunun kıyasa daha uygun olduğu söylenmiştir. Yeter ki, eliyle dokunmuş olmasın. Sadece ellerin yıkanması dokunmayı helal kılmaz.
Kur’ân-ı Kerim’in yabancı dillerle yapılmış tercümelerine el sürmek de mekruhtur.
Küçük çocuklara, abdestleri olmasa bile, Kur’ân-ı Kerîm’i vermekte bir sakınca yoktur. Ancak mümeyyiz olanlarına, Kur’ân-ı Kerim’e ta’zimi, yani saygıyı öğretmek için abdest aldırmak güzel bir davranıştır.
e) Kâbe’yi tavaf etmek:
Âdetlinin ve loğusa kadının Kâbe’yi tavaf etmeleri de haramdır. Bu durumda iken tavaf yapmışsa tavafı geçerlidir (sahihtir), ancak bir hatâ ve bir günah işlemiştir, bu yüzden büyük başlardan bir ceza kurbanı kesmesi gerekir. Tavafın, mescidin içinde yapılmasıyla dışında yapılması arasında fark yoktur.
f) Mescide girmek:
Bu durumdaki kadının, beklemeksizin geçmek şeklinde de olsa mescide girmesi haramdır. Mescidlerin üzeri de mescid hükmündedir. Ancak yırtıcı bir hayvandan, hırsızdan, soğuktan, susuzluktan.. korkmak gibi bir zorunluluk (zaruret) bulunması durumu müstesnadır. Böyle durumlarda da mümkünse teyemmüm yaparak girmesi daha güzel olur.
Bayram ve cenaze namazlarının kılındığı açık alanlardan geçmesinde bir sakınca yoktur. Çünkü bunlar mescid hükmünde değildir.
Soru: Kadınlar özel hallerinde ibadet ü taat adına neler yapabilirler?
“Hayızlı kadınla cünüb kimsenin dua okumasında, yazılı duaya dokunmasında ve taşımasında, Allah Teâlâ’yı zikir ve tesbih etmesinde, kabirleri ziyarette bulunmasında, bayram namazgâhına girmesinde ve elini ağzını yıkadıktan sonra yiyip içmesinde bir beis yoktur. Fakat elini ağzını yıkamadan yiyip içmek cünüb kimseye mekruh olsa da hayızlıya yıkanmakla mesul olmadıkça mekruh değildir.”
“Hayızlı kadının her namaz vakti için abdest alarak namaz yerinde o namazı kılacak kadar oturması, âdetini unutmamak için tesbih ve tehlil ile meşgul olması müstehabtır.” demişlerdir. Bir rivayette: “Bu kadına evvelce kıldığı namazların en güzelinin sevabı verilir.” buyrulmuştur.” Bu ifadeler İbni Abidin’de geçmektedir.
Görüldüğü gibi, bir bayan adet veya hayızlı olduğu günlerde büsbütün Allah’la irtibatını kesmemeli ve yukarıda da ifade edildiği gibi, duayla, tesbihle, zikirle, abdestli olarak seccadesinde geçirdiği vakitle Allah’a yönelmelidir. Kadının bu şekilde davranması, özellikle evde bulunan çocuklar için çok önemlidir. Çünkü kadınların, özel hallerini bu şekilde değerlendirmeleriyle, onlara bakan çocukların zihinlerine, demek ki bazı zamanlarda ibadet yapılmayabiliyormuş şeklinde bir düşünce gelmeyecektir.
Diğer yandan adet halinde bulunan bir kadın Kur’an okuyamasa ve ona el süremese de, Kur’an’ı dinlemesinde veya ona bakmasında bir sakınca yoktur.
Soru: Hayızlı bir kadın cenaze yıkayabilir mi?
Bilindiği gibi, kadın cenazeyi kadın, erkeği de erkek yıkar. Yıkayanın cünüp, hayızlı, nifaslı, ve gayrı müslim olması mekruhtur. (Yani hoş olmamakla beraber, bunların yıkadığı da olur.) Ama bunlardan başka yıkayabilecek kimse yoksa, bunların da yıkamalarında bir mahzur yoktur.
Soru: Hayızlı iken vücuttan tüy koparılmaz, tırnak kesilmez gibi söylentiler var. Bunun doğruluk derecesi nedir?
Fıkıh Kitaplarının, adetli, loğusa ve cünübün yapması haram olan şeyler bölümlerine bakıldığında, vücutlarından tüy yolmaları, traş etmeleri, ya da tırnak kesmeleri gibi temizliklerin sayılmadığını görürüz. Bu da bu davranışların, bu halde iken haram olmadığını gösterir. Ancak bunun helâl olduğunu söyleyenler de yoktur. Hatta İmam Gazâlî, öbür dünya’daki dirilme bedenen olacâğından (haşr-ı cismânî) ve bu dünyada iken insandan kopan her parça; orada koptuğu yere yeniden takılacağından dolayı, bu hallerde iken tüy yolmaları mekruh olduğunu söyler. (F. Hindîyye 5/358) Bazı fetvâ kitaplarında da: “Cünüpken vücudundan tüy koparılmayacağını da bilmek gerekir.” denir. Ancak koltuk altı; kasık ve tırnak temizliğinin kırk gün geciktirilmesinin tahrimen (harama yakın) mekruh olduğunu düşünürsek diyebiliriz ki, temizlik süresi kırk günü aşmayacaksa, âdetli; lohusa ve cünübün vücudundan bir şey koparmaması gerekir. Aşacaksa “zararların hafif olanını” seçer ve bu tür temizliklerini yapabilir.
Soru: Hayızlı, nifaslı ya da cünüp iken, yeni doğmuş bebeğe bakılmaz deniyor. Bu ne derece doğrudur?
Cünübün, âdetlinin ve loğusanın yapamayacağı şeyler fıkıh kitaplarında etraflıca anlatılmıştır. Buna göre bahsedildiği şekilde bir haram söz konusu değildir. Bu, olsa olsa maddeten ve mânen temiz olmaya karşı duyulan titizlikten ve bu konudaki hassaslıktan doğmuş bir söylenti ve bir yönüyle de güzel bir kabulleniş biçimidir. Çünkü bunda temizlikte acele etmeye teşvik vardır. Ancak insanın, bir helâle haram deme yetkisine sahip olmadığı ve Kur’ân-ı Kerim’de geleneklere göre yaşayanların kınandığı da bilinmelidir.
Soru: Âdetli İken Nikâh Kıyılır mı?
Nikâhın sahih, ya da geçerli olmasının şartlarında böyle bir şey yoktur. Yani kadın, iddet bekliyor olması dışında hangi halde olursa olsun nikâhı sahîh ve geçerli olur. Yani âdetli iken yapılan bir nikâh da makbuldür. Ancak yörenizde böyle bir kabulleniş varsa, bu hüküm olarak yanlış olmakla beraber bir iyi niyete de işaret ediyor gibi görülebilir ki o da şudur: Evliliğe kadarki hayatlarını tertemiz geçiren karıkoca adaylarının zifaf geceleri önemlidir. Çünkü zifaf gecesi genellikle nikâhın kıyıldığı günün akşamına rastlar. O anda kadının âdetli olması, ya ömür boyu sürecek bir tiksintiye, ya yeni kurulan ailenin temellerine soğukluğun girmesine veya bu temellerin daha ilk günden bir haram ilişki üzerine kurulmasına sebep olabilir. Dolayısı ile düğün, imkân elverdiğince kadının âdetli zamanına denk getirilmemelidir. “Hayızlı iken nikâh olmaz” söylentisi de buradan çıkmış olabilir. Yani bu sözün işaret ettiği bir gerçek vardır ama söz, hüküm olarak doğru değildir. Doğru olmayınca mehrin geri verilip verilmemesiyle de ilgisi yoktur.
Soru: Âdetli karısı ile cinsel ilişkide bulunanın ne yapması gerekir?
Önce bunun sağlık açısından, sakıncalı, tıbben mahzurlu, tiksinti ve her iki taraf için de eziyet verici bir iş olduğunu söylemeliyiz.
“Sana hayızlı ile cimayı soruyorlar. De ki, bu (her iki tarafa da) eziyet verici bir şeydir. Onlar âdetli iken onlardan ayrılın ve temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın. İyice temizlendiklerinde Allah’ın size emrettiği yerden onlara gidin. Allah çok tevbe edenleri ve tertemiz olanları sever.” (Bakara Suresi, 2/222)
Görüldüğü gibi âdetli karısı ile cinsel ilişkiyi Allah yasaklamıştır ve bu yasağın haram kılma anlamına geldiği söylenmiştir. Her şeye rağmen şeytana uyar ve bu çirkin haramı işlerse, ikisi de isteyerek yapmışsa ikisi de günah işlemiş olur. İkisinin de pişmanlık duyup tevbe ve istiğfar etmesi gerekir. Hz. Ebûbekir Efendimize birisi bunu sormuş ve: “İstiğfar et (bağışlanma dile) ve bir daha da yapma” cevabını almıştır. Biri istemeden diğeri onu zorlayarak yapmışlarsa, sadece zorlayan günahkâr olur. İşin fetvâ açısından hükmü budur. Ancak bir veya yarım dinar (bir dinar, yaklaşık 4.5 gr. altın demektir) sadaka vermesi müstehap (hoş ve daha temizleyici) bir davranış olur. Bunun açıklaması da hadis-i şeriflerden alınarak şöyle yapılır: Bu günah, âdetin ilk günlerinde yapılmışsa bir dinar, sonlarında ise yarım dinar verilir. Ya da kan siyah devresinde ise bir, sarı devresinde ise yarım dinar verilir. Bu da diğeri ile aynı kapıya çıkar. (Mevsıli, el-İhtiyâr 1/28.)
Bu söylediklerimiz elbette asıl cinsel ilişki (cima) için söz konusudur. Onun dışında ise koca karısından pek çok yolla yararlanabilir.
Soru: Hayızlı iken diş dolgusu yaptırılabilir mi?
Hanefi mezhebinde gusül abdesti sırasında ağzın içinin de yıkanması farzdır. Fakat bir zaruretten dolayı diş dolgusu yaptırıldığında, yıkanması farz olan kısım o dolgunun üzeri olur. Bunun cünüpken veya hayızlıyken yaptırılması da, daha sonraki gusül abdestlerinin sıhhatine bir zarar vermez. Çünkü gusül esnasında, ağızda sabit bulunan dolgunun çıkarılarak, altının yıkanmasına imkân yoktur. Dolayısıyla bu zarureti gidermek için dolguların veya kaplamaların dış yüzeylerinin yıkanmasıyla guslün bu farzı yerine gelmiş olacaktır.
Ancak diş dolgusu için verilen bu fetva, zaruret ve ihtiyaç anında geçerlidir. Yoksa süs ve ziynet için gereksiz yere dişe yaptırılan dolgular için, guslün sahih olacağı şeklinde bir fetva verilemez.
Soru: Kur’an kursu öğretmenliği yapan bir kadın adet geldiğinde nasıl davranacaktır?
Kur’an kursu öğretmenliği yapan bir kadın adet halinde şayet kendisine yardım edecek kimse varsa düzeni muhafaza etmek için kursa devam edecek ve öğretim işini yardımcıya bırakacaktır. Yardımcı yoksa Hanefi ulemasından Kerhi ile Tahavi’nin fetvasına göre öğretimini devam ettirecektir. Kerhi: Öğretmen olan kadın adet halinde, kelime kelime; Tahavi ise, yarımşar ayet söylemekle öğretim yapmasında beis yoktur, diyor.
Soru: Hayızlı olan bir bayanın eşi tarafından öpülmesi caiz midir?
Kişi adetli karısının diz kapağı-göbek arasına dokunmadıktan sonra, onunla her türlü cinsel oynaşma yapabilir. Onunla ilişkiye girmek haram olduğu gibi, üzerinde bir şey olmaksızın göbeğiyle diz kapağı arasından faydalanması da caiz değildir. Diz kapağıyla göbek arasında bir örtü olduğu halde üzerinden faydalanabilir.
Adet günlerinde bulunan bir kadın yalnız bırakılmamalı, ondan ayrı yatılmamalı ve ona karşı gösterilen ilgi ve alaka kesilmemelidir ki, kadın kendisini bir kenara itilmiş gibi hissetmesin. Diğer yandan yukarıdaki sınırları koruduktan sonra erkeğin, kadından faydalanması caizdir. Buna göre erkeğin hanımını öpmesinde okşamasında vs. bir mahzur yoktur.
**
Kaynaklar:
[1] Halil Gönenç, Günümüz Meselelerine Fetvalar
[2] İbni Abidin, Reddü’l-Muhtar