Zekâtta esas olan malın bulunduğu yerdeki fakirlere dağıtılmasıdır. Peygamber Efendimiz ve Hulefa-i Raşidin dönemindeki uygulama bunun üzerine caridir. O dönemde zekât memurları zekât toplamak üzere tavzif edildikleri yerlere gönderilirken, kendilerine belde sakinlerinin zenginlerinden alınan zekâtın yine aynı beldenin fakirlerine dağıtmaları emredilmiştir. Mesela Peygamber Efendimiz (s.a.s) Muaz b. Cebel’i Yemen’e gönderirken ona zenginlerden topladığı zekâtı yine aynı beldenin fakirlerine dağıtmasını emretmiştir.
O dönemde gönderilen zekât memurlarının merkez-i hilafete dönerken, topladıkları bütün zekâtı aynı yerde dağıttıklarından dolayı beraberlerinde hiç bir mal getirmediklerini ve gittikleri gibi geldiklerini görüyoruz. Hatta Ömer b. Abdülaziz gibi bazı halifeler, ahalisi fakir olduğu halde topladıkları zekâtı onlara dağıtmayıp kendisine getiren memurları tekrar geri göndererek zekâtı onlara iade ettirmişlerdir. Aslında malın zekâtının aynı yerde dağıtılması zekâttan beklenen hikmet ve maslahatların gerçekleşmesi için de daha uygundur. Çünkü zenginlerin zekâtı üzerinde en fazla hak sahibi olanlar yine onlarla aynı yerde yaşayan fakirlerdir. Zekâtın fakirlerle zenginler arasında bir köprü olduğunu düşündüğümüzde, bu köprünün kurulacağı en uygun zemin de budur. Böylece fakirlerin zenginlerin malında gözü olmayacak ve aralarında bir sevgi bağı kurulacaktır.[1]Yusuf el-Karadavi, Fıkhu’z-Zekat, c. 1, s. 721-723.
Ancak aynı dönemde zekât memurlarının, zekât topladıkları yerde masarifü’z-zekata ehil olan kimse bulunmaması veya bunlara dağıtıldıktan sonra zekâtın artması sebebiyle topladıkları zekâtın tamamını veya bir kısmını Medine’ye getirdiklerine de şahit oluyoruz. Mesela Peygamber Efendimiz (s.a.s) zamanında Yemen’e giden Muaz b. Cebel, Hz. Ömer’in hilafeti zamanında topladığı zekâtla birlikte Medine’ye gelmiştir. Hz. Ömer onun yanında zekât mallarını getirmesini hoş karşılamayınca Hz. Muaz elindeki zekât mallarını verecek kimse bulamadığı için getirdiğini söylemiştir. Bu hadise bize, zekât toplanan yerde fakir bulunmadığı takdirde, zekât malının başka bir beldeye nakledilebileceğini gösteriyor.[2]Yusuf el-Karadavi, Fıkhu’z-Zekat, c. 1, s. 724.
Zekâtı dağıtmakla ilgili rivayetleri değerlendiren mezhepler ittifakla, zekâtı malın bulunduğu yerdeki fakirlere dağıtmak gerektiğinde görüş birliği içindedirler. Ancak buna rağmen zekât bir başka beldeye gönderilecek olursa, bu durum mekruh/haram olsa da zekâtın geçerli olduğunu, yani o kişinin zimmetinden zekât borcunun düşeceğini söylemişlerdir. Bununla birlikte bazı durumlarda zekâtı bir başka yere nakletmenin de caiz olduğunu söylemişlerdir.[3]Mezheplerin bu konudaki görüşleri için bkz., Vehbe Zühayli, İslam Fıkhı Ansiklopedisi, c. 3, s. 377-378. Biz burada Hanefi mezhebinin görüşünü açıklayacağız.
Hanefi mezhebine göre geçerli bir gerekçe olmadan zekâtı sefer mesafesi uzakta bulunan bir başka yere nakletmek mekruhtur. Ancak Hanefiler bazı şartlarda zekâtın naklini caiz görmüşlerdir. Bunlar:
- Yardıma muhtaç akrabalarını tercih etmesi ki, bu aynı zamanda sıla-i rahimdir.
- Zekâtını kendi beldesindeki fakirlerden daha muhtaç fakirlere göndermesi,
- Zekâtı, dar-ı harbden dar-ı İslam’a nakletmesi,
- Zekâtını âlim bir zata veya ilim talebesine göndermek istemesi,
- Başka yerdekilerin daha takvalı ve verada daha ileri kimseler olması
- Gönderdiği zekâtın müslümanlar için daha faydalı ve daha uygun olması
- Henüz kendisine zekât farz olmadan evvel zekâtını vermek istemesi.[4]İbn Abidin, Haşiyetü Reddü’l-Muhtar, Beyrut, Daru’l-fikr, 2000, c. 2, s.353-354.
Buna göre bazı şartlarda zekâtımızı uzakta bulunan kimselere göndermemizde bir mahzur olmadığı anlaşılıyor. Mesela günümüzde bazı Müslüman ülkelerin sel ve deprem gibi felaketlere maruz kaldığını ve insanların ciddi manada fakr u zarurete düştüğünü görüyoruz. Bu gibi durumlarda zekât mallarımızla muhtaç olan bu ülke insanlarının elinden tutmamız, onların az da olsa yaralarını sarmamız bizim için hem dini hem de insani bir görev olmalıdır.
Dipnotlar
⇡1 | Yusuf el-Karadavi, Fıkhu’z-Zekat, c. 1, s. 721-723. |
---|---|
⇡2 | Yusuf el-Karadavi, Fıkhu’z-Zekat, c. 1, s. 724. |
⇡3 | Mezheplerin bu konudaki görüşleri için bkz., Vehbe Zühayli, İslam Fıkhı Ansiklopedisi, c. 3, s. 377-378. |
⇡4 | İbn Abidin, Haşiyetü Reddü’l-Muhtar, Beyrut, Daru’l-fikr, 2000, c. 2, s.353-354. |