Soru Detayı: Bir hadiste belaların en büyüğü Nebilere sonra asfiya ya doğru sıralanarak ifade ediliyor. Gençlerden bazıları soruyor . “O zaman salih müslüman olmak istemiyoruz veya salih insan olmaktan korkuyoruz diyorlar”. Bu hadis ile beraber bunu nasıl anlatabiliriz? Hadisi nasıl anlamalıyız. Bela ve musibetlerden korunmak için kul neler yapmalıdır?
Öncelikle şundan başlayalım: Gençlerin bu tür sorular sorması gayet normaldir. Bu soru özelinde, bela musibet ile kişinin temsil ettiği makam arasında bir bağ kurmak basit bir mantıkla ters orantı olduğu düşünülebilir. Bunun da sorgulanması gayet normaldir. Ancak mesele biraz detaylı incelenince insanın dünya hayatının temelinin imtihana dayalı olduğu görülür.
Örneğin
اَلَّذِي خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيٰوةَ لِيَبْلُوَكُمْ اَيُّكُمْ اَحْسَنُ عَمَلًا, وَهُوَ الْعَزِيزُ الْغَفُورُ
“Hanginizin daha güzel iş ortaya koyacağını denemek için, ölümü ve hayatı yaratan O’dur. O azîzdir, gafurdur (üstün kudret sahibidir, affı ve mağfireti boldur)“ (Mülk, 67/2)
ayeti kerimesi hayat ve ölümün asıl yaratılış amacının insanın imtihan edilmesi olduğunu;
كُلُّ نَفْسٍ ذَٓائِقَةُ الْمَوْتِ وَنَبْلُوكُمْ بِالشَّرِّ وَالْخَيْرِ فِتْنَةًۜ وَاِلَيْنَا تُرْجَعُونَ
“Her can ölümü tadacaktır. Biz, sizi sınamak için gâh şerle, gâh hayırla imtihan ederiz. Sonunda Bizim huzurumuza getirileceksiniz.“ (Enbiya, 21/35)
ayeti kerimesi de insanın hem şer hem de hayırla imtihan olacağını,
وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ بِشَيْءٍ مِنَ الْخَوْفِ وَالْجُوعِ وَنَقْصٍ مِنَ الْاَمْوَالِ وَالْاَنْفُسِ وَالثَّمَرَاتِ وَبَشِّرِ الصَّابِرِينَ
“Biz mutlaka sizi biraz korku ile, biraz açlık ile, yahut mala, cana veya ürünlere gelecek noksanlıkla deneriz. Sen sabredenleri müjdele!“ (Bakara, 2/155)
ayeti de bu imtihan türlerinden bazılarını örnekler.
Üstad Bediüzzaman’ın 2. Lem’a’daki şu ifadeleri de Kur’an ve Sünnet ekseninde söylenmiş ve meseleye bakış açısını güzelce özetleyen sözlerdir:
“Cenâb-ı Hak, insana giydirdiği vücut libasını san’atına mazhar ediyor. İnsanı bir model yapmış; o vücut libasını o model üstünde keser, biçer, tebdil eder, tağyir eder, muhtelif esmâsının cilvesini gösterir. Şâfî ismi hastalığı istediği gibi, Rezzak ismi de açlığı iktiza ediyor ve hâkezâ… مَالِكُ الْمُلْكِ يَتَصَرَّفُ فِى مُلْكِهِ كَيْفَ يَشَاۤءُ ‘Mülk sahibi, mülkünde istediği gibi tasarruf eder’…”, “Hayat musibetlerle, hastalıklarla tasaffi eder, kemal bulur, kuvvet bulur, terakki eder, netice verir, tekemmül eder; vazife-i hayatiyeyi yapar.” (Lem’alar, İkinci Lem’a, İkinci Nükte)
Belalar insanı olgunlaştırır. Bu nedenle, belaların yüzündeki zahiri çirkinliğe bakıp aldanmamalı, onların zahiri çirkinliğin ardında getirisine bakılmalıdır. “Belâlar, insanı pişirir, olgunlaştırır; müsbet ibadetlerle ulaşılamayacak noktalara ulaştırır. Önemli olan, onlar geldiğinde, bilhassa ilk şok anlarında, ne kadar ağır olursa olsun sabr-ı cemil göstermektir. Bakmaz mısınız, İki Cihan’ın Efendisi’ne! Taif hadisesi ne ciğersûz bir hadisedir! Dönüşünde konakladığı bağda ellerini açar ve yalvarır: “Yâ Erhamerrahimîn! Ey ezilmişlerin Rabbi ve benim Rabbim! Beni kime bırakıyorsun? Şu, bana şüpheyle bakan ve yüz ekşiten yabancıya mı, yoksa bana eziyetine müsaade buyurduğun düşmana mı? Ama, eğer gadabın bana karşı değilse, bunların hiç ehemmiyeti yok; bununla birlikte, lûtuf ve rahmetin elbette benim için daha sevimlidir!” Her gelen belâyı böyle karşılamak lâzım. Mevlânâ, belâlar için bir teşbihte bulunur ve der ki: “Belâ, üzerine yırtık-pırtık elbiseler giymiş, bu dış görünüşü itibariyle sevimsiz, fakat o elbiselerin içinde en güzel bir endamı taşıyan dünya güzeli gibidir. Onun o sevimsiz dış yüzüne, yırtık-pırtık elbiselerine bakarak aldanma. O elbiselerin altını gör ve o cihan güzeliyle beraber ol!” İnsanların günaha kapalı olduğu o dönemde bu türden teşbihler, sâfî zihinleri idlâl edecek karakterde görülmediğinden mahzursuz addedilmiştir. Fakat, Mevlânâ’nın bu sözü, belâyı tavsifte de çok yerindedir. O bakımdan, belâları belki gülerek karşılamalı, Üstad’ın hastalık mevzuunda söylediği gibi, belâlar geldiği zaman insan, şükür içinde sabretmeyi bilmelidir.” (Amerika’da Bir Ay)
“Aslında insan, duygu ve düşüncelerindeki samimiyet ölçüsünde, yaptığı bütün işleri derinleştirebilir ve başından geçen her hadiseye bambaşka bir mahiyet kazandırabilir. Mesela, maruz kaldığınız bir belaya öyle ya da böyle katlanırsınız. Fakat, o belayı mecburen tahammül etmeniz gereken, sıradan bir musibet olarak görürseniz, o esnada çektiğiniz acıları ve yaşadığınız sıkıntıları o yanlış telakkinizin darlığına hapsetmiş olursunuz. Şayet, o musibetin dış yüzüne takılır kalır ve arka planına dair bazı meseleleri hiç düşünmezseniz, hem o hadiseyi içinde bulunduğunuz zamana sıkıştırmış ve böylece hayatınızı daraltmış, hem de bin bir ızdırabı boşu boşuna çekmiş sayılırsınız.
Oysa, daha musibetle karşı karşıya geldiğiniz ilk andan itibaren onu bir arınma vesilesi ve sevap kazanma fırsatı olarak değerlendirmeniz de mümkündür. Şayet, belanın ötesinde onu vereni görebilir ve kainâtta meydana gelen hiçbir hadisenin başıboş ve manasız olmadığını düşünürseniz, içinizde rıza yörüngeli bir sabır duygusu hasıl olur. Hemen Cenâb-ı Hakk’a teveccüh eder ve dergâh-ı uluhiyetle irtibata geçersiniz. O’nun her şeyi duyup bildiği ve her işinde binlerce hikmet bulunduğu mülahazasıyla “Hoştur bana Senden gelen / Ya hıl’atü yahut kefen / Ya taze gül, yahut diken / Lûtfun da hoş, kahrın da hoş” dersiniz. Karşı karşıya kaldığınız o bela beyninize bir balyoz gibi inse ve belinizi bükse de, “Demek ki günah ve hatalarımdan arınmam ve ciddi bir metafizik gerilime ulaşmam için bu sıkıntıları çekmem lazımmış; zaten benim kusurlarıma da ancak böyle bir dert keffaret olurdu; Rabbim, Senden gelen bu musibete de razıyım; yeter ki beni affet!” der ve mecbur olduğunuz için değil Cenâb-ı Allah’tan geldiğine inandığınız için gönül hoşnutluğuyla sabredersiniz. Bu sayede, öyle bir musibeti bile çok iyi değerlendirmiş ve engin mülahazalarınızla onu da derinleştirmiş olursunuz. Hatta, bu hislerinizi açığa vurmasanız ve hiç dile getirmeseniz de, gayet yumuşak bir tavır ortaya koymanız ve sabrınızı halinizle ifade etmeniz bile içinizde bir huzur esintisinin hasıl olmasına zemin hazırlar ve o çirkin yüzlü hadise bir musibet olmaktan daha ziyade bir mağfiret vesilesine dönüşür. (Diriliş Çağrısı, Kostümlerin En Güzeli)
Sonuç olarak, meseleyi bir bütün olarak ele almak ve gençlere öncelikle dünya hayatının amacı, insanın yaratılış amacı, ahiret hayatı gibi konular anlatılmalı. Bu temel konular yerleştikten sonra bela-musibet ile ilgili derli toplu bir dosya hazırlanıp belli bir süreye yayılarak anlatılabilir. Aşağıda verdiğimiz linkler sizlere yardımcı olacaktır.
**
Detaylı bilgi için bkz.
- Efendimiz’in maruz kaldığı belâ ve musibetler nelerdi ve bunlar karşısında O’nun tavrı nasıl olmuştu?
- Belânın En Şiddetlisi
- Kadere Taş Atma!..
- Sarp Yokuşlar ve Rıza Ufku
- Dava Adamı ve Sıkıntılar
- Musibetler Karşısında Mü’min ve Münafık
- Sabırla Gelen Sevaplar
- Tarihte ve Günümüzde Mütekebbirler
- Fitne Ateşi ve Dua
- İffet Âbidesi: Yusuf Aleyhisselâm