Zât-ı Bârî nasıl ezelî ise, ezelden beri O’nun adı “Allah”tır. “Allah” kelimesine bir temel kelime aramak uygun değildir. Ama bu kelimenin etrafında “Ben bu kelimeye benziyorum.” diyen kelimeler vardır ki, ben de onların mânâlarını arz edeceğim:
Lafz-ı Celâle’ye Yakın Kelimelerin Tahlili
a. Elehe
İlâh kelimesi َاَلَه (elehe)den gelir. أَلَهْتُ اِلَى فُلاَن ise سَكَنْتُ اِلَيْهِ ‘Sakin oldum, kemale erdim’ gibi mânâlara gelmektedir. İnsan, kemal için koşup durmakta, kemali buluncaya kadar da durmadan ve yorulma bilmeden mesafe katetmektedir. İnsanlığını kaybetmemiş, vicdan ve kalb taşıyan bir insan, neticede kendisi için mukadder olan kemali buluncaya kadar durmadan koşacaktır. Kâmil-i Mutlak olan Allah, ona kemal verecektir. O, hayret ve dehşet içinde insanlık makamından isimler makamına, isimler makamından sıfatlar makamına, sıfatlar makamından Zâtî şuunat makamına yükselecek ve yükseldikçe hayret ve dehşeti artacak ve mutlak kemale ereceği âna kadar da koşacaktır. Allah onu olgunlaştırdığı, kemale erdirdiği anda da, içinde sekîne hâsıl olacaktır.
اَلَا بِذِكْرِ اللهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُ “Dikkat edin! Kalbler ancak, Allah’la oturaklaşır, Allah’a imanla huzur ve itminana kavuşur.” (Ra’d sûresi, 13/28). Öyle ise kemal arayanların sığınağı, son durak noktası Allah’tır. Dolayısıyla اَللهُ kelimesiyle أَلَهْتُ اِلَيْهِ sözü arasında bir münasebet vardır ve Allah kelimesinin altında bu mânâ sezilmektedir.
b. Velehe
Lafz-ı Celâle ile alâkası olan bir diğer kelime de وَلَهَ (velehe)dir. وَلَهَ ‘irtifa etti, yükseldi’ mânâsına gelir. Yeryüzünde müşrik istediği kadar şirk koşadursun ve haddinden taşkın olarak: “Ben fezaları dolaştım da Allah’ı göremedim.” desin. Bütün zaman ve mekândan münezzeh, bütün kâinatı idare eden, her şeyi tesbih taneleri gibi evirip çeviren ve her yerde nizamıyla kendisini ilân eden Allah, müşriğin her türlü şirkinden münezzeh ve muallâdır. İşte, Allah öyle mürtefi, öyle yüksektir. Bu da, lafz-ı Celâle’nin altındaki mânâda mündemiç bulunmaktadır.
c. Velh
Bir başka kelime de وَلْه (velh) kelimesidir. وَلْه Velh, ‘şaşkınlık ve aklın gitmesi’ demektir. Bu kelime, bir yönüyle hayret makamını bildirir. Aslında her insanda bir hayret ve şaşkınlık vardır. Bu da tevhid nurunun bir cilvesidir.
İnsanlardan bazısı, cismaniyetini aşamaz, ten tenceresinin sıkıcı ve boğucu havası içinde hapsolur. Ne yapacağını bir türlü bilemez ve bu bir şaşkınlık hâlidir. Bir diğeri ise, esmâ makamını aşar, sıfâta yanaşır. Ama daha ilerisini keşfedemez. Bu da ayrı bir şaşkınlık içindedir. İster ulvî isterse süflî şekliyle olsun, bu hayret ve şaşkınlık, tevhid nurunun bir cilvesi, bir tecellîsidir ve bu büyük mânâ da yine lafz-ı Celâle’de meknûzdur.
d. Lâhe
Yine lafz-ı Celâle ile alâkalı bir kelime de, لَاهَ “Lâhe”dir. اِحْتجَبَ: لَاهَ – يَلُوهُ mânâsındadır ki, ‘gizli oldu, gizlendi’ demektir. Allah (celle celâluhu), gözle görülmez. Hâlbuki O ayândan daha ayândır. Görünmemesi, varlık kemalinin zirvesinde bulunmasından yani şiddet-i zuhurdan ileri gelmektedir. Görünmek, zıddı olan ve varlığın kemal noktasına gelememiş olanlar için söz konusudur. Gece gündüzün, gündüz gecenin zıddı olduğu için görünür ve bilinir. Sıcaklık soğuklukla, aksi de aksiyle hissedilir. Hâlbuki Cenâb-ı Hakk’ın zıddı ve benzeri yoktur.
O Allah ki, görme, işitme, hayat-memat, iman-küfür, adalet-zulüm ve bütün zıtlar hep O’nun tecellîsiyledir. Hayır ve şer O’ndandır. Böylesine her şey O’ndan olan, zıddı ve benzeri bulunmayan Allah’ı görmeye imkân var mıdır? Onun için O’na, “O, şiddet-i zuhurundan gizlidir.” diyoruz. Bin seneden beri ehl-i kalb, “Ey şiddet-i zuhûrundan gizli olan, ey kemal-i nurundan muhtefî bulunan Allahım!” diye O’na münacâtlarını arz ve takdim etmektedirler. Hz. İbrahim Hakkı:
“Bulunmaz Rabbimin zıddı ve niddi misli âlemde
Ve sûretten münezzehtir, mukaddestir Teâlâllah
Şerîki yok, berîdir doğmadan doğurmadan ancak
Ehad’dir, küfvü yok, İhlâs içinde zikreder Allah.”
e. Elihe
Ayrı bir kelime de اَلِهَ (elihe)’dir. اَلِهَ ‘iltica etti, sığındı’ mânâsına gelir. Arap, اَلِهَ الْفَصِيلُ der ki, bu da وَلِعَ اِلَى اُمِّهِ yani ‘yavru, annesine sığındı, iltica etti’ demektir.
Bir yavru, aczi ve zaafını şefaatçi yaparak anasına sığınır. Hatta ondan tokat yer, yine ona iltica eder. Kul da öyledir. Kolu kanadı kırık, âciz ve fakir olan insan, yavrunun annesinin şefkat dolu sinesine sığınması gibi, Cenâb-ı Hakk’ın rahmet ve merhametine sığınır. Kendisine iltica edilen ve ona ilticanın bir faydası olan sadece Cenâb-ı Hak’tır ve bu iltica mânâsı da lafz-ı Celâle’de gizlidir.
f. Kulluk
اَلِهَ kelimesinin bir diğer mânâsı da عَبَدَ ‘kulluk yaptı’dır. Ve Allah “Mâbud” mânâsınadır ki, kulluğa tek lâyık zât demektir.
g. Himaye
Ve yine اَلِهَ ‘himaye etti’ mânâsına da kullanılır ki, Cenâb-ı Hakk’ın kulunu koruyup, himaye etmesini ifade eder. Aynı kökten اَلَّهَ ise ‘ilâh edinildi’ demektir. Zaten, Allah’tan başka ilâh yoktur. Ve ilâh kabul edilmeye lâyık ve şâyeste sadece ve sadece O (celle celâluhu) vardır.
Şimdi hep beraber bu cümlelerle bize anlatılmak istenen Mâbud-u Mutlak’ı, lafz-ı Celâle’nin altında müşâhede edelim: Allah, kolu kanadı kırıkların sığınağıdır. O, ibadet edenlerin Mâbud’udur. O, dertlilerin dermanı, yaralı gönüllerin derdinin şifasıdır. O, kâinatın nuru ve ziyasıdır. Her şey O’nunla hallolur. O’nu bulduğun zaman hâdiselerin senin başına getirdiği dağdağalardan, sıkıntılardan, belâ ve musibetlerden kurtulursun.
Kaynak: Fatiha Üzerine Mülahazalar, “Allah Lafz’ı Şerifi”