Bu konuda önemli ölçü getiren hadis-i şeriflerden birisi şu şekildedir:
“Âdemoğlu, mideden daha şerli bir kap doldurmaz. Ona belini doğrultacak birkaç lokmacık yeterlidir. Fakat ille de bundan fazla yiyecekse, bari midesinin üçte birisini yemeğe, üçte birisini suya ve üçte birisini de nefesine ayırsın.” (Tirmizî, “Zühd”, 47)
Allah Resûlü (s.a.s) başka bir hadislerinde ise, mü’minin bir mideye, kâfirin ise yedi mideye yiyeceğini ifade buyurmak suretiyle, çok yemenin kâfire has bir sıfat olduğuna, mü’minin ise az yemeyi esas alacağına işaret etmiş ve böylece mü’minleri az yemeye teşvik etmiştir. (Buharî, “Et’ime”, 12).
Hz. Peygamber (s.a.s) aşırı yemekten dolayı yanında geğiren bir adama ise şöyle demiştir: “Geğirtini bizden uzak tut. Zira dünyada insanların en çok doymuş olanları, kıyamet günü en çok aç kalacak olanlardır.” (Tirmizî, “Kıyâmet”, 38) Münâvî bu hadis-i şöyle izah etmiştir: “Burada geğirme yasaklanarak esas, onun sebebi olan tokluk yasaklanmıştır ki o, şer’an ve tıbben zemmedilmiştir. Çünkü tokluk kişiyi şeytana yaklaştırır ve nefsi de taşkınlığa karşı kışkırtır. Açlık ise, şeytanın yollarını daraltır, nefsin tahakkümünü kırar ve böylece onların şerlerini bertaraf eder.
Tokluktan insanda kadınlara karşı şiddetli arzu neş’et eder. Bunu da mal ve makam arzusu takip eder. Ardından da daha başka hasis şeylere meyletme, rekabet ve hasetlere girme gelir ki, bunlardan da, riya, fahir ve kibir gibi bela ve musibetler ortaya çıkar. Bunlar ise haset, kıskançlık, kin ve adavete davetiye çıkarır. Bunlar ise sahibini sapıklık, münkerat, arsızlık, fuhşiyat ve azgınlıkları işlemeye sürükler ki, işte bunlar da, Allah’ın merhamet etmesi istisna edilecek olursa, kıyamet günü kişinin aç kalmasına ve kurtulamamasına sebeptir.” (Münâvî, Feyzü’l-kadîr, 5/11)
İbn Haldun farklı kavimler ve hatta hayvanlar üzerinde yaptığı gözlemler neticesinde verdiği misallerle, alınan gıdalarla insanların sahip oldukları karakter ve ahlak özellikleri arasındaki ilişkinin ne kadar güçlü olduğunu göstermiştir. Ona göre, rahat ve bolluk içinde yaşayan ve çeşit çeşit gıdalarla beslenen insanlarla, mahrumiyet içinde bir hayat süren ve çok az ve basit gıdalar tüketen insanlar arasında ciddî farklılıklar bulunmaktadır. İbn Haldun’a göre, kırsal, kurak ve çöl alanlarında yaşayan ve arpa, mısır gibi basit yiyeceklerle beslenen insanların renkleri daha canlı, bedenleri daha diri, şekilleri daha zarif, mükemmel ve güzel, ahlâkları aşırılıktan uzak, ilimleri anlayıp kavrama noktasında akılları daha parlak ve keskindir.
Hatta İbn Haldun, çöllerde ve kurak yerlerde yaşayan hayvanların bile, derilerinin parlaklığı, şekillerinin güzelliği, uzuvlarının orantılılığı ve anlayışlarının keskinliği ile diğerlerinden çok farklı olduklarını ifade etmiştir. Buna karşılık her türlü meyve, sebze ve ürünün bulunduğu verimli yerlerde bolluk içinde yaşayan ve ölçüsüzce yiyip içen insanların ise genellikle kıt anlayışlı ve kaba cisimli kişiler olduklarını ifade etmiştir. O, bu durumun sebebini şöyle izah etmiştir:
“Çok fazla ve karışık gıda almak, vücutta kötü kokulara ve artıklara neden olur. Bunun sonucunda vücut dengesiz olarak gelişir ve şişmanlıktan dolayı renk perişan ve şekil çirkin görülür. Aynı şekilde bu gıdalardan oluşan bozulmuş ve kötü sıvıların beyne gitmesiyle aklın ve düşüncenin üzeri örtülür ve bunun sonucunda anlayışsızlık, gaflet ve genel olarak bütün iyi hâllerden sapma baş gösterir.” (İbn Haldun, Mukaddime, 1/123-124)
İbn Haldun, çok yemek yemenin negatif tesirlerinin sadece bedende değil, ahlâk ve ibadetler konusunda da etkisini göstereceği ifade etmiştir. Ona göre lüksten uzak duran, zevkleri peşinde koşmayan ve lezzetli yiyeceklerle ömür geçirmeyenler, bolluk ve lüks içinde bir hayat yaşayanlara göre daha dindar ve ibadetlere daha düşkündürler. Hatta o, çok fazla et tüketen, birbirinden farklı çeşit çeşit gıdalar ile beslenen ve kepeksiz buğday ekmeği yiyen insanların kalblerinin katı ve kendilerinin de gafil olacağını ve bundan dolayı da, şehirliler arasında ibadetlere düşkün dindar insanların az olduğunu, abid ve zahidlerin ise daha çok darlık içinde yaşayan insanlar arasından çıktığını belirtmiş ve güç yetirilebildiği takdirde açlık ve az yemenin vücut için her açıdan çok yemekten daha sağlıklı olduğunu ifade etmiştir. (İbn Haldun, Mukaddime, 1/124-125).
Netice itibarıyla diyebiliriz ki, bir mü’minin haram yiyecek ve içeceklerden kaçınması gerektiği gibi, helâlleri de vücuda zarar vermeyecek şekilde ölçülü yemesi gerekmektedir. Aslında Â’raf sûresinde yer alan, “Yiyin, için fakat israf etmeyin. Çünkü Allah israf edenleri asla sevmez.” (el-Â’raf 7/31) Âyet-i kerimesi yeme konusunda bir müslümanın nasıl davranması gerektiğini veciz bir şekilde ifade etmiştir. Zira bu âyet-i kerimede yiyip içmenin mubah kılınması israf etmeme şartına bağlanmıştır. Müfessirlerin de ifade ettiği üzere, ihtiyaç fazlası çok yeme hem yenilen fazla yemek hem de vücut açısından bir israftır. (Bkz. Kurtubî, el-Câmiu liahkâmi’l-Kur’ân, 7/167).