Bir erkeğin kendisine nikâhı düşebilen yabancı bir kadınla; bir kadının da baba, kardeş ve amcaları gibi mahremleri sayılan erkeklerin dışında diğer erkeklerle tokalaşması câiz değildir. Bu hususta Resûl-i Ekrem Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) nasıl hareket ettiği bizim için biricik ölçüdür. Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), kendisine biat için gelen sahabî hanımlara şöyle buyurmuşlardır:
إِنّي لَا أُصَافِحُ النِّسَاءَ إِنَّمَا قَوْلي لِمِائَةِ امْرَأَةٍ كَقَوْلي لِامْرَأَةٍ وَاحِدَةٍ أَوْ مِثْلِ قَوْلي لِامْرَأَةٍ وَاحِدَةٍ
“Ben kadınlarla tokalaşmam. Benim yüz kadına söylediğim söz bir kadına söylediğim söz gibidir.” (Nesâî, biat 18; İbn Mâce, cihâd 43).
Hz. Âişe Validemiz (radıyallahu anhâ) ise Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) bu özelliğine dair şöyle demektedir:
وَمَا مَسَّتْ يَدُ رَسُولِ اللهِ -صلى اللهِ عليه وسلم- امْرَأَةً قَطُّ إِلَّا امْرَأَةً يَمْلِكُهَا
“Allah Resûlü’nün (sallallahu aleyhi ve sellem) mübarek eli hiçbir yabancı kadının eline kesinlikle değmedi.” (Buhârî, ahkâm 49; İbn Mâce, cihâd 43).
Hadislerde ölçü bu şekilde belirtilmektedir. Binaenaleyh gerek iş hayatında, gerekse ailevî münasebetlerde ve bazı merasimlerde erkeğin kendisine yabancı bir kadınla veya bir kadının yabancı bir erkekle tokalaşması hususunda hassas olması gerekir.
Bununla beraber, dışımızdan gelip içimize yerleşen bu yanlış âdeti uygulamak zorunda kaldığımızda nasıl hareket etmeliyiz? Hem inancımıza halel getirmeyip mesuliyetli bir duruma düşmeden; hem de bunun dinen bir mahzur teşkil ettiğini tam olarak bilmeyen muhatabımızı kırmadan, incitmeden nasıl davranmalıyız?
Bir kere dininde hassas insanlar, bu hâli bir haram olarak biliyor ve inanıyorlarsa ki öyledir; o zaman bu mahzurlu duruma düşmemek için bir gayret sarf edecek, onu işlemeye meydan vermeyecek, yerine göre hareket etmeye çalışacaklardır. Böyle hassas davranıldığında, -inşallah- Allah onları zor durumlarda bırakmayacaktır.
Diğer bir husus; bir fırsatını bularak muhataplarına bu durumun dinen haram olduğunu, eğer dine bir laf gelmesinden korkarlarsa, kültürlerinde böyle bir şeyin olmadığını, küçüklükten beri böyle alıştıklarını söyleyecek ya da hissettireceklerdir. Böyle bir açıklama ya da hissettirme, eğer muhatapta düşünceye saygı, her insanı kendi konumunda kabul gibi bir medeni seviye varsa onu anlayışlı olmaya sevk edecektir. Zaten bu durum, fikir ve inanca saygılı olmanın bir gereğidir. Evet, nazikçe yapılacak böyle bir izah, zamanla kabul görecek ve aynı şahıslarla sonraki karşılaşmalarda durum arzu edilen mecraya girmiş olacaktır. Ayrıca meselenin tam anlaşılamayacağı yer ve ortamlarda, daha başka teknik çareler de bulunabilir/bulunmalıdır.
Şehevî hislerden kesilmiş bir ihtiyar kadının elini öpmede dinen bir mahzur yoktur çünkü arada olumsuz duygularla oluşacak bir tehlike söz konusu değildir. Ancak yaşlı erkek için aynı şey söz konusu olmayabilir zira bir erkeğin kadına karşı meyil ve arzusu hemen hemen ölene kadar devam eder. Bununla beraber, hadis-i şeriflerde yaşlılar açısından ruhsat bulunsa da yabancı erkek ve kadınların tokalaşmasında “şehevî duygunun” uyanıp uyanmaması gibi bir hissî ölçü kabul etmek çok sağlıklı görünmüyor zira böyle bir hissin uyanmaması ölçü olsaydı, iffetin zirvesindeki Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) ve her biri birer iffet kahramanı olan sahabe efendilerimiz bu konuda rahat davranırlardı. Hâlbuki kendisi şehevî hislere girmeyeceği ve muhatapları da böyle bir hisse kolay kolay kapılamayacakları hâlde Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) elini kadınlara dokundurmamış, elini uzatan kadınları da kendisine dokundurtmamıştır. (Buhârî, ahkâm 49; İbn Mâce, cihâd 43).
Her türlü tedbir alındığı ve muhataba meselenin izahını yapma fırsatı bulunamadığı durumlarda ise tokalaşılmadığında eğer dinimize ve dinimizi anlatma gibi ideallerimize ters bir durum oluşacağından endişe ediliyorsa, zaruret oluşmuş demektir ve istenmeyerek günahına katlanma fedakarlığıyla nâmahremle tokalaşma gerçekleşebilir. Tokalaşma esnasında olumsuz bir duygunun canlanmamasına dikkat etmeli, daha sonra da zarureten de olsa karşılaşılan böyle bir durumdan dolayı tevbe istiğfarda bulunulmalıdır.
Burada dikkat edilmesi gereken bir husus da şudur: Bu türlü meselelerde “zaruret” kavramı bazıları tarafından çok geniş ve esnek olarak kullanılabilmektedir. Hâlbuki “zaruret”, ancak insanın “muztar, çok zor durumda kaldığı” hâllerde ortaya çıkar. Diğer bir yaklaşımla, bir haramla karşı karşıya kalan insanın, o haramı yapmadığı zaman dinine, canına, malına ve namusuna bir zarar gelebilecekse ve bu durum kuvvetli bir ihtimalle tahmin ediliyorsa, ancak o zaman zaruret söz konusudur.
Yoksa her sıkıntılı hâlde, karşılaşılan her acil ve anî durumda “bu zarurettir” diyerek haram olan bir şeyi rahatlıkla yapmak ve tatbik etmek, meseleyi suiistimal etmek demektir. O zaman herkes, kendi ölçülerine göre bir “zaruret” bahanesi ileri sürer, böylece bütün mahzurlu şeyler mubahlaşıverir. Zaruretin insanlara göre değiştiği bir gerçektir. Evet, her hâl ve şart, herkes için aynı derecede zaruret olmayabilir ve kişi biraz da zarureti kendine göre belirler. Bununla beraber, umumi manada prensipler de yok değildir. İşte bu prensipler yukarıda verdiğimiz, cana, mala, dine, namusa zarar gelme ihtimalidir. Evet, meseleye bu çerçevede bakılırsa, karşılaşılan en ufak bir zorluk, zaruret olarak görülmeyecek, yaşanan zaruretlerde de meselenin esnekliği hatırda tutularak yine dinin bir prensibinin uygulandığı bilinecektir. Böylece her hâlükarda din eksenli bir hayat düşüncesi devam ettirilmiş olacaktır.
Şu hususu da ayrıca belirtmek gerekir: Zaruret ve mecburiyet olmadığı ve tokalaşmayı bir günah olarak bildiği hâlde bir insan, mahremi olmayanlarla rahatlıkla tokalaşabiliyorsa, mesuliyetini peşin olarak kabul etmiş ve haram işlemiş sayılır. Daha ileri giderek, “Bunda bir mahzur yoktur.” diye düşünürse, haram olan bir hususu helâl olarak görmüş olacağından büyük bir tehlike sathına girmiş demektir.
Bazıları, kadınla tokalaşmayı medeniyetin vazgeçilmezleri arasında değerlendirerek kadın elini sıkmayanlara gerici yobaz deseler de esas medenilik ve ilericilik, insanın fikirlerine saygı duymaktır. Evet, bir Müslüman, dininin gereği olarak bir fiilde bulunuyorsa ve bu fiile karşı olanların fikirlerine de anlayışla bakıyorsa, onlar da en az o kadar, dinini yaşamaya çalışan insana karşı saygılı davranmak zorundadır. Hiç olmazsa, bugün baş tacı edilen ve eksik gedik yaşanmaya çalışılan demokrasi adına böyle bir saygıyı ortaya koymaları gerekir. Evet, dindar insanlar, dini uzak olan ve onu yaşamayanlara hatta dine karşı mücadele edenlerin varlığına karşı yumuşaklıkla muamele ettikleri gibi onlar da dindar insanların dini yaşama gayretleri karşısında en azından insaflı olmaları gerekir. Esas medenilik de budur zaten.
Kaynak: Kadın ve Aile İlmihali