İçindekiler
1- Cuma Namazının Diğer Namazlar Arasındaki Yeri
Cuma namazı, namaz olarak sair namazlardan farksızdır; yani o da kıyam, kıraat, rükû, sücud ve ka’deden ibarettir. Biz, günün yirmi dört saatini beşe bölüp, her parçasını beş vakit namazla nurlandırdığımız gibi, haftayı da Cuma ile böler, bir biçime kor ve nur serperiz. Haftalık saatimizi, cumaya göre ayarlar, o an gelip çattığı zaman bütün hissiyat, letâif ve kalbimizle Rabbimize teveccüh ederiz. Çünkü Cuma günü, Allah’ın yarattığı günler içinde en kıymetli bir gündür.
Allah Resulü (sallallâhu aleyhi ve sellem), cuma hakkında şöyle buyurur:
“Cuma günü, (haftanın diğer) günlerinin efendisidir. Allah katında da en mühim olanıdır. O, Allah katında, Kurban ve Ramazan Bayramı günlerinden daha mühimdir. Bu günün beş hasleti vardır: Allah (c.c.), Âdem’i bugünde yarattı. Allah Âdem (aleyhisselâm)’ı o günde yeryüzüne indirdi. Allah Âdem’in ruhunu o gün kabzetti. O günde bir saat vardır ki, kul o saatte Allah’tan haram bir şey talep etmedikçe her ne isterse mutlaka kendisine talebi verilir. Kıyamet de o gün kopacaktır. Bütün mukarreb (Allah’a yakın) melekler, sema, arz, rüzgâr, dağ, deniz hepsi o günden korkarlar.” (İbn Mace, ikame 79; Müsned, 3/429.)
Evet, Cuma namazı, haftayı böler ve insanları, Allah’a yaklaşabilecekleri bir yere yükseltir. Onlar da, Cuma mirsadıyla Rabbin rahmetinden istifade etme yolunu düşünürler. Başka bir ifadeyle, altı gün namaz kıldıktan sonra, ulûfe almak üzere belli bir gün belli bir noktaya yükselirler ki, o gün, şuurluların, Hakk’a gönül vermişlerin etekleri mücevherlerle dolar taşar. Dolayısıyla Cuma, bir haftalık seyahatin neticesinde belli şeyleri Rabb’den almak üzere belli bir doruğa ulaşmanın ifadesidir.
Bu hakikati Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), şu hadisiyle ifade eder:
“Beş vakit namaz, bir Cuma namazı diğer Cuma namazına, bir Ramazan diğer Ramazan’a kadar hep keffarettirler. Büyük günah irtikab edilmedikçe aralarındaki günahları affettirirler.” (Müslim, taharet 14; Tirmizi, salât 160.)
Görüldüğü gibi Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), günü, haftayı ve seneyi belli bölüm ve parçalara ayırır; o parçalarda eda edilen namazların, namazsız geçen diğer bölümlerini nurlandırdığını ifade ederler.
Yüce Allah, Kur’ân-ı Kerim’de:
“Ey iman edenler! Cuma günü namaza çağırıldığınız zaman, hemen Allah’ı anmaya koşun ve alış verişi bırakın. Eğer bilmiş olsanız, elbette bu, sizin için daha hayırlıdır.” (Cuma, 62/10)
ayetiyle müminleri Cuma namazına davet etmektedir. Ayette “nida” kelimesiyle, ezan-ı Muhammedî kastedilmektedir.
Zaten Müslümanların gülbangı, günde beş defa minarelerden semalara doğru şehbal açan ezan-ı Muhammedî’dir. “Zikir”den maksat ise, hutbe ile başlayan namazdır. Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) döneminde bu ezan, imam minberde iken okunur, sonra da namaz için “kâmet” getirilir ve namaza durulurdu. Bu uygulama Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer (radiyallâhu anhüma) devrinde de devam etmiştir. Fakat Müslümanlar, gün be gün çoğalıp şehirler genişledikçe, ses her tarafa ulaşmaz ve duyulmaz oldu. Bundan dolayı da Hz. Osman, hatip minberde iken okunan ezana ilave olarak halka duyurmak için dış ezanı okutmaya başladı ve bu usûl üzerine icma vaki oldu. Hutbede okutulan ezana da, sünnete riayet olsun diye teberrüken devam edildi. (Bkz. Buharî, cuma 21, 25, menakıb 25; Müslim, fedail 6, 7.)
Bir sonraki ayet-i kerimede ise: “Namaz kılınınca artık yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lütfundan isteyin. Allah’ı çok zikredin; umulur ki, kurtuluşa erersiniz” (Cuma, 62/10) buyrulmaktadır ki, bu lütfun ne olduğu hususunda İbn-i Abbas şöyle der:
“Bu ayetle müminler dünya isteğine dair bir şeyle emrolunmadılar, ancak hasta ziyaret etmek, cenazeye gitmek ve Allah için din kardeşini ziyaret etmek gibi şeyler hariç.” (Suyuti, ed-dürrü’l-mensur 8/165.)
Fakat biz meseleyi cem ederek ifade edecek olursak şöyle diyebiliriz: “Namazı eda edin ve içiniz durulaşıp berraklaşsın, mesuliyet duygusu altında yeryüzüne dağılın, Allah’ın dünyevî ve uhrevî lütuflarından istifade edin. Nurlu ve yümünlü bir hayat yaşayın ki, hayatınız bir düzene girsin. Böylece felaha eresiniz.”
Sûrenin son ayetinde de;
“Onlar bir ticaret ve eğlence gördükleri zaman hemen dağılıp ona giderler ve seni ayakta bırakırlar. De ki: “Allah’ın yanında bulunan, eğlenceden ve ticaretten daha yararlıdır. Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır.” (Cuma, 62/11)
2- Cuma Namazının Câmi Bir İbadet Olması
Evet Cuma, ferdî bir ibadet değil; toplu olarak ma’şerî vicdanın Yüce Allah’a teveccühüdür. Âdeta kul, tek başına Allah’ın nimetleri karşısında gerekli şükrü eda edemez ve: “Rabbim! ‘Allah’ın nimetlerini saymaya kalkışsanız.’ (İbrahim, 14/34) diye bize anlattığın nimetlere karşı, ben ferdî durumumla mukabele edemem, vicdanım buna kâfi gelmez. Bu yüzden de biz, bir araya gelerek cemaat halinde kulluğumuzu ve şükrümüzü sana takdim ediyoruz.” der.
3- İlk Eda Edilen Cuma Namazı
Cuma, cemaat namazıdır; önde, hakka gönül vermiş, halkın işlerini de tedvir ve tedbir eden bir imam, arkada da ona itaat eden ve hakkı dinleyen bir cemaat ister. Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), Mekke’de Cuma ile mükellef tutulmamıştı.
Hicretle memur kılınıp Medine’ye yol açılınca önce Kuba’ya gelmiş; orada kaldığı dört-beş gün içinde kendi elleriyle Kuba mescidini inşa buyurmuş, Cuma günü oradan ayrılıp Salim İbn-i Avf oğullarının vadisine gelince de Cibril haber getirmiş ve orada Cuma namazını kılmışlardır. (İbni Hişam, tehzib, 1/122, 123.) Böylelikle Allah Resulü (sallallâhu aleyhi ve sellem), İslâm’ın şeairinden olan Cuma namazını ilan etmişti.
4- Cumada Aranan İcabet Saati
Namaz, sefine-i dinin direği ve mümine gideceği yönü gösteren pusula gibidir. Başka bir ifadeyle o, mümini miraca yükseltecek, bir ucu kendi elinde, diğer ucu da Allah’ın elinde olan bir merdiven ve hablü’l-metin (sağlam bir ip)dir. Bütün bu evsafa sahip namazın özü ise, maşeri vicdanın heyecan ve helecanının ifadesi, Cuma namazıdır. Dolayısıyla o, uyanık bir kalb ve gönülle idrak edilmelidir.
Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurur:
“Onda, bir saat vardır; Müslüman bir kul namaz kılar olduğu halde, o saate erse, Allah’tan her ne istemişse onu Allah kendisine mutlaka verir” (Buharî, cuma 37, talak 24, daavat 61; Müslim, cuma 13; Muvatta, cuma 15; Nesei, cuma 45.)
Bu anın hangi an olduğu hususunda Sahabe, Tabiin ve daha sonra gelen fukaha-i izam, değişik zamanlar söylemişlerdir. Meselâ; Abdullah İbni Selâm (r.a.): “Resulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) oturuyordu. Ben: “Allah’ın kitabında (Tevrat’ta) şu ifadeyi buluyoruz: “Cuma gününde öyle bir saat vardır ki, mümin kul o saati denk getirerek namaz kılıp Allah’a dua ettiği takdirde isteği mutlaka yerine getirilir.” dedim. Benim bu sözüm üzerine Resulullah: “Yahut bir saatin bir kısmı” diye bana işaret buyurdu.
Ben de: “Doğru söylediniz veya bir saatin bir kısmı” diyerek sözümü düzelttim. Sonra sordum: “Bu vakit (Cumanın) hangi vaktidir?” Bana: “O, gündüzün saatlerinin sonudur.” diye cevap verdi. Ben: “Bu saat namaz vakti değildir.” deyince bana şu cevabı verdi: “Evet, mümin kul namaz kılar, sonra müteakip namazı beklemek maksadıyla oturursa o, sevap yönüyle aynen namaz kılıyor gibidir.” der. ( İbni Mace, ikame 99; Müsned, 5/450.) İhtimal, tıpkı Kadir Gecesi’nin Ramazan’ın içinde dolaşıp durduğu gibi, o an da Cuma günü içinde gezip durmaktadır. Dolayısıyla o dakikayı yaşayabilmek, Cuma gününü bir bütün olarak yaşayıp Allah’a tam bir teveccüh ile yönelmeye bağlıdır.
5- Cuma Namazına Hazırlık
Cuma günü Müslümanlar açısından büyük önem taşıdığı ve âdeta bir bayram günü kabul edildiği için, Perşembe günü akşamından başlamak üzere maddî ve manevî temizliğe her zamankinden daha fazla önem vermek gerekir. Bunların başında boy abdesti almak gelir ki Cuma günü boy abdesti almak İslam âlimlerinin çoğuna göre sünnet, bazılarına göre farzdır. Bunun yanında, Cuma günü namaza gelmeden önce tırnak kesme, dişleri temizleme gibi bedeni temizlikler yapmak, temiz elbiseler giymek; başkalarını rahatsız etmeyecek, aksine onların hoşuna gidecek güzel kokular sürmek sünnet olan davranışlardır.
Mümin böyle değerli ve önemli bir günün manevî havasına girmeli, dua ve tövbesini bu günde saklı olup dua ve tövbelerin kabul edileceği vakit olduğu bildirilen “icabet saati”ne denk düşürmeye çalışmalı, ayrıca Kur’ân okumalı, tezekkür ve tefekkür etmeli, Resulullah’a salatu selâm getirmeli ve samimi bir kalb ile yüce Allah’a dua ve istiğfarda bulunmalıdır.
Hutbe okunurken konuşmak, Cuma vakti alış veriş yapmak ve Cuma günü yolculuğa çıkmak gibi hoş karşılanmayan davranışların hükümleri aşağıda ele alınacaktır.
Cuma Namazının Dindeki Yeri ve Hükmü
Cuma namazı farz-ı ayındır. Farz olduğu, Kitap, Sünnet ve icma ile sabittir. Kur’ân-ı Kerim’in 62. Suresi, Cuma namazından bahsettiği için Cuma sûresi olarak adlandırılmıştır. Bu sûrede yüce Allah şöyle buyurmuştur:
“Ey iman edenler! Cuma günü namaza çağrılınca Allah’ı anmaya (namaza) koşun ve alış verişi bırakın. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır. Namaz kılınınca yeryüzüne yayılın da Allah’ın lütfunu arayın ve Allah’ı çok çok anın ki felah bulasınız.” (Cuma, 62/9-10)
Cuma namazı, Cuma günü öğle namazı vaktinde kılınan ve farzı iki rekât olan bir namazdır. Bu namazdan önce hatibin hutbe okuması namazın sıhhat (geçerlilik) şartlarındandır. Cuma namazı o günkü öğle namazının yerini tutar.
Cuma namazının şartları
Cuma namazının farz olabilmesi için belli birtakım şartların gerçekleşmiş olması gerekir. Bu şartlar vücub şartları ve sıhhat şartları olmak üzere iki çeşittir. Vücub şartları, Cuma namazı kılmakla yükümlü olmanın şartlarıdır; sıhhat şartları ise kılınan namazın sahih yani geçerli olmasının şartlarıdır. Sıhhat şartları yerine, Cuma namazının edasının şartları da denilir.
Cuma Namazının Vücub Şartları
Cumanın bir kimseye farz olabilmesi için, onda şu şartların bulunması gerekir.
1. Erkek olmak
Cuma namazı erkeklere farz olup kadınlara farz değildir. Bu konuda bütün fakihler görüş birliği etmiştir. Fakat kadınlar da camiye gelip Cuma namazı kılsalar, bu namazları sahih (geçerli) olur ve artık o gün ayrıca öğle namazı kılmazlar.
2. Mazeretsiz olmak
Bazı mazeretler, Cuma namazına gitmemeyi mubah kılar ve böyle bir mazereti bulunan kişiye Cuma namazı farz olmaz. Fakat böyle kimseler de kendilerine Cuma namazı farz olmadığı halde, bu namazı kılarlarsa namazları sahih olur ve artık o gün ayrıca öğle namazı kılmazlar. Cuma namazına gitmemeyi mubah kılan belli başlı mazeretler şunlardır:
a- Hastalık: Hasta olup Cuma namazına gittiği takdirde hastalığının artmasından veya uzamasından korkan kimse Cuma namazı kılmakla yükümlü olmaz. Yürümekten aciz durumda bulunan çok yaşlı kimseler de bu konuda hasta hükmündedirler. Cuma namazı için camiye gittiği takdirde hastaya zarar geleceğinden korkan hasta bakıcı için de aynı hüküm geçerlidir.
b- Körlük ve kötürümlük: Kör (âmâ) olan bir kimseye, kendisini camiye götürebilecek biri bulunsa bile, İmam Azam Ebu Hanife, Malikîler ve Şafiîlere göre Cuma namazı farz değildir. Hanbelîlerle, İmam Ebu Yusuf ve Muhammed’e göre ise, kendisini camiye götürebilecek biri bulunan âmâya Cuma farzdır. Kendisini camiye götürebilecek kimsesi bulunmayan âmâya ise, bütün âlimlere göre Cuma namazı farz değildir. Ayakları felç olmuş veya kesilmiş kimselerle yatalak hastalara da Cuma namazı farz değildir.
c- Uygun olmayan hava ve yol şartları: Cuma namazına gittiği takdirde kişinin önemli bir zarara veya sıkıntıya uğramasına yol açacak çok şiddetli yağmur bulunması, havanın çok soğuk veya sıcak olması veya yolun aşırı çamurlu olması gibi durumlarda, cuma namazına gidilmemesini mubah kılan özürlerdendir..
d- Korku: Cuma namazına gidildiği takdirde mal, can veya namusunun tehlikeye girmesine dair endişeler varsa bu durumda Cuma namazına gidilmemesine geçerli bir özür sayılır.
3. Hürriyet
Hür olmayan kimseler yani köle ve esirler, fakihlerin büyük çoğunluğuna göre, Cuma namazı ile yükümlü değildir.
Hapiste olan kişilerin, Cuma namazı kılmalarına fizikî şartlar ve bazı imkanların eksikliği dışında bir engel bulunmamaktadır. Mahpusların Cuma namazı kılabilmeleri için fizikî şartların hazırlanması ve gerekli düzenlemenin yapılması istenebilir. Cuma namazının kılınacağı yerin herkese açık olması (izn-i âm) şartı, özel durumundan dolayı hapishaneyi içine almaz.
4. İkamet
Âlimlerin büyük çoğunluğuna göre Cuma namazının vacip olması için, kişinin Cuma namazı kılınan yerde ikamet ediyor olması gerekir. Bu bakımdan Cuma namazı dinen yolcu sayılan (seferî) kimselere farz değildir.
Cuma namazının sıhhat şartları
1. Vakit
Cuma namazı öğle namazının vaktinde kılınır. Bu vakit çıktı mı, artık cuma namazını kılmak veya kaza etmek caiz olmaz. O günün öğle namazı da kılınmamış ise, yalnız onu kaza etmek gerekir.
Cuma namazı kılınmakta iken vakit çıkacak olsa, yeniden öğle namazını kaza olarak kılmak gerekir.
İmam Malik’e göre, cuma namazı öğle vakti çıktıktan sonra da kılınabilir. İmam Ahmed’den bir rivayete göre de, cuma namazı zeval vaktinden önce de kılınabilir.
2. Cemaat
Cuma namazı ancak cemaatle kılınan bir namaz olup münferiden, yani tek başına kılınamaz. Cuma namazı için cemaatın en az mikdarı, imamdan başka üç kişidir. İmam Ebû Yusuf’a göre, imamdan başka iki kişidir. İmam Malik’den bir rivayete göre otuz, İmam Şafiî ile İmam Ahmed’in mezheblerine göre de kırk kişidir.
Cemaatin aklı yerinde ve erkek olması ve en az bu üç kişinin birinci secdeye kadar hazır bulunması da İmam-ı Azam’a göre şarttır. Buna göre, yalnız kadınların veya çocukların cemaatiyle veya birinci secdeden önce dağılıp da azınlıkta kalan cemaatle cuma namazı kılınamaz.
Cemaatin bulunması, İmam Ebu Yusuf ve İmam Muhammed’e göre iftitah tekbirine kadar şarttır. İmam Züfer’e göre, hiç olmazsa ka’dede teşehhüd mikdarı duruncaya kadar cemaatin hazır bulunması şarttır. Cemaat bundan önce dağılacak olsa, geriye kalan bir veya iki kişinin öğle namazını kılması gerekir. Cemaatin mukim veya hür olmaları şart değildir. Öyle ki, yolcu(seferî) veya köle olan bir Müslüman cuma namazını kıldırabilir.
3. Şehir
İslâm bilginleri Cuma namazı kılınacak yerin şehir veya şehir hükmünde bir yerleşim birimi olmasını şart koşmuşlardır. Fakat bu şartların ayrıntıları hususunda görüş ayrılıkları vardır.
Hanefî mezhebinin klasik fıkıh kaynaklarına göre, Cuma namazı kılınacak yerleşim biriminin şehir veya şehir hükmünde bir yer olması ya da böyle bir yerin civarında bulunması gerekir. Bir yerleşim yerinin hangi durumda şehir hükmünde sayılacağı hususunda farklı rivayetler bulunmaktadır. Bir kısım âlimlere göre bu kriter “Cuma kılmakla mükellef olan insanları o yerleşim yerinin en büyük camisinin almaması”dır. Bazı âlimlere göre de “Bir yöneticisi olan yerleşim birimi” kriter kabul edilmiştir. Şehrin civarı yani zikredilen şartlardaki yerleşim birimlerinin yakınlarında bulunan mezarlık, atış alanları ve çeşitli gayelerle toplanmak için hazırlanan sahalar ve uzaklıktaki yerler, şehirden sayılır.
Kaynaklarda geçen bu şehir ifadesinin günümüzde, büyük veya küçük yerleşim birimi olarak anlaşılması gerektiği, bu bakımdan farzı eda edecek sayıda yerleşik cemaatin ikamet ettiği köy, belde gibi bütün yerleşim alanlarında Cuma namazının kılınabileceği âlimler tarafından kabul edilmektedir.
Şafiî mezhebine göre, Cuma namazının insanların devamlı oturdukları bir şehir veya köyün sınırları içinde kılınması gerekir.
Malikîlere göre Cuma namazı kılınacak yerin, insanların devamlı oturdukları şehir, köy vb. bir yerleşim birimi veya buraların civarında bir yer olması gerekir.
Hanbelîlere göre ise, Cuma namazının kılınabileceği yerin en az kırk kişinin devamlı olarak oturduğu yer olması şarttır.
4. Cami
Bir yerleşim yerinde birden fazla yerde Cuma namazı kılınıp kılınamayacağı konusunda farklı görüşler vardır. Bütün mezhepler bir şehirde kılınan Cuma namazının mümkün olduğunca bir tek camide kılınması gerektiği üzerinde durmuşlardır. Cuma, toplanma, bir araya gelme manalarına geldiğinden, bu şartta esasen toplanma, bir araya gelme ve bu şekilde birlik ve beraberlik ruhunun kuvvetlendirilmesi, kuvve-yi mâneviyenin takviye edilmesi gayesi vardır. Bu manayı ve ruhu her zaman canlı tutmak gerekmekle birlikte, günümüzde çok büyük sahalarda insanların yaşadığı şehirler göz önüne alındığında, Cuma namazının bir veya birkaç yerde ihtiyacı karşılayacak bir camide kılınması mümkün gözükmemektedir.
İmam-ı Âzam hazretlerinden bu konuda nakledilen iki görüşten birine göre bir şehirde yalnız bir yerde Cuma namazı kılınabilir; diğerine göre ise bir şehirde birden fazla yerde Cuma namazı kılınabilir. İmam Muhammed, bunlardan ikincisini benimsemiştir. Ebu Yusuf’a göre ise, şehrin ortasından nehir geçip de şehri ikiye bölüyorsa veya şehir zayıf ve yaşlı kimselerin Cuma kılınan camiye gelmelerini zorlaştıracak ölçüde büyük ise bir şehirde iki yerde Cuma namazı kılınabilir. Böyle bir durum söz konusu değilse sadece bir yerde kılınır.
Netice itibariyle Hanefî mezhebinde fetvaya esas olan yaklaşıma göre, bir şehirde birden fazla cami bulunması halinde bütün camilerde Cuma namazı kılınabilir.
Şafiî mezhebine göre bir şehirde birden fazla cami bulunsa bile, birden fazla yerde kılmayı zorunlu kılan sebepler olmadıkça sadece bir camide Cuma namazı kılınır. Şehir çok büyük olur ve bir camide kılmak mümkün olmazsa ihtiyaç durumuna göre birden fazla yerde Cuma namazı kılınabilir.
Malikî mezhebinde tercih edilen görüşe göre, Şafiî mezhebinde olduğu gibi, birden fazla yerde kılmayı mecburi kılan sebepler olmadıkça, bir şehirde sadece Cuma namazı kılınır. Hanbelîlerin yaklaşımı da aynı şekildedir.
5. İzin
Hanefî fıkhında cuma namazı için izin denildiğinde iki şey anlaşılır.
a- Devlet başkanı veya vekil tayin ettiği kimsenin ya da salahiyetli bir makamın cuma namazı kıldıracak şahsa izin vermesidir.
b- Namaz kılınacak olan mekana herkesin girebilmesine izin verilmesidir.
Hanefî mezhebi haricindeki mezhepler cumanın sahih olması adına böyle şartlar ileri sürmemişlerdir. Kaldı ki Hanefî mezhebi de bunu cumanın edasının şartları arasında saymıştır.
İçinde yaşadığımız ülkede Hanefîlerin noktayı nazarına göre bile amel edilecek olsa, böyle bir problem söz konusu değildir. Köyler dahil bütün beldelerdeki camilere girebilme izni zaten verilmiştir. Bu konuda herhangi bir engel yoktur. Cuma namazı kıldıran imamların da devletin görevlendirdiği, yetkili (izinli) şahıslar olduğu muhakkaktır.
6. Hutbe
Cuma namazının sıhhat şartlarından birisinin de hutbe olduğu hususunda fakihler görüş birliği içindedirler.
Hutbe, birilerine hitap etme, bir şeyler söyleme demektir. Haftada bir gün bir mekânda toplanmış olan müminlerin başta dini konular olmak üzere, onların hayatlarını kolaylaştıracak, ilişkilerini uyumlu hale getirecek her konuda aydınlatılması için hutbe bir vesile ve bir fırsattır. Hutbe esasen bu amacı gerçekleştirmek için düşünülmüştür; bu sebeple cemaatin bilip anladığı bir dille irad edilir.
Cuma namazının bir parçasını teşkil eden hutbenin varlığı, fıkhen geçerliliği veya en güzel şekilde ifası için bazı şartlar aranır. Bunlar ilmihal dilinde; hutbenin rükünleri, şartları ve sünnetleri olarak anılır.
Cuma namazının kılınışı
Cuma günü öğle vaktinde ezan okunur (dış ezan). Camiye girince dört rekât sünnet kılınır. Bu, cumanın ilk sünnetidir. Hatip minbere çıkmadığı sürece bu namazlar kılınabilir. Ama hatip minbere çıkmış ise, onu dinlemek daha uygundur. Sonra cami içinde bir ezan daha okunur (iç ezan), arkasından minberde imam, cemaate hutbe okur. Bu hutbeden sonra kâmet getirilerek Cuma namazının iki rekât farzı cemaat halinde kılınır ve imam açıktan okur. Bundan sonra dört rekât sünnet kılınır. Bu dört rekât, cumanın son sünnetidir.
Cuma namazının farz ve sünnetlerinden sonra dört rekâtlık “zuhr-i âhir” namazı kılınır.
Zuhr-i âhir namazı: Zuhr-i âhir namazı, son öğle namazı demektir. Cuma namazı, öğle namazının vaktinde kılınıp, onun yerini tuttuğuna göre, ayrıca bir “son öğle namazı” kılmanın anlamı nedir?
Esasen Peygamber Efendimiz’den ve ilk dönemlerden gelen rivayetler arasında zuhr-i âhir diye bir namaz yoktur. Önceleri Cuma namazı bir yerleşim yerinde sadece bir tek yerde kılınıyordu. Daha sonraları büyük şehirlerde bir tek camide kılmanın mümkün olmaması ve birden fazla camide kılınması üzerine gündeme gelmiştir.
İşte zuhr-i ahir, cumanın sıhhat şartlarının, özellikle Cuma namazının bir bölgede bir tek camide kılınması şartının şehirlerin nüfusunun artması sebebiyle gerçekleşmemesi, dolayısıyla bir şehirde birçok yerde namaz kılma mecburiyetinin ortaya çıkmasıyla birlikte ihtiyaten kılınan bir namazdır. Daha önce geçtiği üzere İmam-ı A’zam hazretlerine göre cumanın bir belde de bir tek camide kılınması dinin yüceliğini ifade etmesi bakımından çok önemlidir. Bu itibarla cumaya katılan cemaatin azaltılması uygun değildir.
Artık pek çok yerleşim yerinde bir tek camide Cuma namazı kılmak mümkün olmamaktadır. Cuma namazının birçok camide kılınmasını caiz görmeyenlere göre, bir yerleşim yerinde birçok yerde kılınan cuma namazlarından hangisine daha önce tekbir alınarak başlanmışsa o namaz sahih olur, diğerleri olmaz.
Cuma namazı sahih olmayan kişilerin de öğle namazını kılmaları gerekir. Hangisinin sahih, hangilerinin sahih olmadığı bilinmediğine göre, hepsinin ihtiyaten yeniden öğle namazı kılması en uygun çözümdür.
İşte böyle bir ihtilâftan kurtulabilmek içindir ki, cumanın dört rekât son sünnetinden sonra “Zuhr-i âhir” adı ile dört rekât namaz daha kılınmaktadır. Şöyle ki: “Vaktine yetişip henüz üzerimden düşmeyen son öğle namazına” diye niyet edilir ve tam öğle namazının dört rekât farzı veya dört rekât sünneti gibi, dört rekât namaz kılınır. Daha iyisi sünnet namazı şeklinde kılmaktır. Çünkü cuma namazı sahih olmamışsa, bu dört rekât ile o günün öğle namazı kılınmış olur. Bu namazın son iki rekâtına ilave edilen sure ve ayetler, farzın sıhhatine zarar vermez. Eğer cuma namazı sahih olmuşsa, bu dört rekât kazaya kalmış bir öğle namazı yerine geçer. Kazaya kalmış böyle bir namaz bulunmayınca da nafile bir namaz olur.
Netice itibariyle “zuhr-i âhir” namazının kılınması ihtiyata uygun olduğundan, âlimlerin çoğu tarafından güzel görülmüş ve uygulanması istenmiştir. Ve asırlardır uygulanmaktadır da.
Zuhr-i âhir’den sonra “vaktin sünneti” niyeti ile aynen sabah namazının sünneti gibi iki rekât namaz daha kılınır.
Kaynak: Bir Müslümanın Yol Haritası