Aşk kişinin aklıyla düşünüp değerlendirmesinden ziyade, duygularına hitap eden bir meseledir. Yani aşk, halî ve hissîdir bir şeydir. Bu yüzden dinde âşık olmak günahtır, diye bir hüküm bulunmaz. Çünkü bu hal çoğu zaman kişinin elinde olmadan meydana gelebilir. Dinde ise teklif-i mâlâ yutak (kişinin güç yetiremeyeceği şeyleri ona yüklemek) yoktur.
Fakat her şeyde olduğu gibi aşkta da belli ölçülerden söz edilebilir. Eğer fani aşklardan bahsedilecekse herhalde bunun en güzeli, kişinin evlendikten sonra eşine âşık olması ve onu sevmesidir. Diğer yandan kişiyi kaplayan bu duygular onun gözünü kör etmemeli ve devamlı bu duygularını kontrol altında tutmasını ve dinin ölçüleriyle bunları ölçüp tartmasını bilmelidir. Yani sevginin ileri derecesi diyebileceğimiz aşk kişide hâkim olsa da, bu hiçbir zaman o şahsın zatından dolayı olmamalı hep Allah için olmalıdır.
Tasavvufta aşk denildiğinde hep aşk-ı hakikî yani Allah aşkı anlaşıla gelmiştir. Ve bazı büyükler mecazî aşkı hakiki aşka ulaşmada bir merdiven olarak kullanmıştır. Çünkü onlar Allah’ın verdiği bu duyguların mahallinin ancak Cenab-ı Hak olabileceğini tecrübeyle anlamışlar ve şu neticeye ulaşmışlardır: Bütün aşklar fanidir. Hiç pörsümeyecek ve devamlı artarak devam edecek bir aşktan söz edilecekse bu ancak Allah aşkı olabilir.
Aşk kelimesiyle, bir insanın evlenmeyi düşündüğü şahsa karşı duyduğu aşırı tutku ve sevgi kastediliyorsa bu konuda şunları söyleyebiliriz: Evlilikte hislerden ziyade akıl ve mantıkla hareket edilmesi gerekir. Bir kişinin evleneceği kişiyi seçmesi hayatında vereceği en önemli kararlardan biridir. Bundan dolayı hissiyata göre hareket edilmemeli, işi aceleye getirmemeli, büyüklerle istişare yapılmalı ve evlenecek kişi hakkında yeterli bir bilgiye sahip olunmalıdır. Diğer yandan evlenilecek kişiyle denklik meselesinin gözetilmesi de başarılı bir evlilik kurmak adına oldukça önemlidir.