Akıl ve mantık üzerine kurulmuş ve kendisinden beklenen hikmet ve maslahatlar ortaya çıkmış bir evlilikle, dünyevî ve uhrevî mutluluğu gerçekleştirecek çok önemli bir dayanak elde edilmiş ve cennet bahçelerini aratmayacak bir aile yuvasına kavuşulmuş olur.
Hiç şüphesiz ki gerçek manada dört başı mamur bir evlilik, her yönden özellikle de din ve diyanet noktasında birbiriyle denk olan eşlerin bir araya gelmeleriyle mümkün olur. Yani evlilikte denklik meselesinde ilk göz önünde bulundurulması gereken husus, dinî hayattaki denkliktir, sonra kültür, mal, nesep, belli bir coğrafya ve millete ait olma gibi diğer hususlar gelir. Din noktasında ve diğer mevzularda denkliğe dikkat edilmediğinde, eşler arasında karşılıklı sürtüşme ve çekişmeler olacak ve sonunda Allah’ın en sevmediği mubah olan boşanma, kaçınılmaz hâle gelecektir. Bediüzzaman Hazretleri özellikle dinî anlayıştaki denklik mevzuunu nazara verdiği bir yerde hanımlara özetle şu tavsiyede bulunur:
“Eğer, size tam muvafık ve dindar bir eş bulamamışsanız, kendinizi açık saçıklıkla satmayın. Size lâyık ebedî bir arkadaş, İslâm terbiyesini almış bir vicdan eri çıkıncaya kadar sabredin. Dünyanın geçici zevkini tatmak için ebedî hayatınızı tehlikeye atmayın. Bugünkü medeniyetin sefahati içinde boğulmayın.”[1]Bediüzzaman, Kastamonu Lahikası, 45. Mektup.
Eşler arasında aranan bu eşitlik ve denkliğe dinî literatürde “kefâet” denir. Kur’ân’da doğrudan kefâetin üzerinde duran bir âyet yoktur. Ancak dinî yönden kefâete işaret sadedinde şu âyet-i kerîmeyi gösterebiliriz:
اَلزَّاني لَا يَنْكِحُ إِلَّا زَانِيَةً أَوْ مُشْرِكَةً وَالزَّانِيَةُ لَا يَنْكِحُهَۤا إِلَّا زَانٍ أَوْ مُشْرِكٌ وَحُرِّمَ ذٰلِكَ عَلَى الْمُؤْمِنينَ “Zina eden erkek zina eden veya müşrik olan bir kadından başkasıyla evlenemez. Zina eden kadınla da ancak zina eden veya müşrik olan bir erkek evlenir. Bu müminlere haram kılınmıştır.” (Nur Sûresi, 24/3.)
Bazı hadisler de eşler arası eşitliğe dikkat çekmiş ve sağlıklı bir yuvanın kurulabilmesi için eşler arasındaki denkliğin gözetilmesi gerektiğine vurgu yapmıştır. Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), Hz. Ali’ye (radıyallahu anh) hitaben şöyle buyurmuştur:
يَا عَلِيُّ! ثَلَاثٌ لَا تُؤَخِّرْهَا: الصَّلَاةُ إِذَا اٰنَتْ وَالْجَنَازَةُ إِذَا حَضَرَتْ وَالْأَيِّمُ إِذَا وَجَدْتَ لَهَا كُفْئًا “Üç şeyi geciktirme: Vakti geldiğinde namazı, hazırlandığında cenazeyi, dengini bulunca kızı evlendirmeyi.” (Tirmizî, salât 13.)
Başka bir hadislerinde Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem):
لَا تُنْكِحُوا النِّسَاءَ إلَّا الْأَكْفَاءَ وَلَا يُزَوِّجُهُنَّ إلَّا الْأَوْلِيَاءُ وَلَا مَهْرَ دُونَ عَشَرَةِ دَرَاهِمَ “Kadınları denkleriyle nikâhlayınız, onları velileri evlendirsin, on dirhemden az mehir yoktur.” buyurmuştur. (Zeylaî, Nasbu’r-Râye, 3/ 196.)
Kefâet, kadının haklarını korumak, daha doğrusu onun haksızlığıa maruz kalmasının önüne geçmek için aranılan bir şarttır çünkü kefâette esas olan erkeğin kadına eşit veya ondan daha iyi bir seviyede olmasıdır.
Kefâetin Aranacağı Yerler ve Bunun Hukukî Neticeleri
Evliliğin denk olmasında din, birinci sırayı alır demiştik. Burada Efendimiz’in hadis-i şeriflerini hatırlayalım:
تُنْكَحُ الْمَرْأَةُ لِأَرْبَعٍ: لِمَالِهَا وَلِحَسَبِهَا وَجَمَالِهَا وَلِدينِهَا فَاظْفَرْ بِذَاتِ الدّينِ تَرِبَتْ يَدَاكَ “Kadın dört şey için nikâh edilir; malı, aile şerefi, güzelliği ve dindarlığı için. Sen dindar ve ahlâkı güzel olanını tercih et ki mutlu olasın.” (Buhârî, nikâh 15.)
Bediüzzaman Hazretleri, bu meseleye temas ederken hadise telmihte bulunarak: “Şer’an koca, karıya küfüv olmalı, yani, birbirine münasip olmalı. Bu küfüv ve denk olmanın en mühimi, diyanet noktasındadır.” der.[2]Bediüzzaman, Lem’alar, s. 243.
Konuyla alâkalı olarak mezhep imamları farklı kriterler getirmişlerdir. Daireyi en geniş tutanlar Hanefîler olmuştur. Hanefîler evlenecek çifter arasında altı noktadan erkeğin bayana denk olmasını şart koşmuşlardır. Bunlar; dindarlık, İslâm, hürriyet, nesep, mal ve meslektir. Mâlikîler ise sadece diyanet noktasında ve muhayyerliği gerektirecek kusurlardan salim olma hususunda kefâete itibar etmişlerdir. Aslında Hanefî mezhebinde bu mesele üzerinde daha fazla durulmasını, velinin izni dışında evlenen bir bayanın hakkını koruma olarak görebiliriz çünkü Hanefîlerde velisiz nikâh câizdir. Diğer yandan kefâetin arandığı yerler ictihadîdir ve dönemin örf ve telakkileriyle yakından alâkalıdır. Yani bunlar nassla (âyet ve hadisle) tayin edilmemiştir.
Kefâet evliliğin başında aranır. Yani evliliğin bidayetinde eşine denk olan bir erkeğin bu eşitliği daha sonra bozulacak olsa, bunun evlilik akdine bir etkisi yoktur.[3]Mevsûatu’l-Fıkhiyyetu’l-Kuveytiyye, “Kefâet” mad., 34/270. Dolayısıyla sonradan oluşan bir denksizlikten dolayı evlilik sona erdirilmez.
Eşler arasında denkliğin bulunmaması evlilik akdini geçersiz kılmaz. Bu durum bir evlilik engeli değildir. Yani kefâet, evliliğin sıhhat şartlarından değil, lüzum şartlarındandır. Bu demektir ki bir kadın kendine denk olmayan bir erkek ile evlense bile, bu evlilik akdi geçerlidir ve her türlü hukukî neticeyi doğurur. Ancak bu durumda kadının velilerinin bu evliliği feshetme hakları vardır. Bu feshi yerine getirmek ancak hâkimin hükmü ile olur ve vukû bulan bu ayrılma talâktan sayılmaz.[4]Ömer Nasuhi Bilmen, Istılahat-ı Fıkhiyye Kamusu, 2/70-71.
Şu durumlarda velilerin fesih hakkı ortadan kalkar: Kadının kendisi ve velileri denkliğin bulunmadığını bile bile veya denklik konusunu önemsemeden ve araştırmadan nikâha razı olmuşlarsa, ya da nikâhtan sonra denklik bulunmadığını fark ettikleri hâlde nikâhlı kalmaya fiilen devam etmişlerse, evlilik geçerli olmuştur ve bağlayıcıdır. Bu durumda velinin, evliliği fesh etme hakkı yoktur. Bir de kadının hamile kalması durumunda fesih hakkı geçersizdir.
Netice
Günümüzde gerçekleştirilen evliliklerde meslek, zenginlik, soy-sop vs. özelliklerin yanında özellikle evlenecek çiftlerin dindarlık noktasında denk olmalarına dikkat edilmelidir. Böyle olmadığı takdirde ortaya şöyle bir tablo çıkabilir: Erkek dinini yaşamak ister, kadın rahatsız olur. Bunun aksi belki daha fazla söz konusudur. Dolayısıyla da böyle bir ailede kadın ve erkek hiçbir zaman birlik teşkil edemezler, yuvayı paylaşamazlar, aksine hep farklı kutuplar gibi yaşarlar. Böyle bir ailede birbirine zıt iki çeşit kitap, iki çeşit gazete okunur, iki çeşit hikâye anlatılır, iki çeşit aile toplantısı yapılır. Kadın bir şey ister ama erkek onu reddeder. Kadın din der, iman der, ahlâk der; erkek bunları kavga vesilesi yapar. Böyle bir ailede dual bir hayat yaşanır; buna da yaşama denecekse! Din konusunda birliği sağlayamamış karı-kocanın, diğer meseleleri aşmaları, karşılaştıkları problemleri kolayca çözmeleri neredeyse imkânsızdır çünkü evlilikte en çok aranan vasıflardan sabır, anlayışlılık, fedakârlık, şefkat, emniyet, vefa gibi hususlar, dinin en çok tavsiye ettiği ahlâkî mevzulardır. Bunu da ancak dinin ruhunu bilenler anlar.
Aile içindeki çarpışma ve boğuşmada çocuklar bazen bir tarafa bağlanır, bazen de bu iki cephe arasında hissiz, duygusuz; cemiyete ve aileye düşman hâle gelirler. Binaenaleyh, erkek veya kadın izdivaca adım atarken, bu konuyu çok iyi düşünmeli, gerekirse tecrübe sahipleriyle istişare etmeli ve tercih sebeplerini çok iyi belirlemelidirler.[5]bkz. Gülen, Çekirdekten Çınara, s. 46.
Dipnotlar