İktisat risalesini 12. Lema’yla beraber okumak lazım. Orada sizin cevabınız daha açık yer almaktadır. Üstad Hazretleri, orada şöyle diyor:
Evet zîhayatın bedeninde şahm suretinde iddihar edilen rızk-ı fıtrî, hadd-i vasat olarak kırk gün mükemmelen devam eder. Hatta bir marazın veya bir istiğrak-ı ruhanî neticesinde iki kırkı geçer. Hatta bir adam, şedid bir inad yüzünden Londra mahpushanesinde yetmiş gün sıhhat ve selâmetle, hiçbir şey yemeden hayatı devam ettiğini, onüç -şimdi otuzdokuz- sene evvel gazeteler yazmışlar. Madem kırk günden yetmiş seksen güne kadar rızk-ı fıtrî devam ediyor ve madem Rezzâk ismi, gâyet geniş bir surette rûy-i zeminde cilvesi görünüyor ve madem hiç ümid edilmediği bir tarzda, memeden ve odundan rızıklar akıyor, baş gösteriyor. Eğer pür-şerr beşer, sû-i ihtiyarıyla müdahâle edip karışmazsa, her halde rızk-ı fıtrî bitmeden evvel, o zîhayatın imdadına o isim (Rezzak) yetişiyor, açlıkla ölüme yol vermiyor.
Öyle ise: Açlıktan ölenler, eğer kırk günden evvel ölseler, kat’iyen rızıksızlıktan değildir. Belki “Terk-ül-âdât min-el-mühlikât” (Adetleri terk etmek, insanı ölüme götürür) sırriyle, sû-i ihtiyardan gelen bir âdet ve terk-i âdetten neş’et eden bir illetten, bir marazdan ileri gelmiştir. Öyle ise: Açlıktan ölmek olmaz, denilebilir. (Lem’alar)
Evet, burada da zikredildiği üzere, garanti altında olan rızık 40 gün içindir. Ondan sonra garanti bitiyor. Yani 40 gün içinde insanın biraz iradesini kullanarak fiili duada bulunması lazım ki hayatını devam ettirsin. Bir insan 40 günden sonra ölürse açlıktan ölür belki ama kanaat eder, şükrederse biraz da didinirse Allah onun da rızkını gönderir bir yerlerden. Kanaat, gayret ve şükür ölmüşse, insan da ölüyor.
Dikkat edilirse, Bediüzzaman Hazretleri, “insanın süistimali karışmazsa” diye bir şart ileri sürüyor. Hâlbuki şimdi insanlar, kaynakları, şartları ve iradelerini süistimal ediyorlar. Eğer bir insan 40 gün içinde ölüyorsa bu yeme içme alışkanlığını terkten dolayıdır. Yeme içme âdeti deyince, ölçü bizim her gün yediğimiz üç öğün değildir. O bizim işi süistimal etmemizin ifadesidir. Bir zamanlar bizim toplumumuzda bile günde iki öğün yeniyordu: Bir kuşluk vaktinde bir de ikindi üzeri. Hâlbuki bugün batı medeniyetinin sayesinde biz günde üç öğün yemeye alışmışız. Evet, işin esasında insana yeten, yediği bir kaç lokmadır.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor:
Hiçbir kişi, midesinden daha tehlikeli bir kap doldurmamıştır. Oysa insana kendini ayakta tutacak bir kaç lokma yeter. Şayet mutlaka çok yiyecekse, midesinin üçte birini yemeğe, üçte birini içeceğe, üçte birini de nefesine ayırmalıdır. (Tirmizî, Zühd 47).
Nitekim kendileri de öyle yaşamışlardı. Evet, kendini alıştıran insan için günde bir poğaça yeter hatta daha azı da yeter. Böyle yaşayanlar az değildir tarihte ve günümüzde. Bizim ilk beş asrımızın insanı ve Sahabe nesli genelde böyle yaşıyordu. Demek ki insana günlük bir iki lokma yeterken, o daha fazlasına alışıyor ve bu alışkanlık gidince ölüyor. Bu yüzden Afrika’daki çocuklara bakmak lazım: Kaç tane çocuk 40 gün içinde ölüyor? Çoğu, belki de hepsi 40 günden sonradır. Bu da garanti bittiği halde insanın iradesini kullanmaması, rızka ulaşmak için hiç olmazsa öksürmeye bile çalışmamasındandır. Hem bu durum, sadece Afrika’nın değil pek çok coğrafyanın imtihanıdır. Afrika’nın şöyle bir hususiyeti de var: Sömürge devletleri, oranın insanına çalışmayı unutturmuşlar. İnsanlar çalışmıyorlar, çalışmak için düşünseler, yapacak çok işler bulurlar. Biraz iklimin de tesiriyle rahat-rehavet hâkim olmuş. Hâlbuki Afrikanın çoğu yeri yeşildir. Tropikal iklime sahiptir. İnsanlar biraz bir şeyler ekmek için didinseler çok şey yetişir. İşte kırk gün sonra bu irade ortaya konmayınca insanlar acından ölüyor. Diğer bir husus bu felaketin yaşandığı yerde iç savaş ortamı var. Yani insanlar millet olarak kardeşliği unutunca bereket oralardan kalkmıştır. Bunun yanında dünyanın en verimli topraklarının üzerinde oturup da açlıktan ölmek de ayrı trajedik bir durum. Bunları düşününce –hâşâ- suçu burada Razzak-ı Kerime bulmak haddimize düşmüyor. Sebeplere riayet bu dünyanın kanunlarındandır. Sünnetullah, bu dünyada sebeplere riayettir ve her insana çalıştığı kadar karşılığının verilmesi de yine sünnetullahtandır. Eğer bu insanlar, toprağı ekip biçtiklerinde toprak ürün vermese bu noktada belki bir şeyler denebilir ancak sebeplere riayet olmayınca, fiili dua olmayınca, uhuvvet olmayınca Allahın Rezzak isminin tecellisi mümkün olmuyor. Allah açlık çeken kardeşlerimize yardımcısı olsun…
Kaynaklar: 12. Lema ve 19. Lema, Asrın Getirdiği Tereddütler–II