Allah (celle celâluhu), renk ve şekilleri varlığına bir delil olarak Kur’ân-ı Kerim’de ifade buyurmaktadır. Hz. Âdem’in (aleyhisselâm) yeryüzünde ne zaman zuhur ettiğini bilemiyoruz. Talmut yazarları Hz. Âdem’in altı veya yedi bin sene evvel dünyaya geldiğini söylemektedirler. Ancak bu mesele İsrailiyat kaynaklıdır. Bunun bir aslı ve esası olduğunu kabul etmek mümkün değildir. Zira şimdilerde arkeolojik araştırmalarla müstehâseler (fosiller) üzerinde çalışan kimseler, bir veya bir buçuk milyon sene evvel yeryüzünde insana benzer varlıkların yaşadığına dair nazariyeler ileri sürmekteler. Binaenaleyh Hz. Âdem’in yeryüzünde ne zaman zuhur ettiğine dair bir şey söylemek imkânsız görünmektedir.
İster milyonlarca sene sözcüğüyle ifade edilen, ister birkaç yüz bin sene ile Hz. Âdem’den bu yana geçen bu uzun zaman içinde insanların yeryüzüne dağılmaları mümkündür. Evet, insanlar, çeşitli devirlerde değişik vesileleri değerlendirip yeryüzünün farklı yerlerine dağılmış olabilirler. Bu cümleden olarak Amerika’ya ilk gidildiğinde orada Kızılderili yerlilerinin bulunduğu görülmüştür. Ayrıca biz daha evvelki dünya karalarının keyfiyetini de bilemiyoruz. İhtimal değişik devirlerde yer kabuğundaki bazı değişimlerle bazı yerler çukurlaşarak denizlere zemin oluşturmuş bazı yerler de zirveleşerek dağları meydana getirmiş. Meselâ jeologlar, bundan on bin sene evvel Akdeniz’in tamamen bir kara parçası ve bugün kara olan yerlerin de o devirlerde deniz olduğunu söylemektedirler. Eğer dedikleri doğruysa, demek ki Akdeniz’in yerinde, o gün için bir kısım medeniyet ve devletler vardı.
Bu böyle olduğu gibi Amerika ve Avustralya için de aynı şeyleri söylemek mümkündür. Yani oralar da belki çok önceye dayanan bir tarihte, dünyanın diğer karalarıyla bitişik durumdaydılar ve aradaki deniz ve okyanuslar birer kara parçasıydı. İzn-i ilâhî ve murad-ı sübhanî ile değişe değişe bugünkü duruma geldi. Muhammed Hamidullah, Kristof Colomb’dan evvel bir kısım Arap seyyahlarının sallarla dar geçitlerden Amerika kıtasına gittiklerine dair, vesikalarıyla bir eser neşretmişti. O husus da ayrı bir açıdan önem arz etmektedir. Bu da Colomb’dan evvel Müslümanların Amerika’yı keşfettiğini gösterir. Geriye dönecek olursak, ister yeryüzü kabuğunun değişmesi, ister başka şekilde her zaman farklı kıta ve farklı insan tiplerinin olması gayet normaldir
İnsanların bulundukları muhitte bir kısım mutasyonlar geçirerek çok az dahi olsa bazı fizyolojik değişikliklere maruz kalmalarına gelince, biz bunu bugün de görüyoruz. Ne var ki bununla insanın insanlığı hiçbir zaman değişmemiş, o hep insan olarak kalmıştır. İnsanlık değişmemekle beraber, Allah’ın (celle celâluhu) kanunuyla insan için çeşitli mıntıkalarda, o mıntıkaya uyum adına bir kısım mutasyonların olduğu da açıktır. Bu da tamamen sûrî bir husustur. Meselâ, cildin deri altındaki mürekkep tulumbacıklarının dışarıya doğru çıkmasıyla vücudun rengini değiştirmesi ciddî bir değişme değildir. Bir insan nesli uzun bir süre bir kıtada yaşasa herhâlde böyle bir değişikliğe maruz kalır.
Evet, bunlar, küçük çapta Cenâb-ı Hakk’ın yarattığı mutasyonlardır ve kat’iyen ciddî bir değişiklik değildir. Binaenaleyh cildin siyah veya saçın kıvırcık olması, bulunulan muhite uyumun ifadesidir ve bu, Allah’ın bir kanunudur. Allah şartlar içinde insanlara o şartlara uygun yaşama donanımı ihsan etmiştir.
Kaynak: Çizgimizi Hecelerken, “Irkların Meydana Gelişi“