Enbiya-ı izamdan öyleleri gelmiştir ki, ya tek bir ümmeti olmuş veya hiç olmamış; ama onlar yine de peygamberlik için gerekli olan vazifeyi yerine getirmişlerdir. İşte bu, benim aklımın alamayacağı ve ona karşı hayret ve hayranlık duygularımı gizleyemediğim peygamber ihlasıdır. Bir insan kırk sene-elli sene hakkı anlatıp da, hiç kimseye bir şey dinletemesin; ama, hiç tavrını değiştirmeden yine anlatsın.. işte bu farklılık irşadda çok önemlidir.
Evet, ısrar ihlâsın bir buududur. Vefa hissi ile hiç sarsılmadan aktif bekleme ise irşad ve tebliğde çok önemlidir. Ehlullahtan birisi, “Beni bir kedi irşad etti; gördüm ki o, yirmi dört saat gözünü kırpmadan farenin deliğine yöneldi ve bekledi. İşte o zaman anladım ki, bu iş öyle ara sıra deliğin önüne uğramakla olmayacak. Ondan sonra gözünü kırpmadan ve hiç yılmadan Hakk’ın kapısını gözetlemeye koyuldum.” der. Hakkı, hakikati bulma, bazılarına kırk haftada, bazılarına kırk ayda, bazılarına da kırk senede nasip olur. Şahsen ben senelerden beri şu tenteneli âlem-i şehadetin arkasında, âlem-i gaybı bir kitap gibi mütalâa edeceğim anı bekledim durdum.. bekleyeceğim de.. ve bulacağım ümidini de hiçbir zaman yitirmedim.
İrşatta diğer önemli bir mesele de sistemdir. Bu mesele hem kemmiyet hem de keyfiyet buudlarıyla oldukça önemli bir husustur. Ancak bazı ihlaslı arkadaşlar, zannediyorum ihlaslarına bir şey karışmasın diye kemmiyetle fazla meşgul olmuyorlar. Bu, bir yönüyle doğru olsa da bazı yönlerden yanlış bir anlayıştır.
Ewelâ, kemmiyet olmayınca, keyfiyeti düşünmek mümkün değildir. Zamanın mekana nisbeti ne ise, keyfiyetin kemmiyete nisbeti de odur. Keyfiyet, kemmiyet plânında var olan bir şeyin bir buudu, bir derinliği ve ayrı bir yanıdır. Kemmiyetin tasavvur edilmediği bir yerde, keyfiyetten bahsetmek muhaldir. Ortada hiçbir insan yoksa insanla alâkalı keyfiyet nasıl tasavvur edilecek ki? Mesela ihlas, mü’minin sıfatıdır; ortada mü’min yoksa, o sıfat nasıl olacak ki?
O halde kemmiyet ve keyfiyet birlikte aranmalı; keyfiyet kemmiyete ya da kemmiyet keyfiyete feda edilmemelidir. Efendimiz (s.a.s)’in tebliğ ve irşat adına cepheden cepheye, panayırdan panayıra koşması, karşılaştığı hemen her insana “Lâilâhe illallah deyin kurtulun” demesi keyfiyet eksenli bir kemmiyet arayışı değil midir? Allah Rasulü (sas) karşısına iki insan alır, akşamdan sabaha, sabahtan akşama Kur’ân okur, onları eğiterek keyfiyet insanı haline getirirdi. İşte böylece o -0’nun için söz konusu olmasa da- kemmiyet hatası içine düşmekten kurtulma yolunu gösterirdi.
İhlas ise sistemde apayrı ve başlı başına bir yer işgal eder. İhlas olmadan bir yere varılabilmesi imkânsızdır.
Hüsrev Efendi’nin mâlâyânî şeylerle meşgul olmayıp, risaleleri yazayım diye, onbeş sene kapısını ördürerek odasını hücre haline getirdiğini anlatırlar. Kaldı ki o esnada çok ciddi takip de söz konusudur. Mesela, o mübarek zat, yazdığı risaleleri rulo yapıp banyodan dışarıya, suyu boşaltmak için kullanılan küçük bir borucuk içine bırakır, birileri de ara sıra gelip, boru içinden ruloları alır, altı saat uzaklıktaki köylere giderek risaleleri yerlerine ulaştırırlarmış. Sonra taş baskılar yapılıp, benzer tabyelerle dağıtım yapılırmış. İşte bu ihlas ve bu sistem sayesinde Üstad, bir avuç talebesiyle Türkiye’nin her tarafına risaleleri dağıtmıştır…
Evet, bütün bu misalleri niçin arz ettim? Aşk ve aksiyona bakın ki, o dönemde Üstad, yirmi talebesi ile Türkiye’de ulaşmadığı yer kalmıyor. O, iman, ilim, irfan, muhabbet ve ihlasta çok derin olmanın yanında bir o kadar da aksiyon insanı. Şimdi eğer bu insan, başkalarına anlatayım diye ciddi bir gayret içinde bulunmakla kemmiyeti keyfiyete tercih ediyor, ihlasından feragatta bulunuyorsa geliniz Allah aşkına bu yanlışlığı hepimiz yapalım, Bediüzzaman gibi kemmiyet hastalığına düşelim!.
Hasılı, ihlas, ısrar ve kemmiyet ile keyfiyet dengesinin birlikte gözetilmesi irşad ve tebliğ vazifesinde çok önemli bir unsurdur.