Değerli kardeşimiz,
Kur’ân-ı Kerîm “gıll u gışş” diye tabir ettiğimiz kin ve nefret gibi menfî duyguların cennet insanlarının içlerinden giderileceğini haber verir.
(Cennette) onların altlarından ırmaklar akarken, kalplerinde kinden ne varsa hepsini çıkarıp atarız. (A’raf, 7/43) Biz o cennetliklerin kalplerindeki kinleri söküp atarız. Hepsi kardeşler olarak sevinç içinde ve karşılıklı koltuklara otururlar. (Hicr, 15/47)
âyetleri bu mes’eleyi gayet sarih ve net olarak ifade etmektedir.
Bu âyetlerden anlaşıldığı üzere, cennette, kötü duygu ve düşüncelere merkezlik yapan ne kadar hassa varsa, hepsi insandan sökülüp atılacaktır. Dolayısıyla da insanlar, cennette, başkalarına karşı kin ve nefret duymayacaklardır. Zaten aksi olsaydı orası cennet olmazdı. Zira bir insanın öfkeleneceği zaman halim-selim olması, nefret duyacağı zaman içinin sevgiyle dolması, hırs duygusunun gerildiği ve insanın bütün benliğine hakim olduğu bir zamanda onun müstağni kalması imkân sınırlarını zorlayacak kadar çetindir. Nitekim dünya hayatında yaşadığımız bütün menfî durumlar buna açık birer örnektir. Demek ki bu, bizim irâdemizi, tasavvurlarımızı, gayretimizi ve gücümüzü aşan bir mazhariyettir ki, doğrudan doğruya Cenâb-ı Hakk’ın bir lütfu ve bir cennet nimeti olarak anlatılmaktadır. Bir yönüyle de bu hal, insanın melekleşmesi, beşerî garizalardan kurtulup rûhânîleşmesi ma’nâsına gelir. Böyle bir hâli kazanmak ise kolay olmasa gerek.
Esasen mes’eleye şöyle bir nükteyle yaklaşmak da mümkündür. Kur’ân-ı Kerîm şöyle buyurur:
Ve onların kalplerini birbiriyle uzlaştırdı. Sen yeryüzünde bulunan herşeyi verseydin, yine onların kalplerini te’lif edemezdin; Allah’dır ki onların arasını buldu ve uzlaştırdı. Çünkü O, daima üstündür, hüküm ve hikmet sahibidir. (Enfal, 8/63)
Halbuki, yukarıdaki âyette de geçtiği üzere, mü’minler cennette, karşılıklı koltuklarda beraberce ve bir arada oturacaklar. Her iki ayeti bir arada ma’nâlandıracak olursak, belki cennette de insanlar, kin ve nefreti potansiyel olarak içlerinde taşıyacaklar ama, Cenab-ı Hakk’ın lütfuyla, bu kin ve nefretin açığa çıkmasına meydan verilmeyecektir ki, bu da cennete âit bir nimettir.
Kanaatimce, konuya bir yaklaşım şekli de şu olmalıdır: Dünya ahiretin bir tarlasıdır. Buradaki müsbet ibadetler ahirette, keyfiyetlerini bilemeyeceğimiz şekilde müsbet neticeler doğuracağı gibi; buradaki negatif görünümlü ibadetler de yine orada müsbet neticeler doğuracaktır. Meselâ, nasıl namaz, oruç, zekat ve hac gibi ibadetlerin bir cennet nimeti olarak karşımıza çıkacağı söz konusudur; öyle de çekilen sıkıntıların, ızdırapların, hastalıkların da birer cennet nimeti olarak bize bahşedileceği her zaman düşünülebilir. Nitekim, Allah Rasûlü’nün açlık sebebiyle oturarak namaz kıldığını öğrenen ve bu yüzden gözyaşı döken Ebu Hureyre’ye, Efendimiz “Ağlama ya Eba Hureyre, bu dünyada açlık çekenler ahirette açlık elemi duymazlar” mukabelesinde bulunmuş ve yerinde açlığın da ibadet sevabı kazandıracağına dikkatleri çekmiştir. Bir insanın şehevî arzularına karşı koyup iffetli olmaya çalışması, meşru zevk ve lezzetlerle iktifa edip harama girmemesi ve bedenî isteklerini ma’kul ölçüler içinde devamlı frenlemesi, cismanî buud ve derinlikleriyle, o insanın karşısına cennette hep birer nimet olarak çıkacaktır. Tohum burada atılır. Başaklar orada devşirilir. Herşey buğdaylar gibi burada değirmene dökülür, orada ambarlarda muhafaza edilen un halinde karşımıza çıkar. Her uhrevî varlık burada yaratılır, orada onlara hayat üflenir. Güzelliğe esas teşkil edecek malzemeler burada ambalajlanır, orada ise bu ambalajlar teker teker açılır ve muhteşem, müdebdeb, göz kamaştıran bir hayatın parçaları haline gelir. Aynen öyle de, insanlar burada kin, nefret, hased gibi kalbî hastalıklarına karşı savaş verir; belki bazen yenik düşer, bazen galebe çalarlar, ama, yılmadan, usanmadan, hep bu kavgalarına devam ederler ise, ahirette de, böylesine kötü duyguların kalplerinden silinmesi şekliyle mükafat görürler. Ancak onlar da bilirler ki, bu duyguların kalplerinden silinmiş olması onlara Cenab-ı Hakk’ın engin rahmetinin bir tezahürüdür. Yoksa dünyada yakından tanıdıkları ve karşılarında bazan aciz kaldıkları bu duyguların kendilerine bakan güç ve iradeyle ortadan kaldırılmış olması imkânsızdır.
Evet, kudret yurdu olan ahirette, her nimet insana “Allah” dedirttiği gibi, bu nimet de yine insanlara Allah’ı hatırlatacak ve “Allah” dedirtecektir. O Allah ki, kendisini bize “Rahman ve Rahim” olarak tanıtmaktadır. Bir hadisin de işâret ettiği gibi, dünyada O’nun rahmetinin ancak yüzde biri tecelli etmektedir. Geriye kalan kısım ise, bütünüyle ahirette tecelli edecektir. İşte böyle bir tecelli ile cennet ehlinin kalplerinden kin ve nefret duyguları silinecek ve onlar, her şeyleriyle insan olarak kalmakla birlikte âdetâ melekleşeceklerdir.
Burada son bir mülahazayı da arzetmeden geçemeyeceğim. Nice insanlar vardır ki, maddî açıdan mutluluk adına her türlü imkâna sahiptirler. Fakat içlerinde kendilerini rahatsız eden herhangi bir sebeple, hakiki huzur ve mutluluktan her zaman mahrumdurlar. Aynen onun gibi, insanlar, altlarından ırmaklar akan, her türlü konfor ve rahatın mevcut olduğu bir cennette dahi olsalar, eğer içlerinde kendilerini rahatsız edecek bir duygu, bir endişe var ise, orası onlara hususî bir cehennem olacaktır. Yani insan cennette olabilir, etrafında huri-gılman bulunabilir; fakat kalbi sürekli huzura açık ve huzursuzluğa götürücü sebeplere kapalı değilse, o insan yine rahatsızlık duyabilir. Halbuki insanın rahatsızlık duyduğu yer cennet değildir. Öyleyse insanın bulunduğu mekânın cennet olması ne ölçüde önemli ise, o insanın iç dünyasının cennete göre ayarlanmış olması da o derece önemlidir ve hamd edilmesi gereken en büyük nimet de işte budur!
Kaynak: F. Fasıla II, “Bir Cennet Nimeti“
Selametle kalınız.