Öncelikle şunun net olarak bilinmesinde fayda var: Kur’ân ve Sünnet naslarında “asgari evlilik yaşını” düzenleyen kesin ve net bir hüküm yoktur. Fakihler içtihat yoluyla nasların dolaylı ifadelerinden, işaret ve delaletlerinden hüküm çıkarmaya çalışmış ve bu konuda farklı görüşler ortaya koymuşlardır. İslâm, muamelata dair pek çok hükmün detaylı düzenlemesinde olduğu gibi bu meseleyi de zamana, şartlara, örflere, fıtrata, toplumsal kabullere ve bunlara bağlı olarak yapılacak içtihatlara bırakmıştır.
Fıkıh kitaplarının konu etrafındaki detaylı içtihatlarını burada nakletmek ve teknik izahlara girmek çokları için konuyu karmaşık hâle getirecek ve anlamayı zorlaştıracaktır. Bu yüzden konuyu olabildiğince basitleştirmeye, bu konudaki görüşlere ve delillere ana hatlarıyla yer vermeye çalışacağız. Bunu yaparken önce klasik dönem fukahasının konu etrafındaki görüşlerini ve dayandıkları delilleri verecek, sonra modern âlimler tarafından meseleye nasıl yaklaşıldığına değinecek, arkasından da genel bir değerlendirme yapacağız.
Fıkıh kitaplarında küçüklerin evlendirilmesiyle ilgili yer alan hükümlerin doğru anlaşılması için şu detayın bilinmesinde fayda var: Fakihler konuya iki açıdan yaklaşmışlardır: Birincisi “evlilik akdi” diğeri ise “zifaf”. Bu ikisini titizlikle birbirinden ayırmış ve her ikisiyle ilgili farklı hükümler vermişlerdir. Biz günümüzde evlilik dediğimizde, nikah kıymayı, düğün yapmayı, yuva kurmayı ve birlikte yaşamayı anlarız. İslâm fakihleri ise bu konuyu daha ziyade yapılan “evlilik akdi” açısından ele almış, bu akdin taraflarını ve sıhhat şartlarını masaya yatırmış, bu akdi “sahih”, “fasit” ve “bâtıl” hâle getiren durumları detayıyla ele almışlardır.
Evlilik de bir akit olduğuna göre bu akdin geçerli olması diğer akitlerde olduğu gibi öncelikle “akıllı olma” ve “buluğa erme” şartlarına bağlanmıştır. Dolayısıyla küçüklerin bu konudaki irade beyanı, yani kıyacakları evlilik sözleşmesi geçersiz sayılmıştır. Fakat fukahanın çoğunluğu, faydalı gördüğü takdirde velisinin küçük çocuğu adına nikah akdi kıyabileceğini ifade etmiş ama zifaf için ergenliğe kadar beklenmesi gerektiğini de ilave etmişlerdir. Bu konuda kızla erkek arasında da bir ayrım yapmamışlardır. Dolayısıyla onların tecviz ettiği mesele küçük bir çocukla büyük bir kişinin evlilik akdi sonucu bir araya gelerek aile hayatı yaşamaları değildir. Küçük bir çocukla cinsel ilişkiye girmeyi tecviz eden hiçbir âlim yoktur. Onların ele aldığı meseleyi bir açıdan bazı kültürlerde mevcut olan “beşik kertmesine” benzetebiliriz.
Burada şu bilgiyi vermekte de fayda var: Klasik fukahanın bu konuda hüküm bildirdiği dönemde, eski Çin, Hindistan, İngiltere gibi dünyanın birçok ülkesinde benzeri anlayışlar ve hükümler cari olmuştur. Küçük bir araştırmayla tarih kitaplarında bunun yığınla misali bulunabilir. Meseleye bugünün örf ve anlayışını esas alarak bakıp klasik içtihatları değerlendirmek bizi yanıltabilir ve anakronizme götürebilir.
İlk dönem fakihlerinden Osman el-Betti (ö. 143), İbn Şübrüme (ö. 144) ve Ebu Bekir el-Esam (ö. 200) gibi bazı fakihler ise küçük çocuklar adına kıyılan nikahı geçersiz görmüş, velilerin küçük çocukları evlendirme yetkisinin bulunmadığını belirtmiş, evlilik akdi için ergenliğin beklenmesi gerektiğini söylemişlerdir.
Küçükler adına veli tarafından kıyılan nikah akdini “sahih” gören fakihler, Talak suresinin 4. ayetiyle, evlenilecek kimselerle ilgili farklı ayetlerde yer alan “eyâmâ (bekârlar/dullar)” (Nûr sûresi, 24/32), “imâükum (cariyeler)” (Nûr sûresi, 24/32), “yetâmâ (yetimler)” (Nisâ sûresi, 4/3), “nisâiküm (kadınlar)” (Talak sûresi, 65/4) gibi lafızların büyüklerin yanı sıra küçükleri de içine aldığını ifade etmişlerdir. Fakat bu konuda en çok üzerinde durulan delil, Talak sûresinin 4. âyetidir. Burada kadınların iddet süreleri belirtilirken وَاللَّائِي لَمْ يَحِضْنَ (âdet görmeyenler) ifadesine de yer verilir ve bunların iddetinin üç ay olduğu beyan edilir. Cevaz hükmünü veren fakihler bu ifadeyle henüz buluğ çağına ulaşmamış çocukların kastedildiğini ifade ederler.
Bununla birlikte âyet-i kerimenin ifadesi geneldir. Doğrudan çocuklardan bahsetmez. Âdet görmeme sadece çocuklara has değildir. Bir hastalık sebebiyle âdet görmeyenleri, bir illete bağlı olarak temizlik süresi uzayanları, hayızdan kesilenleri de içine alır. Kaldı ki bazı araştırmacılar âyetin başında yer alan “min nisaükum (kadınlarınızdan)” ifadesinden yola çıkarak, bu âyette mevzubahis edilen kimselerin tamamının büyükler olduğunu, çocukların bu ifadenin kapsamına girmeyeceğini de ifade etmişlerdir.
Söz konusu âyetlerin yanı sıra bazı hadisler de delil getirilir. Mesela nikahta velayeti şart koşan hadislerin ifadesinin genel olduğu, yani küçüklerin evlendirilmesini de içine aldığı belirtilir. Bu konudaki görüşü destekleme adına sahabe arasında gerçekleşmiş bazı evlilikler de delil olarak kullanılır. Bunların yanı sıra bir de “Eşyada asıl olan mubahlıktır.” kaidesine yer verilerek, velilerin küçük çocukları evlendirmesiyle ilgili naslarda kesin bir yasak olmaması gösterilir.
Ne var ki bu konuda zikredilen delillerin hiçbiri “açık”, “kesin” ve “bağlayıcı” hüküm bildiren bir delil değildir. İslâm’ın ilk dönemlerinden itibaren bu konuda farklı görüşlerin ortaya çıkmasının sebebi de bu konuda ileri sürülen delillerin yorum ve içtihada açık olmasıdır. Fakihlerin bu hükümlerinde yaşadıkları dönemin sosyal gerçekliğini, toplumsal kabulleri ve içtimai şartları dikkate aldıkları izahtan varestedir. En başta da dediğimiz gibi şayet İslâm evlilik yaşıyla ilgili belirlemeyi zamana, şartlara ve toplumsal kabule bırakmışsa, farklı dönemler için farklı düzenlemelerin yapılmasının önü açık demektir.
Velilerin çocuklar adına yapacakları nikah akdini geçersiz görenlerin istidlal ettikleri bir âyet-i kerime vardır ki, hükme delaleti diğerlerinden daha açıktır. Bu âyet, Nisâ sûresinin 6. ayetidir. Âyette şöyle buyrulur:
“Yetimleri evlenme çağına varıncaya kadar gözetip deneyin. Rüşde erdiklerini (akılca olgunlaştıklarını) görürseniz mallarını kendilerine teslim edin.”
Ayette geçenحَتَّى إِذَا بَلَغُوا النِّكَاحَ (nikah evresine varıncaya kadar) ifadesi oldukça dikkat çekicidir. Buradaki “nikah” lafzı ister hakiki manasıyla “cinsel ilişki” isterse mecazi manasıyla “evlilik” anlamında kullanılsın, neticede ayet-i kerime bir nikah çağından ve ona ulaşmadan bahsetmektedir. Kur’ân küçükler için belirli bir “nikah çağı” öngördüğüne göre, bu evreden önce nikaha tevessül edilmemesi âyetin siyakından anlaşılan manadır.
Modern dönemde din bilginleri tarafından konuyu farklı açılardan değerlendiren birçok akademik çalışma yapılmış ve -görebildiğimiz kadarıyla- bu çalışmaların neredeyse tamamında küçüklerin evlendirilmesinin dinî açıdan doğru olmadığı vurgulanmıştır. Esasen oldukça haklı gerekçelerle toplum tarafından yadırganan ve suistimale oldukça açık bulunan böyle bir olguya dinin ruhuna vâkıf bir din âliminin cevaz vermesi mümkün değildir.
Aynı şekilde İslâm ülkelerinde dinî hükümler esas alınarak hazırlanan medeni kanunların büyük çoğunluğunda da (el-Ahvalü’ş-şahsiyye) asgari evlilik yaşı için 17-18-19 gibi rakamlara yer verilmiştir. Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulunun da 2012 yılında aldığı 44 sayılı kararıyla küçüklerin evlendirilmesinin uygun olmayacağını hükme bağladığını ve bunun gerekçelerini ortaya koyduğunu da burada ifade etmek gerekir.
Evlenecek tarafların fayda ve maslahatı, evliliğin maksadı ve toplumsal algılar açısından meseleye bakıldığında da küçüklerin evlendirilmesini caiz görmek mümkün değildir. Zira böyle bir evliliğin pek çok açıdan risk ve zararları söz konusu olacaktır.Mesela bir âyet-i kerimede evlilikle ilgili şöyle buyrulur:
“O’nun (varlığının ve kudretinin) delillerinden biri de: kendileriyle huzur ve itminana kavuşacağınız eşler yaratması, birbirinize karşı sevgi ve şefkat var etmesidir.” (Rum suresi, 30/21)
Burada evlilikle ilgili huzur, sevgi, şefkat üzerinde durulmaktadır ki küçük birinin evliliğinde bu maksat ve maslahatların ortaya çıkması mümkün değildir. Evlilikle ilgili bazı âyetlerde üzerinde durulan “tenasül” yani neslin devamı da ancak büyüklerle yapılan evliliklerde mümkün olur.
Günümüzde birçok büyüğün bile evlilik için gerekli olgunluğa ulaşmadığı, yuvaların çatırdadığı, huzursuzluk ve geçimsizliklerin başını alıp gittiği, boşanmaların tavan yaptığı, evlilik müessesesinin ciddi yara aldığı bir dönemde küçük çocukların evliliğine cevaz vermek İslâm’ı bilmemek demektir. Bedensel ve psikolojik olarak henüz evlenme olgunluğuna sahip olmayan küçük birinin evlendirilmesinin onu ekonomik, biyolojik ve psikolojik açılardan ağır bir yükün altına sokacağı, onu pek çok fırsat ve imkandan mahrum bırakacağı da açıktır.
Klasik fukahanın “mubah” hükmü üzerinden yürünecek olsa bile, fakihlerin çoğunun devlete, mevcut şartlara göre mubah alanı düzenleme ve bu alana dair bir kısım kısıtlamalar getirme yetkisi tanıdığı unutulmamalıdır. Evlilik yaşı da buna dahildir. Kısacası, bazılarının zannettiğinin aksine küçüklerin evlendirilmesiyle ilgili İslâm’da tüm zamanlar için geçerli olacak kesin ve bağlayıcı bir hüküm yoktur. Bu konu toplumsal gereklilikler, olgular, anlayışlar, teamüller, kabul ve algılarla yakından ilgilidir.
Bu yazı tr724.com sayfasından alınmıştır.