İnsanların her ferdi, diğer canlıların neredeyse bir türü kadar diğerlerinden farklılık gösterir. Bu, onun yetenek, kişilik ve karakterindeki renklilikle açıkça kendisini belli eder. Bu gerçeği değiştirmeye yönelik her girişim de yaratılışa ters olduğu için başarısızlığa mahkumdur. Bireydeki bu renklilik, manevî ve hükmî bir kişilik olan toplumlara da aynen yansıyarak onları da farklı hale getirir. Farklılık genellikle insan psikolojisinde içgüdüsel bir tepki doğurur. Başkalık da, yabancılık, korku, kuşku, antipati duyguları uyandırır. Hoşgörü ise, bu ilkel duyguyu yenmek, hiç değilse dizginlemeye çalışmaktır. Kişi başkalarına katlanabilmeyi öğrendiği ölçüde “hoşgörülü” niteliğini kazanır. Hoşgörü, anlayış ve yüce gönüllülüktür. Bizimkimize uymasa bile, herkesin özgür olduğu gerçeğini özümseyip başkalarının düşünce, inanç ve davranışlarına müdahale ve baskıda bulunmamaktır.
Hoşgörü, fıtrat dini olan İslam’ın en önemli bir özelliğidir. Ondaki hoşgörüye başka bir din ve medeniyette rastlamak mümkün değildir. İslam, hem geçmiş din ve medeniyetlere, hem de yeni görüş ve düşüncelere karşı daima hoşgörülü olmuştur. Bu yazımızda bunun bazı ilke ve dayanaklarını kaydetmekle yetineceğiz.
Hz. Peygamber “Allah katında en sevimli din müsamahalı olan dindir. Ben müsamahalı bir din olan hanif dini ile gönderildim” buyurarak (Müsned, I/236) bu gerçeği açıkça ifade etmiştir. Kur’an’da, insanlar arasındaki ırk, dil, renk, makam ve mevki gibi farklılıkların, Allah’ın iradesi dahilinde ve belli hikmetlere bağlı olarak var edildiği, dolayısıyla insanların bunları anlayışla karşılaması gerektiği yönünde ifadeler yer alır (Hucurat, 49/13; Rûm, 30/22; Enâm, 6/165; İsrâ, 17/21; Zuhruf, 43/32).
Kur’an, Allah’a ortak koşmaya bile zorlayan anne-babaya karşı evladın, evlatlık görevinden geri kalmamasını, onlara iyi davranmasını, ancak inancında onlara uymayarak Allah’a yönelenleri örnek almasını emreder (Lokman, 31/15).
İnanç farklılıkları tek başına savaş sebebi değildir. İslam’a ve Müslümanlara saldırmadıkları ve inanç özgürlüğünü engellemedikleri sürece diğer din mensuplarına savaş ilan edilemez. İslam’da barış asıl, savaş ise istisnadır: “Eğer onlar, sizden uzak durur, sizinle savaşmaz ve barış içinde yaşamak isterlerse, Allah size onlara saldırmak için yol vermemiştir” (Nisa, 4/90) ayeti bunun açık ifadesidir.
Kur’an’a göre, inanç ihtilafları bu dünyada şiddet ve kavgayla çözülme yoluna gidilmemelidir. Çözümü, ancak Allah’ın ahiret günündeki hakemliğiyle mümkün olacaktır:
“Yahudiler, ‘Hristiyanlığın bir temeli yoktur’ dediler, Hristiyanlar da, ‘Yahudiliğin bir temeli yoktur’ dediler; oysa her ikisi de kitaplarını okumaktalar. Dini bilmeyenler de onlarınkine benzer sözler söylediler. Allah, kıyamet günü, anlaşmazlığa düştükleri konularda aralarında hüküm verecektir” (Bakara, 2/113).
Müşrik putperestlerle ilişkilerde bile Kur’an şu temel prensibi belirlemiştir:
“Ve eğer müşriklerden biri sana sığınmak isterse, ona güvence ver ki, Allah’ın kelamını işitsin. Sonra da güven içinde bulunacağı yere kadar onu ulaştır” (Tevbe, 9/6).
Allah, Mekkeli putperestlerin şahsında, müşrik de olsa katl ve zulümden uzak duranlara iyilik ve adaletle muamelede bulunmayı tavsiye etmektedir:
“Allah, sizinle din uğrunda savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayanlara iyilik yapmanızı ve onlara adil davranmanızı yasaklamaz. Allah, adaletli olanları sever” (Mümtehine, 60/ 8).
Mü’min, hak ve hikmet araştırıcısı ve müşterisidir. Söyleyeni kim olursa olsun söze kulak verir, mihenge vurur, uyulmaya değer ve güzelse gereğini yerine getirir. Şu ayet bunun ifadesidir: “Söze kulak verip de en güzeline uyan kullarımı müjdele!” (39/17-18). Hz. Peygamber de, “Hikmet (faydalı fikir, söz ve hareket) mü’minin yitiğidir; her nerede bulursa onu alır (Tirmizî, İlim 19; İbn Mâce, Zühd 15) tavsiyesiyle mü’minin eline en yalın ve kapsamlı ölçüyü vermiştir.
İslam, bütün semavî dinlerin kaynağını bir kabul eder. “İslam”, Hz. Âdem’den Hz. Muhammed’e kadar gelip geçmiş tüm peygamberlerin getirdiği dinin ortak adıdır. Bundan sapmalar sonradan ve zaman içinde belirmiştir.
“Allah, Nuh’a buyurduğu şeyleri size de din olarak buyurmuştur. Ey Muhammed! Sana vahyettik, İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya da buyurduk ki: Dine bağlı kalın, onda ayrılığa düşmeyin” (Şûra, 42/13).
İslam’a göre bütün Peygamberler (manevî) kardeştir ve peygamberlik açısından aralarında bir üstünlük yoktur. Müslüman, hepsine inanır: “Allah’a, bize gönderilene; İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Ya’kub’a ve torunlarına gönderilene, Musa ve İsa’ya verilene, onları birbirinden ayırt etmeyerek inandık, biz O’na teslim olanlarız, deyin” (Bakara, 2/136).
Abdülaziz Hatip