İslâm’ın ayet ve hadislerle bizlere sunmuş olduğu temel ölçüler içerisinde gelecekten haber verme katiyen caiz değildir. Zira gaybı yani geleceği Allah’tan başka hiç kimse bilemez. “Gaybın anahtarları Allah’ın yanındadır; onları O’ndan başkası bilmez“ (Enam, 6/59), “De ki: Göklerde ve yerde, Allah’tan başka kimse gaybı bilmez..” (Neml, 27/65) ayetleri ve bu çizgide daha onlarca ayet, bu küllî ve daimî hakikati gözler önüne sermektedir.
Burada Hz. Peygamber (sav)’in istikbale yönelik söylemiş olduğu bazı hadislere nasıl izah getirebiliriz sorusu akla gelebilir. Kur’ân Cin Sûresi’nin 26. ve 27. ayet-i kerimelerinde bu meseleye açıklık getirmektedir. “O, bütün görülmeyenleri bilir. Sırlarına kimseyi muttali kılmaz; ancak (bildirmeyi) dilediği peygamber bunun dışındadır.” Buna göre Cenâb-ı Hakk, dilemiş olduğu elçilere gayba ait bazı bilgileri bildirir, onlar da ümmetlerine bu hakikatleri ifade eder, nitekim etmişlerdir de.
Mutlak mânâda fal (tefe’ül) meselesine gelince; onun İslamî bir dayanağı vardır. Yalnız bütünüyle İslamî çerçeve içerisinde. Buna göre Efendimiz (sav), “Hastalık bulaşması ve teşe’üm (şerre yorma) yoktur. Fakat fal (yani) güzel söz, iyi söz hoşuma gider” buyurmuşlardır. (Müslim, Selâm, 34)
Görüldüğü gibi Allah Rasulü (sav) falı, iyi söz, güzel söz diye tefsir etmişlerdir. Bu konuda hadis şarihleri şu açıklamaları yapmaktalar: Mesela, kız istemeye giden bir kimse, yolda birinin başkasına, “Mes’ud”diye seslendiğim işitince bu kelimeyi uğurlu sayarak “inşaallah bu işte mutluluk ve saadet vardır” der. Çünkü mes’ud kelimesi mutluluk anlamım taşır.” (İbn-i Mace tercümesi, Haydar Hatipoğlu, 9/307)
İşte bizim yukarıda mutlak fal meselesinin İslamî şartlar içerisinde dayanağı vardır dediğimiz husus budur. Yoksa soruda bahsedilen ve günümüzde de moda olduğu şekliyle kahve, papatya, yıldız falı denilen şeylerin İslamî mânâdaki fal ile uzaktan yakından ilgisi yoktur.
Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi kahve, yıldız, papatya, avuç içi vb. fallar, İslâm’da ancak kehanet kategorisi içinde mütalâa edilebilir.
Kehanetin ise haram olduğunda bütün ulema ittifak halindedir. Nitekim Efendimiz (sav)’in konu ile ilgili şu hadis-i şerifleri şayân-ı dikkattir. “Kahin (gelecekten haber veren), mennan (yaptığı iyiliği başa kakan), sıla-i rahmi terkeden… cennete giremez.” (Müsned,3/13) “Kim kahine gider ve onun dediğini tasdik ederse Muhammed (sav)’e indirileni inkâr etmiş demektir.” (İbn-i Mace, Taharet, 122)
Bu bilgiler ışığında gelecek adına söylediği şeylerin bütünüyle yalan olan kahinlere, falcılara gitme, onların dediklerine inanma ve tasdik etme, inanan kişiyi itikadî açıdan çok tehlikeli bir konuma itmektedir. Bize göre İslamî gerçeklerin bilinmemesi ya da bilinmesine rağmen hayata geçirile-memesinden kaynaklanan ruhî tatminsizliğe böylesi şeylere müracaat ederek çareler arama olabildiğine yanlış bir tutumdur. İslâm, itikadî ve amelî değerler mecmuasıdır. Mü’min bu değerlere bütünüyle inanma ve onları bütünüyle hayatına tatbik etmekle mükellef olan insanın adıdır. Öyleyse günümüz dünyasında ne kadar revaçta ve gündemde bulunursa bulunsun hakiki mü’min bu türlü şeylere tenezzül etmemelidir.
Ahmet Kurucan