Namaz, Allah tarafından Müslüman olan her insan üzerine teklif olunan farz bir ameldir. Bu husus, birçok ayet ve hadis-i şerifte net bir biçimde izah edilmektedir. Ama bir insan İslâm’a geç uyandı, hayatının belli bir döneminde namaz kılmadı ise, onları kaza etmek mecburiyetindedir.
Kaza, bir farz veya vacibi vakti çıktıktan sonra yapmak demektir. Dolayısıyla namaz kendilerine farz olduktan sonra onu özürsüz olarak kılmayan kişiler elbette günahkar olur. Namazların kaza edilmesi gerektiği hakkında Allah Rasulü (sav) Enes b. Malik’in rivayet ettiği bir hadis-i şerifte “Biriniz uyuyarak ya da unutarak namazını kılamadıysa hatırladığı an hemen o namazı kılsın. Zira Allah, “Beni anmak için namaz kılın” buyurmaktadır.” (Ahmed bin Hanbel, müsned, 3/184)
Yine Nebiler Serveri (sav), Hz. Enes’in rivayet ettiği bir başka hadiste “Kim uyuyarak veya unutarak namazını geçirirse o namazın kefareti, hatırladığında onu kılmasıdır. Bunun haricinde onun kefareti yoktur” demektedir. (Buhari, mevâkîtü’s-salât, 37) Ayrıca Allah Rasulü (sav) bir yolculuk esnasında nöbetçinin uyuyakalması neticesi sabah namazını kılamamış, peşi sıra onu hemen kaza etmiş (Buhari, mevâkîtü’s-salât, 35), Hendek Savaşında savaş sebebiyle ikindi namazını fırsatını bulamamış ve onu da güneş battıktan sonra kaza etmiştir. (Buhari, mevâkîtü’s-salât, 36; Müslim; mesâcid, 209)
Aslında soru ile direkt irtibatı olmasa da “fevt edilen namazların kazası yoktur” gibi düşüncelerin dolaştığı günümüzde, bu sözde fikirlerin bir geçerliliği olmadığını birkaç hadis ile arzedelim istedik.
Gelelim kerahet vakitleri içinde namaz kılınıp kılınamayacağına; hepimizin bildiği gibi kerahet vakitleri beş tanedir ve bunlar Allah Rasulü (sav) tarafından iki ayrı hadiste beyan edilmiştir. Bunlara göre,
- güneşin doğma, istiva (göğün ortasında durduğu vakit) ve batma anları ile (Müslim, müsâfirin, 294),
- sabah namazından sonra güneş doğana ve ikindi namazından sonra güneş batana kadar olan vakittir. (Müslim, müsâfirin, 285, 286)
Bu vakitler içinde -cuma ve günün ikindi namazı hariç- namaz kılmak, ölüleri gömmek, tilavet secdesi yapmak, cenaze namazı kılmak mekruh sayılmıştır.
Kerahet vakitleri içinde ilk üç vaktin başlangıç ve bitiş süreleri ortalama 40-50 dakika arasıdır. Yani güneşin doğması ile bir mızrak boyu yükselmesi, güneşin tam tepe noktasından zevale doğru gitmesi ve sararma vaktinden batımına kadar olan bu 40-50 dakikalık süreler, kerahet vakti olarak kabul edilmiştir. Buna göre güneşin doğmasından 40-50 dakika sonrası ve öğle ezanı ile akşam ezanı vakitlerinden 40-50 dakika öncesi kerahet vakitleridir.
Mezheplerin bu konudaki hükümlerine gelince; Hanefî mezhebine göre, saydığımız beş vakit içinde namaz kılmak tahrimen mekruhtur. Şafiî mezhebine göre ilk üç vakit içinde tahrimen mekruh, diğer iki vakitte tenzihen mekruhtur. Malikilere göre ilk üç vakitte nafile namaz haram, diğer iki vakitte tenzihen mekruh ve Hanbelilere göre ise, beş vakit içinde de namaz kılmak haramdır.[1]Vehbe Zuhayli, el-fıkhu’1-İslâmî, l /521
Burada ilk üç vakit içinde namaz kılmanın (mezheplerin farklı hükümlerine göre) haram veya mekruh olmasının illeti Efendimiz (sav)’in beyanına göre güneşin doğarken ve batarken güneşe tapan kafirlerin ibadet vakti olması, istiva anında ise cehennemin tutuşturulmasıdır. Sabah ve ikindi namazlarının edasından sonra namaz kılınmamasının hikmeti ise, bu vakitlerde namaz kılmak mesnun değildir. Çünkü, Allah Rasulü (sav) hayat-ı seniyeleri içinde bu vakitlerde hiç namaz kılmamıştır. Bununla beraber bu kerahet vakitleri içinde namaz kılınca, mea’l kerahe caiz olup, iadesi gerekmez. (Müslim, müsâfirin, 294)
Fakat kaza namazları mezhepler içinde ehemmiyetine binaen farz ve nafile namazlardan ayrı mütalâa edilmiştir. Buna göre, Hanefi mezhebi ilk üç vakit içinde kaza namazı kılmak caiz değil derken, sabah ve ikindi namazlarından sonra caiz demektedir. Maliki, Şafiî ve Hanbelî mezhepleri ise, kerahet vakitleri de dahil bütün vakitlerde “kim bir namazı uyuyarak ya da unutarak kılamamışsa, hatırladığı an onu kılsın” hadisine dayanarak kaza namazlarının kılınabileceği hükmünü çıkartmışlardır.[2]Vehbe Zuhayli, a.g.e, 2/143-144
Netice itibarıyla; namaz bizim Rabbimize karşı olan kulluk borcumuzdur. Dolayısıyla onu her halükârda ve her türlü şartlar altında yerine getirmekle mecbur ve mükellefiz. Şayet şu ya da bu sebeple, bunları vaktinde yerine getirmedi veya getiremediysek, ölümün her an başımıza gelebileceği, Rabbimizin “neden, niçin?” soruları karşısında hacaletimizden iki büklüm olacağımızı hatıra getirerek, onları İslam’ın öngördüğü şartlar içinde kaza etmemiz gerekmektedir.