Kişinin kendi oturduğu, kullandığı ev asli ihtiyaçlarındandır, bunun için zekât vermesi gerekmez. Bunun dışında evi varsa bakılır; eğer bu kimse ticaret amacıyla bu evleri elinde tutuyorsa bunların asli değeri üzerinden zekât vermesi gerekir. Bir şeyin ticaret malı sayılıp, bundan zekâtın gerekmesi için; malın nisap miktarına ulaşması, üzerinden bir yıl geçmesi, niyetle birlikte fiilî olarak da ticarete başlanılmış olması, ayrıca malların ticaret niyetine elverişli bulunması şarttır. Ticaret için olmayan, ev, arsa, araba ve benzeri şeylerin kıymetleri üzerinden zekât gerekmez. Eğer bunların kazancı (getirisi) varsa ve bu getiriler, sahibinin diğer zekâta tâbi malları ile birlikte nisap ölçüsüne ulaşırsa, yılsonunda getirilerinin zekâtı verilir.
Fakat Malikilerin mesalih-i mürselesine (ümmetin faydasına olan işlerin gözetilmesi prensibi) uyarak mecelle heyeti, mecelleye yazmasalar bile mecelleyi tanzimi düşünürken bu mesele üzerinde müzakere etmiş, bu türlü yatırımların temelinden zekât verilmesi prensibine varmışlardır.
Bununla şunu anlatmak istiyorlar: Diyorlar ki: Servet şimdi ölü yatırımlara gidiyor. Bir taraftan arsalar, bağlar bahçeler alınıyor, fiyatının yükselmesi bekleniyor, sonra parselleniyor ve satılıyor. Bir taraftan adam hiç bir zaman para biriktirmiyor. Mütemadiyen fabrikasını büyütüyor. Elinde hiç para olmuyor, emtia olmuyor ki biz bundan bir zekât alalım. Mecelle heyeti bu meseleyi düşünüyor ve diyorlar ki: Halkın maslahatına, faydasına uygun olan şey budur. Buna mesalih-i mürsele diyoruz ki, bu da İslam Hukuku’nda bir hüccettir. Bir kişi isterse bunu da göz önünde bulundurarak bunların asli değerleri üzerinden zekâtını verebilir.