İctimai bünye içerisinde kan ve akrabalık bağlarıyla bağlı olmamakla beraber, hakkı inkâr edilemez bir kurum da komşuluk kurumudur. Öyle ki Peygamber Efendimiz (aleyhissalatu vesselâm) şöyle buyurmuşlardır:
“Cibril bana komşuyu o kadar tavsiye etti ki, komşuyu komşuya varis kılacak sandım.” (Buharî, edeb, 28.)
Ayet-i Kerimede komşuluk şöyle dile getiriliyor:
“Allah’a ibadet edin, O’na ortak koşmayın, ana ve babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın ve uzak komşuya, yakın arkadaşa, yolda kalmışlara ve ellerinizin altındaki kimselere (köle, cariye, hizmetçi, işçi) iyilik edin.” (Nisa, 4/36)
Konuyla ilgili birçok hadis nakledilmiştir. Bir kaç tanesini zikretmekle yetinelim:
“Komşu üçtür: Birincisi; komşuluk hakkı, akrabalık hakkı ve İslâm hakkı olmak üzere üç hakka sahiptir. İkincisi, komşuluk ve İslâm hakkı olarak iki hakka sahiptir. Üçüncüsü ise sadece komşuluk hakkına sahiptir ki, bu müşrik veya diğer dinlerden olan kişidir.” (Heysemî, Zevaid, Edeb, VIII, 164.)
Hz. Aişe validemiz anlatıyor: “Dedim ki, Ya Resûlallah! İki komşum var. Öncelikle hangisine ikramda bulunayım? Şu cevabı verdi: Kapısı sana en yakın olandan başla.” (Buharî, edeb, 32.)
Bir gün Peygamber Efendimiz, “Allah’a yemin ederim iman etmemiştir.” buyurdu ve bunu üç defa tekrar etti. Ashab “Kim Ya Resûlallah?” deyince şu cevabı verdi: “Komşusu kendisinden emin/güvende olmayan” (Buharî, edeb, 29.)
Bu ve benzeri nasslar ile gelişen kültür ışığında şu değerlendirme yapılabilir: Komşuluk, ikamet yerine bağlı olarak, aynı mahalde müstakil birimler halinde yan yana ve üst üste yaşayan aileler arasındaki ilişkiye verilen isimdir. Dar anlamı ile bu tarif, aynı semt ya da mahallede yaşayan aileler arasındaki ilişkileri hatırlatırsa da, aile şartına bağlı olmaksızın iş yeri ilişkileri de (dükkan komşuluğu), komşuluk kapsamına girer. Hatta geçici olarak ikâmet edilen bir mesire yerinde bile, yan yana barınmaktan hâsıl olan yakınlık da bir komşuluk ilişkisi sayılır.
Bir mahalde (mahalle, köy, çarşı, iş hanı, kamp vb.) yaşamak zorunda olan insanların, insanlar arasında barış ve huzuru istikrara kavuşturması bakımından komşuluk ve bu kavramın etrafında geliştirilen haklar ve ödevler bütünü, insan topluluklarının eriştiği en gelişmiş beşeri ilişkilerden biridir. Komşuluk ilişkisinde akrabalık ve kan bağı söz konusu değildir. Aynı ırk, inanç ve felsefeye bağlı olmak şartı da aranmamıştır. Sosyal mevkii ve tabiî nitelikleri ne olursa olsun, iki bağımsız birim şeklinde yan yana yaşayan aileler (ya da insanlar) birbirinin komşusu sayılır ve sırf bu sebepten dolayı karşılıklı hak ve ödevleri kapsayan bir hukuk dairesine tâbi olurlar.
Kültürümüzün egemen olduğu coğrafyada komşuluk ilişkileri, nitelik itibariyle sıcak, samimi ve teklifsiz bir ortama dayanır. Karşılıklı güven ve iyi niyet komşuluk ilişkisinin temelini teşkil eder. Komşuluk ilişkisi ilk temasla beraber başlar. Henüz taşınmakta olan komşunun yerleşmesine, eşyasının nakline yardım edilir. İlk gün, yemek pişirmelerine fırsat olmadığı düşüncesinden hareketle yeni komşuya yemek gönderilir ya da komşu yemeğe davet edilir. Ara sıra içecek şeyler ikram edilir. Yerleşme tamamlandıktan sonra ilk münasip fırsatta aile halinde yeni komşuya “Hoş geldin” oturmasına gidilerek komşuluk ilişkisi pekiştirilir ve bu ziyaret esnasında iki komşu, birbirlerini daha yakından tanıma fırsatı bulurlar. Bu ziyaret yeni komşu tarafından mutlaka yakın bir zamanda iade edilir.
“Komşunun akrabadan ileri olduğu” düşüncesi, komşuluk ilişkisinin temeli sayılır; akraba ile belirli zaman aralıkları ile görüşülebildiği halde, komşu, daima yan yana ve yüz yüze bulunulan bir yakın olarak kabul edilir. Ailenin sıkıntılı veya neşeli anları, ilk anda daima komşu ile paylaşılır. Zaman zaman pişirilen güzel yemeklerden komşunun da mutlaka tatması ihmal edilmez. Aile içinde alınması gereken önemli kararlarda, samimiyet ve yakınlık derecesine göre komşu ya da komşuların fikri sorulur. Ölüm, nişan, düğün, hac dönüşü, asker yolcu etmek, hastalık ya da tabiî afetler gibi olağanüstü hâdiselerde dayanışmanın ilk halkasını komşular teşkil eder. Karşılıklı hediyeleşmek anlamına gelen “yoklatma” âdeti, Anadolu’da komşular için de geçerlidir.
Komşuluk ilişkilerini belirleyen hukukun ana çizgileri İslâm inancı tarafından belirlenmiştir. Bu hususta bilhassa, “Cibril hiç durmaz, komşu hakkına hürmet olunmasını bana vasiyet ederdi, hatta ben yakında (Allah’ın emriyle komşuyu) komşuya mirasçı kılacak sandım.” mealindeki hadis belirleyici bir rol oynamıştır. Komşusunun zulmünden, şerrinden emin olmadığı kişinin kâmil imana erişmiş olamayacağını işaret eden hadis de bu cümledendir.
Komşuya eza etmemek, onlarla güzel geçinmek, hayırhâh olmak, onları zarardan korumak, nasihat edip görüp-gözetmek gibi emirler, İslâm’da komşu hukukunun temel esaslarını belirler. Komşu tabirinin oldukça geniş ve esnek tutulması dikkat çekicidir.
Buna göre, “müslim, kâfir, abid-fâsık, dost-düşman, mukim-misafir, menfaatli–mazarratlı, yakın-uzak istisnasız bütün komşular” komşu tabiri içine girebilmektedir. Komşuluk hukukunun geçerli olduğu alan, genelde kabule göre “her taraftan kırk hane” olarak tarif edilmiştir.
Bu hükümler çerçevesinde komşuluk, yer yer akrabalık hukukuna dahi ağır basan niteliği ile bizim toplumumuzda çok ciddiye alınan ve titizlikle riayet edilen bir ilişki bütünü olmuştur. Komşuluk ilişkisi fizikî şartlar bakımından sona ermiş olsa bile, “eski komşu” tabiriyle vaktiyle kurulmuş olan yakınlığın sürdürülmesi, bugün bile devam etmektedir.
“Komşuluk kardeşlikten ileridir.” “Komşunun sakalını yoldularsa sen dahi sakalını yülüt (kestir).” “Komşuyu komşudan sorarlar.” “Komşu ekmeği komşuya borçtur.” gibi komşuluk hukukunun olumlu değerlerini taşıyan sözler, bunun en açık örneğini teşkil eder. Maalesef komşuluk ilişkileri, hızlı ve plansız şehirleşme, sanayileşme ve benzeri etkilerin oluşturduğu kültür şoku sonucunda, bilhassa büyük şehirlerde zayıflama belirtileri göstermektedir.
Kaynak: Bir Müslümanın Yol Haritası