İrade insanını tehdit eden hususlardan biri de insandaki korku hissidir. Evet, iradenin zafer duygusunu felç eden bir his varsa o da korkudur. Ehl-i dünya, mü’minlerin bu damarından her zaman istifade etmiştir/etmektedir. Bediüzzaman
“İnsanda en mühim ve esaslı bir his, hiss-i havftır. Dessas zalimler, bu korku damarından çok istifade etmektedirler ve onunla korkakları gemlendiriyorlar. Evet, bunlar avamın ve bilhassa ulemânın bu damarından çok istifade ediyorlar, onları korkutuyorlar ve evhamlarını tahrik ediyorlar.”[1]Bediüzzaman, Mektubat, 29.Mektup, Altıncı Risale Olan Altıncı Kısım.
diyerek bu hakikate işaret eder. İrade insanı, bu tür bir tehdide takılıp kalmadan, Allah’a teslim ve tevekkül içinde, iradesindeki teslim gücüyle mutlaka onu aşmalıdır.
Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), böyle bir tehdit ve hücumun en şiddetlilerine maruz kalmıştır. Hatta bir gün, O’nu müşriklerin saldırılarından koruyan amcası Ebû Talib’in ölümünü müteakip perakende hücumların toptan hücum hâline dönmesi üzerine Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) inkisar içinde şunları söylemişti: “Bağrını açıp beni koruyordun. Yokluğunu ne kadar da çabuk hissettirdin!” Ancak O (sallallâhu aleyhi ve sellem), o güne kadar olduğu gibi, ondan sonra da hep “Allah, vekil olarak bize yeter.” demiş ve bütün engelleri aşarak yoluna devam etmişti.
Allah Resûlü’nün (sallallâhu aleyhi ve sellem) hayat-ı seniyyelerinden bir tablo daha arz ederek mevzuu noktalamak istiyorum:
Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) Bedir öncesi ashabını, maddî ve mânevî yönden çok iyi motive etmişti. Gözü dönmüş müşrikler, yürüdüğü yolda hep O’nun önünü kesmiş ve kalblere iman taşımasına müsaade etmemişlerdi. Bu sebeple Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) ve ashabı kendilerinden birkaç kat daha büyük bir orduyla savaşmak mecburiyetinde kalmışlardı. Böyle bir muharebe için muhacirînin gerilimi tam ve yerindeydi. Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), ensarın da bu mevzuda kanaatini öğrenmek için onlara, “Bana bir işaret ve yol gösterin. Ne yapayım?” demiş; bunun üzerine ensarın ileri gelenlerinden Sa’d İbn Muaz ileri atılarak şunları söylemişti:
“Bana öyle geliyor ki bizi kastettin yâ Resûlallah. Biz, İsrailoğulları’nın peygamberlerine dediği gibi “Sen ve Rabbin gidin savaşın; biz burada oturuyoruz.” (Mâide sûresi, 5/24.) demeyeceğiz. Biz, sizinle beraber düşmanla yaka paça olup, göğüs göğüse kavga edeceğiz. Ey Allah’ın Resûlü! Sen, Allah’ın dediğine bak ve yolunda yürü, biz sana tâbiyiz. İstediğinle sıla-i rahim yapıp bütünleş. İstediğinle istediğin gibi alâkanı kes. İstediğinle sulh ol, istediğine karşı düşmanlık ilan et. Malımızdan istediğini al ve istediğin yere infak eyle. Biz hep seninle beraber olacağız.” Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem), Sa’d İbn Muaz’ın bu yürekli tavrı ve bu cesaret dolu sözleri üzerine memnuniyetini izhar sadedinde tebessüm etmişti. Bu tebessüm, aynı zamanda Bedir zaferini muştulayan bir tebessümdü.
Cenâb-ı Hak, sayılan bu mânialara takılıp kalmaktan günümüz neslini muhafaza buyursun ve Kur’ân talebelerini bunlara takılıp mahvolmadan muhafaza eylesin.
Kaynak: Yol Mülahazaları, “İrade İnsanı ve Önündeki Engeller: Korku”
Dipnotlar
⇡1 | Bediüzzaman, Mektubat, 29.Mektup, Altıncı Risale Olan Altıncı Kısım. |
---|