Kur’an’ı okuyup anlama her mü’minin vazifesidir. Allah’a ve Ahiret gününe inanan herkes, İlahî beyanın maksadını anlamak için mutlaka onu okumalıdır. Böylelikle o hem anlayıp hayatında istikamet kazanmak, hem de onu tilavetten hâsıl olan sevabı almak suretiyle çok yönlü kazanç elde edecektir.
Asr-ı Saadet’te hatim okuma gibi bir meslek ve sanat olmadığı gibi her sahabi en az ayda bir kez Kur’an’ı hatmederdi. Bazıları haftada bir hatmetseler de onun 3 günden daha kısa zamanda okunarak bitirilmesi, manasını teemmül imkânı olmaz düşüncesiyle iyi karşılanmazdı. Tabiin’de de durum farklı değildi; her biri Kur’an’ı okur ve başkalarının ruhuna da bağışlardı.
Aslında Kur’an’ın ölülere okunup bağışlanması bir esas değildir. Buna rağmen insan, okuyup bağışlarsa sevap alır; zira sen onun ruhuna Kur’an okurken aynı zamanda İlahi beyanı teemmül imkânı bulacak ve Kur’an’ı tetkik etmiş olacaksın. Aynı zamanda başkalarını unutmadığın, diğergamlığınla onları da hatırladığın için, dinin tavsiyelerine râm olmanın sevabını da alacak, çok yönlü bir kazanma turnikesi yaşayacaksın.
Ancak zamanla bu düşünceden inhiraf edilerek Kur’an okuma işi cemiyette sadece belli şahıslara aitmiş gibi hareket edilmeye başlanmış, onun ticaretine başlanmış ve mü’min vazifesi olan okuma, anlama ve yaşama işini yapmayınca başkalarına muhtaç duruma düşmüştür. Onu yarım-yamalak okuyabilenler de bunu fırsat bilmiş ve kendiliğinden bir ticari sektör oluşmuştur.
Bugün camilerde yapılan şekliyle mukabeleler de Allah Rasûl’ü (s.a.s) ile Cibril arasında cereyan eden şekilden çok uzaklaşmış ve şekilciliğin şekillendirdiği bir hal almıştır. Karşılıklı okunurken onun müzakere edilmesi bir esas iken, şimdi bilhassa yaşlılar vakit geçirme adına oturup dinliyorlar ama ne imamın okuduklarından bir şey anlıyorlar, ne de kelam-ı İlahi’nin isteklerini idrak edebiliyorlar. Deseniz ki, ne dedi bu ayetler neler anladınız? Size verebilecekleri müsbet bir cevapları olmayacaktır. Öyleyse bu mutlak manada bir hatimden öte biraz insanın kendini aldatması demektir. Elbette bu hiç yapılmasın da denilemez. “Hepsi idrak edilemeyenin tamamı da terk edilemez” şeklinde bir kaide vardır. Bu dönem bir geçişin ifadesidir. İşin zirvede temsil edileceği döneme kadar hep daha iyisini araştırarak devamı da lüzumludur.
İnsanın, ne okuduğu Kur’an, ne de din adına yaptığı hizmetler için maddî beklentisinin olmaması bir esastır. Peygamberân-ı izam’ın genel tavrı “istiğna” şeklinde cereyan etmiş ve Kur’an bize bunu defaatle aktarmaktadır. Bundan hareketle Bediüzzaman’ın “istiğna” tavsiyesi, hizmet cemaati için bir prensiptir.
Hatim okuma işinin merasim halini aldığı bid’at dönemlerinde hafızları memnun etme için para da verilmeye başlanmış ve bu zamanla adı-sanı belli bir sektör halini almıştır. Bununla ilgili (müteahhirin fukahâ) son dönem âlimlerimiz, hafızlara bahşiş verilmesinin uygun olacağına dair fetva vermişlerdir. Fakat insanın ihtiyacı yoksa ve işi sadece bu değilse, istiğna ruhuyla hareket etmeli, ihtiyacı varsa, ihtiyacı kadar almalı.