Vahiy konusunda melek, Allah ile peygamber arasında aracılık vazifesini yaparken; peygamber de, melek ile kavmi arasında elçilik görevini yerine getirmektedir. Peygamber, hassas ve yıkılmaz şahsiyetiyle sarsılmadan ve korkusuzca ilâhî tebliği ilan ederek insanları, uyuşukluk ve düşük ahlâkî eğilimlerden çıkarıp Allah’ı Allah olarak, şeytanı da şeytan olarak açıkça görebilecekleri bir teyakkuz durumuna geçirmek için, uyandıran olağanüstü görevler yüklenmiş bir insandır.
Allah Teâlâ, insanların doğru yolu bulup kendisine kulluk edebilmeleri için onlara, gerekli olan ihtiyaçları yanında, rahmetinin bir sonucu olarak da, peygamberler göndermiştir. Bilindiği gibi peygamberler, özellikle ahlâki kriz dönemlerinde insanlığı kurtarmak amacıyla görevlendirilmişlerdir. Çünkü insanların en kaygan ve dolayısıyla kontrolü en zor olan yönleri, davranışlarının ahlâki yönüdür. İşte bu amaçla gönderilen peygamberler, vahyi, vahiy elçisinden almışlardır. Hz. Peygamber’e (sallallahu aleyhi ve sellem) vahyi getiren melek, Kur’ân-ı Kerîm’de, Cebrâil, Rûhu’l-Emîn ve Rûhu’l-Kudüs olarak isimlendirilmiştir. Cebrail olarak isimlendirildiği âyette konu şöyle beyan edilmektedir:
قُلْ مَنْ كَانَ عَدُوًّا لِجِبْر۪يلَ فَاِنَّهُ نَزَّلَهُ عَلٰى قَلْبِكَ بِاِذْنِ اللّٰهِ مُصَدِّقًا لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ وَهُدًى وَبُشْرٰى لِلْمُؤْمِنِينَ “De ki: Kim Cebrâil’in düşmanı ise, bilsin ki, geçmiş kitapları tasdik eden ve mü’minler için bir müjde ve hidayet olan Kur’ân’ı, Allah’ın izniyle senin kalbine işte o indirmiştir.” (Bakara, 2/97)
Yahudîlerden bir grup, Hz. Peygamber’e (sallallahu aleyhi ve sellem) gelmiş, ona birtakım sorular sormuş; O da sorularını cevaplandırmıştır. Bu cevapların doğruluğunu itiraf etmişler; sonra da kendisine kimin vahiy getirdiğini sormuşlardır. Hz. Peygamber, Cebrâil’in vahiy getirdiğini söyleyince: “O, deprem, felaket, şiddet, savaş ve ölüm getirir. O bizim düşmanımızdır. Ama Mikâil bizim dostumuzdur. Eğer sana vahiy getiren, Mîkâil olsaydı, sana inanırdık.” demişlerdir. Cenâb-ı Hak burada Yahudilerin iddialarını reddederek Cebrâil’in Allah’ın izniyle geldiğini ve vahyi, O’ndan getirdiğini belirtmek sûretiyle, Kur’ân’ın Cebrâil’in sözü değil de, Allah’ın sözü olduğunu ispat etmektedir.
Başka bir âyette vahyi getiren bu elçinin adı, Rûhu’l-Emîn olarak isimlendirilmektedir:
وَاِنَّهُ لَتَنْزٖيلُ رَبِّ الْعَالَمٖينَؕ نَزَلَ بِهِ الرُّوحُ الْاَمٖينُۙ عَلٰى قَلْبِكَ لِتَكُونَ مِنَ الْمُنْذِرٖينَۙ بِلِسَانٍ عَرَبِيٍّ مُبٖينٍؕ “Muhakkak ki o (Kur’ân), âlemlerin Rabbi tarafından indirilmiştir. (Ey Muhammed!) Uyarıcılardan olasın diye, bu Kur’ân’ı açık bir Arapça lisâniyle senin kalbine Rûhu’l-Emîn olan (Cebrâil) indirmiştir.” (Şuarâ, 26/192-195)
Burada adı geçen Rûhu’l-Emin, Cebrâil’dir. Cenâb-ı Hakk, Cebrâil’i, ruhtan yaratılmış olması bakımından “ruh” diye isimlendirmiştir. O’na bu ismin verilmesi; O’nun tıpkı kendisiyle hayatın var olduğu bir ruh gibi, dîni konularda insanlara hayat verici mesajları ulaştırması ve beden ve ruhtan meydana gelen insanlar gibi değil de, sadece ruh olmasından dolayıdır. O’nun, “Emîn” olarak isimlendirilmesine gelince, peygamberlere ve başkalarına götüreceği şeyler hususunda, kendisine güvenildiği içindir.
Hz. Peygambere vahiy getiren meleğin diğer bir adı da, “Rûhu’l-Kudüs”tür:
قُلْ نَزَّلَهُ رُوحُ الْقُدُسِ مِنْ رَبِّكَ بِالْحَقِّ لِيُثَبِّتَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَهُدًى وَبُشْرٰى لِلْمُسْلِمِينَ “De ki: İnananları sağlamlaştırmak ve müslümanlara yol gösterici ve müjde olmak üzere onu, Rûhu’l-Kudüs, Rabbinden hak ile indirdi.” (Nahl, 16/102)
“Rûhu’l-Kudüs”: Kutsal ruh, yani hiçbir leke ile lekelenmek ihtimali olmayan temizlik rûhu, bir güvene lâyık, mukaddes, tertemiz rûh demektir ki, Cebrâil’dir. وَاَيَّدْنَاهُ بِرُوحِ الْقُدُسِۜ “Biz onu, Rûhu’l-Kudüs ile destekledik” (Bakara, 2/87) âyetinde olduğu gibi burada Cebrâil’in, Rûhu’l-Kudüs ünvanı ile anılması, kâfirlerin iftiralarını reddetmek için peygamberlerin son derece temiz ve mukaddes olduğunu açıkça tespit etmek nüktesi ile ilgilidir. Yani Ey Muhammed! Kur’ân öyle kutsal bir kitaptır ki, bunu sana hiçbir kusur ile lekeli olma ihtimali olmayan Rûhu’l-Kudüs, yüce Rabbinden indirmekte, hem de hiçbir sahteliğe yer olmayacak şekilde bir doğrulukla indirmektedir.
Kur’ân’ın diğer bir beyanına göre, Resûlullâh’a (sallallahu aleyhi ve sellem) elçilik yapan bu meleğin, şu özellikleri vardır:
اِنَّهُ لَقَوْلُ رَسُولٍ كَر۪يمٍۙ ذِي قُوَّةٍ عِنْدَ ذِي الْعَرْشِ مَكِينٍۙ مُطَاعٍ ثَمَّ اَمِينٍۜ “Kuşkusuz o, değerli bir elçinin sözüdür. O elçi güçlü, Arş’ın sahibinin yanında çok itibarlıdır. Orada ona itaat edilir, güvenilir.” (Tekvir, 81/19-21)
Peygamberin melekten vahyi alış keyfiyetine gelince bu hususta, iki farklı görüş ileri sürülmüştür: Hz. Peygamberin beşerîlikten ayrılarak melekliğe yükseltilmesi, Cebrâil’in melekliğinden sıyrılıp beşeriliğe geçmesi… Bazı âlimlere göre, Kur’ân vahyi, hep birinci şekilde, yani Cibrîl, asıl yaratıldığı mahiyette, Hz. Peygamberin beşeriyetten melekliğe yükselmesiyle olmuştur. Cibrîl’in, insan sûretinde gelmesi, sünnet vahyini (vahy-i gayr-i metluv) getirmesi halindedir.
Konuyla ilgili olarak İbn-i Haldun, şunları söylemektedir: “…Üçüncü sınıf ruhlara sahip olanlar, tümü ile beşeriyetten, beşeriyete has cismaniyetten de, ruhaniyetten de insilah ederek (soyularak) mele-i â’lâ’ya, en yüce âlemdeki melekler zümresine geçme istidadına fıtraten sahiptirler. Çok kısa bir zaman parçası içinde de olsa fiilen melek olma haline gelirler. Bu haldeki kimse için, mele-i a’lâ’yı, onların ufkunda ve sahasında müşahede etmek, ilâhi hitabı işitmek o an içinde husule gelir. Bunlar nebîlerdir. Bir an için beşeriyetten insilah etme istidadını Allah onlara vermiştir. Bu an, vahy halidir. Bu da bir fıtrattır. Allah, nebîleri bu fıtrat üzerine yaratmıştır. Beşeriyetle bu hal içinde bulundukları müddetçe, Allah onları bedeni engellerden ve kösteklerden arındırmıştır.”
Basit fakat ilginç bir benzetişle, peygamberin vahyi kabul edişindeki haliyle, bir radyonun dalgası arasında -özellikle bilime meraklı olanların hoşuna gidecek- bir benzerlik kurulabilir. Fizik sahasında nasıl bu, bir intibak ve akort meselesinden ibaret ise, peygamberlik meselesinde de peygamberin, hususi mahiyette bir ses dalgasından işitmiş olmasından ibarettir.
Peygamberimizin, Cebrâil’i farklı zamanlarda gördüğü, ona çok yakınlaştığı Kur’ân’ın verdiği bilgiler arasındadır:
وَالنَّجْمِ اِذَا هَوٰىۙ, مَا ضَلَّ صَاحِبُكُمْ وَمَا غَوٰىۚ وَمَا يَنْطِقُ عَنِ الْهَوٰىؕ اِنْ هُوَ اِلَّا وَحْيٌ يُوحٰىۙ عَلَّمَهُ شَدٖيدُ الْقُوٰىۙ ذُو مِرَّةٍؕ فَاسْتَوٰىۙ وَهُوَ بِالْاُفُقِ الْاَعْلٰىؕ ثُمَّ دَنَا فَتَدَلّٰىۙ فَكَانَ قَابَ قَوْسَيْنِ اَوْ اَدْنٰىۚ فَاَوْحٰٓى اِلٰى عَبْدِهٖ مَٓا اَوْحٰىؕ مَا كَذَبَ الْفُؤٰادُ مَا رَاٰى اَفَتُمَارُونَهُ عَلٰى مَا يَرٰى وَلَقَدْ رَاٰهُ نَزْلَةً اُخْرٰىۙ عِنْدَ سِدْرَةِ الْمُنْتَهٰى عِنْدَهَا جَنَّةُ الْمَأْوٰىؕ اِذْ يَغْشَى السِّدْرَةَ مَا يَغْشٰىۙ مَا زَاغَ الْبَصَرُ وَمَا طَغٰى لَقَدْ رَاٰى مِنْ اٰيَاتِ رَبِّهِ الْكُبْرٰى
“İnmekte olan yıldıza andolsun ki, Arkadaşınız sapmadı, azmadı. O, kendi hevâ-i arzularına göre konuşmaz. Onun konuşması kendisine vahyedilenden başkası değildir. Onu, ona müthiş kuvvetleri olan biri öğretti. Ki O, akıl ve re’yinde kuvvetli bir melektir. Hemen gerçek melek şeklinde doğruldu. O, en yüksek ufukta idi. Sonra ona yaklaştı ve sarktı. Onunla arasındaki mesafe, iki yay kadar, yahut daha az kaldı. Kuluna verdiği vahyi verdi. Onun gördüğünü kalbi yalanlamadı. Onun gördükleri hakkında şimdi kendisiyle tartışacak mısınız? Andolsun ki, onu Sidretü’l-Müntehâ’nın yanında bir kez daha görmüştü. Ki, Cennetü’l-Me’vâ onun yanındadır. Sidre’yi kaplayan kaplıyordu. Peygamberin gözü şaşmadı ve sınırı aşmadı. Andolsun ki o, Rabbinin âyetlerinden en büyüğünü gördü.” (Necm, 53/1-18)
Allah’ın bir elçisi olan Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem), yine kendisi gibi bir elçi olan Cebrâil’i açık bir şekilde görmüş ve ondan vahiy almıştır. Hatta Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), Cebrâil’den vahiy aldığını söyleyince, Mekke müşrikleri buna itiraz etmiş ve karşı gelmişlerdir. Bunun üzerine: “Andolsun ki O, Cebrâil’i açık bir ufukta gördü.” (Tekvir, 81/23) âyeti nâzil olmuştur.
Hangi şekilde olursa olsun, gayet açık bir şekilde anlaşılmaktadır ki, Allah’tan peygambere vahiy getiren bir melek vardır. Ve bu meleğin adı Cebrâil’dir. Yapmış olduğu bu elçilik görevinde O, son derece güvenilir ve sadık bir aracıdır.
Kaynak: Kur’ân İklimine Seyahat, Muhittin Akgül