İçindekiler
Tanımı
İslâm hukukunda sahibi tarafından kaybedilmiş ve başkası tarafından bulunmuş olan mala “lukata” denir. Farklı bir tabirle lukata, bir kişinin yolda bulduğu ve emanet olarak aldığı maldır. Ayrıca bir malın lukata kabul edilebilmesi için, sahibi tarafından bilerek terk edildiğine dair bir emarenin bulunmaması yani yitirilmiş, düşürülmüş veya unutulmuş bulunması ve aynı zamanda mütekavvim bir mal olması gerekir. Lukata, daha ziyade para ve eşyalar için kullanılır. Eğer bulunan şey bir hayvan ise buna dâlle denirken, bulunan çocuğa ise lakît ismi verilmiştir. Daha açık bir ifadeyle lakît, açlık korkusu veya zina töhmeti gibi bir sebepten ötürü ailesi tarafından sokağa atılmış çocuk demektir.[1]1 Bkz. Heyet, “Lukata”, el-Mevsûatü’l-fıkhiyyeti’l-Kuveytiyye, 35/295; Saffet Köse, “Lukata”, DİA, 27/223-225.
Lukatanın Alınması
Yitik bir mal bulan kimsenin bunu alıp almamasıyla ilgili mezhepler tarafından farklı hükümler ortaya konulmuş olsa da genel itibarıyla fakihler, alınmadığı takdirde zayi olması kuvvetle muhtemel olan bir malın, sahibine teslim edilmek üzere bulunduğu yerden alınmasının müstehap veya vacip olduğunu ifade ederken; böyle bir tehlikenin bulunmadığı durumlarda ise bunun mubah veya müstehap olduğunu belirtmişlerdir. Hanefiler telefinden korkulan bir malın alınmasını vacip, fakat böyle bir ihtimalin bulunmadığı durumlarda lukatanın alınmasını müstehab görmüşlerdir.[2]2 Ali el-Kârî, Fethu bâbi’l-inâye, 2/93. Mâliki ve Şâfiîlere göre de bunun hükmü müstehabtır. Onlar bu hükümlerine iyilik ve takvada yardımlaşılmasını emreden âyet-i kerimeyle,[3]3 Mâide sûresi, 5/2. Allah Resûlü’nün (sallallâhu aleyhi ve sellem) şu hadisini delil getirmişlerdir:
وَاللَّهُ فِي عَوْنِ العَبْدِ مَا كَانَ العَبْدُ فِي عَوْنِ أَخِيهِ
“Bir kul, kardeşine yardım ettiği sürece Allah da onun yardımcısıdır.” [4]4 Müslim, Zikr 38; Ebû Dâvud, Edeb 67; Tirmizî, Hudûd 3.
Hanbelî fakihleri ise, مَنْ آوَى ضَالَّةً فَهُوَ ضَالٌّ مَا لَمْ يُعَرِّفْهَا “Kim lukatayı alıkoyarsa, onu ilân etmediği sürece yanlış bir yoldadır.”[5]5 Müslim, Lukata 12; İmam Mâlik, el-Muvatta, 4/1099 (2809). hadisiyle, ضَالَّةُ الْمُسْلِمِ حَرَقُ النَّارِ “Müslümanın lukatası bir ateş alevidir.” [6]6 Tirmizi, Eşribe 11; İbn Mâce, Lukata 1 hadisinden hareketle, telef olmasından korkulmadığı sürece yitik bir malın alınmamasının daha faziletli olduğunu ifade etmişlerdir. Çünkü böyle bir mal, kişiyi haram yemekle karşı karşıya getirebilir.[7]7 İbn Kudâme, el-Muğnî, 6/73. Fakat diğer mezhep imamları bu hadislerin, buluntu malı sahiplenmek maksadıyla alan kişiyi zemmettiğini ifade etmişlerdir.
Ayrıca fakihler böyle bir malı almanın müstehap olması hükmünü, alan kişinin onu sahiplenmeyeceğine ve kendisi adına kullanmayacağına dair nefsinden emin olması şartına bağlamışlardır. Dolayısıyla malın üzerine konmaktan korkan bir kişinin, böyle bir malı alması da mekruh olacaktır.[8]8 Vehbe Zühaylî, el-Fıkhu’l-İslâmî ve edilletuhû, 6/614.
Bu itibarladır ki bir kişinin bulduğu bir malı, sahibine vermek niyetiyle alması çok önemlidir. Çünkü böyle bir mal emanet konumundadır. Cenâb-ı Hak, إِنَّ اللَّهَ يَأْمُرُكُمْ أَنْ تُؤَدُّوا الْأَمَانَاتِ إِلَى أَهْلِهَا “Şüphesiz ki Allah, size emanetleri ehline vermenizi emreder.” (Nisâ sûresi, 4/58.) âyet-i kerimesiyle emanetlerin ehline teslim edilmesini emretmiştir. Aksi takdirde böyle bir kişinin gaspçı sayılacağı, dolayısıyla da haram irtikâp etmiş olacağı ifade edilmiştir. Yani lukatayı sahibine vermek üzere alan bir kişi, netice itibarıyla bir iyilik peşinde olduğu için sevaba lâyık görülürken, onu kendisi adına alan kişi daha baştan hadisin ifadesiyle alevli bir ateşe sahip olmaktadır.
Hülasa böyle bir mal bulan kimse, öncelikle malın zayi olma ihtimalinin bulunup bulunmadığına bakmalıdır. Eğer kişi, bulduğu malın zayi olmasından korkuyorsa sahibine vermek üzere onu almalı ve sahibini bulana kadar onu güzelce muhafaza etmelidir. Eğer mal, güvenilir bir yerde duruyor ve zayi olma ihtimali de bulunmuyorsa, kişi onu alıp almama hususunda muhayyerdir. Dilerse sahibinin onu bulacağı veya bir başkasının o malı alarak sahibine teslim edeceği düşüncesiyle onu almayabilir; dilerse de sahibini bularak malını ona teslim etmek maksadıyla bu malı alarak muhafaza edebilir. Genel itibarıyla almasının daha faziletli olduğu ifade edilmiştir.
Lukatanın Tazmini
Lukata, onu alan kimsenin yanında emanet hükmündedir. Buna göre kastı olmaksızın ve kusuru bulunmaksızın elindeki buluntu malın telef olması veya zarar görmesi durumunda yed-i emin konumundaki o kişi tazminle yükümlü tutulamaz. Fakat bu hüküm, lukatayı sahibine vermek üzere alan kimse hakkındadır. Onu mülk edinmek için alan kişi hakkında ise gasp hükümleri uygulanacağı için o, malın telefinden veya zarar görmesinden de sorumlu tutulacaktır.[9]9 Merginânî, el-Hidâye, 2/417.
Şahit Tutmak
Bir kişinin bulduğu bir malı hangi niyetle aldığı başkaları tarafından bilenemeyeceği için, onun iki şahit tutması gerektiği ifade edilmiştir. Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelîler şahit tutmanın sünnet olduğunu ifade etseler de Hanefîlere göre bu, vaciptir.[10]10 Vehbe Zühaylî, el-Fıkhu’l-İslâmî ve edilletuhû, 6/615. Vücubiyetin delili, şu hadis-i şeriftir:
مَنْ وَجَدَ لُقَطَةً فَلْيُشْهِدْ ذَا عَدْلٍ أَوْ ذَوِي عَدْلٍ وَلَا يَكْتُمْ وَلَا يُغَيِّبْ فَإِنْ وَجَدَ صَاحِبَهَا فَلْيَرُدَّهَا عَلَيْهِ وَإِلَّا فَهُوَ مَالُ اللَّهِ عَزَّ وَجَلَّ يُؤْتِيهِ مَنْ يَشَاءُ
“Kim bir yitik mal bulursa bir veya iki adaletli kimseyi (bu malı emaneten aldığına dair) şahit tutsun. Onu gizlemesin ve kaybetmesin. Eğer sahibini bulursa, malı ona iade etsin. Eğer sahibi çıkmazsa, o zaman o aziz ve celîl olan Allah’ındır. Allah da onu istediğine verir.”[11]11 Ebû Dâvud, Lukata 1; İbn Mâce, Lukata 2.)
Lukata bulan bir kişinin, “Kayıp bir malını arayan kimseyi görürseniz, bana yönlendirin.” demesi şahitlik adına yeterlidir. Bulduğu bir malı aldığına dair kimseyi şahit tutmayan kimse, malın telef olması veya noksanlaşması durumunda tazminle mükellef olur. Onun bu malı, sahibine teslim etmek üzere aldığını ifade etmesine de itibar edilmez. Çünkü niyetleri yalnız Allah bilir. Asıl olan, zahire göre hükmedilmesidir. Fakat şahit tutmanın sünnet olduğunu söyleyen fukaha aksi görüştedir. Hanefiler de şahit tutmanın mümkün olmadığı veya zor olduğu durumlarda bunu vacip görmemiş ve tazmin mükellefiyetini kaldırmışlardır.[12]12 Ali el-Kârî, Fethu bâbi’l-inâye, 2/93.
Lukatanın İlânı ve İlân Süresi
Bulunan lukatanın durumunun gözden geçirilmesi, alınacaksa onun iyi niyetle alınması ve bu esnada iki şahidin tutulmasının yanında bu konuda yerine getirilmesi gereken diğer bir sorumluluk da lukatayı alan kişinin onun sahibini bulmak için çevresindeki insanlara bunu duyurması ve ilân etmesidir. Bütün fakihler bunun vacip olduğu konusunda müttefiktir.
Genel itibarıyla fıkıh kitaplarında bu ilân süresinin bir yıl olduğu ifade edilmiştir. Şafiî, Mâlikî ve Hanbelî fakihleriyle, Hanefilerden İmam Muhammed bu görüştedir. Onlar bulunan malın az veya çok olması arasında da bir fark görmemişlerdir.[13]13 Vehbe Zühaylî, el-Fıkhu’l-İslâmî ve edilletuhû, 6/621. Fakat İmam Ebû Hanife, malın az veya çok olmasına göre ilân süresinin değişeceğini ifade etmiş; bulunan malın on dirhemden az olması durumunda onu bulan kimsenin kâfi göreceği belirli bir süre ilân edilmesini yeterli görmüştür. Fakat bulunan mal, on dirhemden daha fazla ise ona göre de bunun bir yıl ilân edilmesi gerekir.[14]14 Merginânî, el-Hidâye, 2/417.
Cumhurun bu konudaki delili şu hadis-i şeriftir:
Bir adam Allah Resûlü’ne (sallallâhu aleyhi ve sellem) gelerek lukatanın hükmünü sorduğunda şu cevabı almıştır: عَرِّفْهَا سَنَةً ثُمَّ احْفَظْ عِفَاصَهَا وَوِكَاءَهَا فَإِنْ جَاءَ أَحَدٌ يُخْبِرُكَ بِهَا وَإِلَّا فَاسْتَنْفِقْهَا “Bir sene boyunca onu ilân et ve sonra onun mahfazasını ve bağını muhafaza et. Eğer birisi gelir de sana ondan haber verirse (malını ona teslim edersin.) Aksi takdirde onu kullanırsın.” Adam koyunun hükmünü sorduğunda da Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle cevap vermiştir: لَكَ أَوْ لِأَخِيكَ أَوْ لِلذِّئْبِ “O, ya senin yahut din kardeşinin veya kurdundur.” Adam’ın kaybolmuş devenin hükmünü sorması üzerine ise Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) bundan hoşnut olmamış ve şöyle buyurmuştur: مَا لَكَ وَلَهَا مَعَهَا حِذَاؤُهَا وَسِقَاؤُهَا تَرِدُ الْمَاءَ وَتَأْكُلُ الشَّجَرَ “Ondan sana ne? Su tulumu ve çarığı beraberinde. Suya gider ve ağaçları yer.” (Buharî, Lukata 1-11; Müslim, Lukata 1-9.)
Hanefiler genel itibarıyla, ilân süresinin bir yıl olmasının mecburî olmadığını ifade etmiş, malın değerine, şartlara ve onu bulan kimsenin kanaatine göre bir yıldan daha az süren ilânın da yeterli olabileceğini söylemişlerdir. Onlara göre önemli olan, malı elinde tutan kimsenin, mal sahibinin artık bu malı aramayacağına kanaat getirmesidir. Dolayısıyla hadiste ifade edilen sürenin bir bağlayıcılığı yoktur. Bu sürenin tayini, bulan kimsenin takdirine bırakılır. Bazı hadislerde ilân için bir süre belirtilmeyip bunun mutlak bırakılması da bunu göstermektedir.[15]15 Serhasî, el-Mebsût, 11/3.
Konuyla ilgili rivâyet edilen şu hâdise de duruma göre ilân süresinin bir yıldan daha az olabileceğine delâlet etmektedir: Hazreti Ali, çarşıda bulduğu bir dirhemle birlikte Allah Resûlü’ne (sallallâhu aleyhi ve sellem) gelerek bunu ne yapması gerektiğini sorduğunda Allah Resûlü, عَرِّفْهُ ثَلَاثًا “Onu üç gün ilân et.” buyurmuştur. Hazreti Ali, üç günün sonunda mal sahibini bulamamış ve tekrar ne yapması gerektiğini sormak üzere Allah Resûlü’ne müracaat etmiştir. O (sallallâhu aleyhi ve sellem) de, bunu kullanabileceğini ifade etmiştir. Bunun üzerine Hazreti Ali, üç dirheme arpa, üç dirheme hurma, bir dirheme et, bir dirheme de yağ satın aldıktan sonra bir dirhem de artmıştır. Daha sonra malın sahibi gelerek Hazreti Ali’den malını talep etmiştir. O da, Allah Resûlü’nün kendisine bunu yiyebileceğine dair izin verdiğini söylemiştir. Bunun üzerine mal sahibi Allah Resûlü’ne giderek olup bitenleri haber vermiştir. O (sallallâhu aleyhi ve sellem) de Hazreti Ali’ye, malını adama iade etmesini emretmiştir. Hazreti Ali’nin, onu tükettiğini söylemesi üzerine Nebiyy-i Ekrem, إِنْ جَاءَنَا شَيْءٌ أَدَّيْنَاهُ إِلَيكَ “Eğer bize bir şey gelirse, onu sana veririz.” buyurmuştur.[16]16 Ebû Ya’lâ, el-Müsned, 2/332.
Bulunan malın kıymetine ve şartlara göre bu sürenin bir yıldan daha fazla olması da gerekebilir. Nitekim konuyla ilgili bir hadis-i şerifte Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) içinde yüz dinar bulunan bir altın kesesinin üç yıl ilân edilmesini istemiştir. Konuyla ilgili rivayet şu şekildedir: Ubey b. Ka’b şöyle demiştir: “Ben bir kese bulup aldım. İçinde yüz dinar vardı. Akabinde Allah Resûlü’ne (sallallâhu aleyhi ve sellem) geldim. O da bana bunu bir sene boyunca ilân etmemi söyledi. Ben de bir sene onu ilân ettim. Fakat onu bilen kimseye rastlamadım. Sonra yine Allah Resûlü’ne geldim. O (sallallâhu aleyhi ve sellem), bir sene daha ilânı sürdürmemi emretti. Fakat yine sahibini bulamadım. Üçüncü defa Nebiyy-i Ekrem’e geldiğimde şöyle buyurdu:
اِحْفَظْ وِعَاءَهَا وَعَدَدَهَا وَوِكَاءَهَا فَإِنْ جَاءَ صَاحِبُهَا وَإِلاَّ فَاسْتَمْتِعْ بِهَا
“Bu paranın kesesini, sayısını ve kesenin ağız bağını muhafaza et. Eğer onun sahibi gelirse keseyi ona ver. Aksi takdirde ondan faydalan.” (Buharî, Lukata 1.)
İlânla İlgili Şartlar
Fıkıh kitaplarında ilânın nerelerde, hangi sıklıkta ve nasıl yapılacağıyla ilgili bir kısım hükümler de ortaya konulmuştur. Buna göre ilânın gündüzleri, malın bulunduğu gün ve ona denk gelen diğer haftalarda, malın bulunduğu yerde, camilerde, çarşıda ve insanların toplanmış olduğu daha başka kalabalık yerlerde yapılması gerekir. Fakihler malın ilk bulunduğu dönemde her gün, daha sonraki zamanlarda haftada bir, daha sonra ise ayda bir iki defa ilân yapılmasını yeterli görmüşlerdir. Bir de ilân yapan kimsenin, malın cinsini, türünü, bulunma tarihini ve bulunma yerini açıklaması gerektiği ifade edilmiştir. Fakat onun, daha sonra malın asıl sahibini bulabilmek için malın bütün vasıflarını söylememesi gerekir.[17]17 Heyet, “Lukata”, el-Mevsûatü’l-fıkhiyyeti’l-Kuveytiyye, 35/299-300.
Bütün bu hükümlerin asıl maksadı, mal sahibini bulma adına o dönemin imkânlarının âzami ölçüde değerlendirilmesi olduğundan, günümüzde teknik ve teknolojinin sağladığı imkânları da değerlendirerek daha farklı yol ve yöntemlerin kullanılması da mümkündür.
Özellikle büyük şehirlerde bu tür buluntu malların sahiplerine ulaştırılması için, belediyelerin veya bir kısım emanetçi bürolarının devreye girmesi daha faydalı olacaktır. Yani bulunan malların bu tür yerlere bırakılması ve bir mal kaybeden kimsenin de buralara müracaatta bulunması mümkündür. Nitekim bir kısım kurum ve kuruluşlarda buna benzer uygulamalar görülmektedir. Aksi takdirde, büyük yerleşim yerlerinde bulunan eşyaların sahiplerine iadesi çok zor, hatta imkansız olacaktır.
Yitik Hayvanların Hükmü
Fakihlerin çoğunluğu yukarıdaki hadis-i şeriften yola çıkarak at, inek ve deve gibi kendisini tehlikeden koruyabilecek hayvanlara dokunulmaması gerektiğini hükme bağlamıştır. Fakat Hanefilere göre kaybolmuş veya kaçmış olan bu tür malların da sahibi adına alıkonulması caizdir. Hanefilerin maksadı, bu tür hayvanları telef olmaktan ve kötü niyetli insanların vereceği zarardan korumaktır.[18]18 Merginânî, el-Hidâye, 2/418. Nitekim Hazreti Osman döneminde kaybolan develer toplatılarak bir süre ilân edilmiş, sahibi gelmediği takdirde de satılıp parası muhafaza edilmiştir. Hazreti Ali döneminde ise bunlar satılmamış, onların masrafları devlet hazinesinden karşılanmış, sahibi geldiğinde ise bu masraflar ondan alınmıştır.[19]19 Saffet Köse, “Lukata”, DİA, 27/225.
Davarlar veya kaz, ördek ve tavuk gibi kendi hâline terk edildiğinde zayi olma riski büyük olan hayvanlar ise bütün fakihlerin ittifakıyla lukata olarak alınır ve sahibi bulunana kadar alıkonur. Sahipleri geldiğinde bunlar elde duruyorsa sahiplerine teslim edilir; eğer tüketilmişlerse bedelleri verilir. Yukarıdaki hadisten hareketle fakihlerin çoğunluğu tarafından sahibi bulunamadığı durumlarda bu tür hayvanların yenilebileceği ifade edilmiş olsa da Hanefiler bu hükmü sadece fakirlere münhasır görürler. Yani zengin olan insanların sahibi bulunamayan bu tür hayvanları tüketmeleri caiz değildir. Onların bunu fakir birisine tasadduk etmeleri gerekir.[20]20 Saffet Köse, “Lukata”, DİA, 27/225.
Değersiz Malların Durumu
Değersiz olan veya değeri çok düşük olan mallar için ilân mecburiyeti şart koşulmamış ve bunların bulan kişi tarafından kullanılabileceği ifade edilmiştir. Burada değersiz mallardan kastedilen, daha ziyade onu kaybeden kimsenin peşine düşmeyeceği tahmin edilen, çekirdek, meyve kabuğu, çaput, değnek ve ip gibi mallardır. Bu tür malların tespitinde örfün yeri de unutulmamalıdır. Ayrıca maddî değeri düşük olan buluntu malların bulan kişi tarafından kullanılabileceği ifade edilmiş olsa da bu izin, sahibi geldiğinde bunun değerinin ona ödenmesiyle kayıtlıdır. Zira bu tür mallar üzerinde mal sahibinin mülkiyeti devam etmektedir.[21]21 Ali el-Kârî, Fethu bâbi’l-inâye, 3/96; İbn Kudâme, eş-Şerhu’l-kebîr, 6/320.
Lukatanın Sahibine Teslimi ve Masraflar
Mal sahibi çıkıp geldiğinde eğer malın kendisine ait olduğunu ispat edebiliyorsa malı kendisine teslim edilir. Hanefiler dışındaki mezhepler, gelen kişinin malının vasıflarını ve ayırt edici özelliklerini söylemesinin yeterli olduğunu ifade ederken, Hanefiler onun delil ile bunu ispat etmesi gerektiğini söylemişlerdir.[22]22 Vehbe Zühayli, el-Fıkhu’l-İslâmî ve edilletuhû, 6/625-626.
Malı bulan kimsenin, malın bulunmasıyla teslimi arasında geçen süre içinde yapmış olduğu ilân ve bakım masraflarını mal sahibinden alma hakkı vardır. Fakat Hanefî fakihleri sadece hâkim kararıyla yapılan masrafların alınabileceği kanaatindedir. Kişinin kendiliğinden yapmış olduğu masraflar ise teberru sayılacaktır. Hanefiler bunu, bir başkasının borcunu onun emri olmaksızın ödeyen kimsenin durumuna benzetmişlerdir. Meselenin kazaî boyutunu bir tarafa bırakacak olursak, mal sahibinin bu masrafları ödemesinin ahlâki bir görev olduğunda şüphe yoktur.[23]23 Ali el-Kârî, Fethu bâbi’l-inâye, 3/97.
Lukatanın Temliki
Daha önce de kısmen ifade edildiği üzere, mal sahibinin bulunamaması durumunda Hanefiler dışındaki üç mezhebe göre, bulunan mal bulan kimseye ait olacaktır.[24]24 Vehbe Zühaylî, el-Fıkhu’l-İslâmî ve edilletuhû, 6/627. Onların delili, ilândan sonra malın sahibi gelmediğinde, bu malın bulan kimseye ait olacağını bildiren hadislerdir.[25]25 Buharî, Lukata 1; Müslim, Akdiye 10; İbn Mâce, Lukata 2.
Fakat Hanefiler bir kişinin bulduğu malı alabilmesi için fakir olmasını şart koşmuşlardır. Zengin olan kişilerin yapması gereken ise bu malı fakirlere tasadduk etmektir. Fakir kimselerin onun yakınları olmasının bir önemi yoktur. Yani yakın akrabaya da fakir oldukları takdirde lukata malı verilebilir.[26]26 Ali el-Kârî, Fethu bâbi’l-inâye, 3/98.
Bir yıl geçtikten sonra da olsa mal sahibi geldiğinde malını alma hakkına sahip olur. Bu durumda mal elde duruyorsa aynen iade edilir; eğer kullanılmışsa bedeli ödenir. Onların delili ise şu hadis-i şeriftir:
لَا تَحِلُّ اللُّقَطَةُ مَنِ الْتَقَطَ شَيْئًا فَلْيُعَرِّفْهُ سَنَةً فَإِنْ جَاءَهُ صَاحِبُهَا فَلْيَرُدَّهَا إِلَيْهِ وَإِنْ لَمْ يَأْتِ صَاحِبُهَا فَلْيَتَصَدَّقْ بِهَا وَإِنْ جَاءَهُ فَلْيُخَيِّرْهُ بَيْنَ الْأَجْرِ وَبَيْنَ الَّذِي لَهُ
“Bulan kimse hakkında lukatanın hiçbir şeyi helâl değildir. Onun bu malı bir sene boyunca ilân etmesi gerekir. Eğer sahibi gelirse onu sahibine iade etsin. Sahibi gelmediği takdirde onu tasadduk etsin. Eğer daha sonra sahibi gelirse o, sevapla (yani böyle bir tasadduku onaylamakla) malını geri almak arasında muhayyerdir.” (Hâkim, el-Müstedrek, 5/322 (4389); Taberânî, el-Mu’cemü’l-evsat, 2/353 (2208).)
Eğer eldeki mal bir fakire tasadduk edildikten sonra mal sahibi çıkıp gelirse, dilerse bu tasadduku geçerli sayar. Çünkü izinsiz gerçekleşen böyle bir tasaddukun, onun onayına ihtiyacı vardır. Fakat onun onayından önce de kendisine tasaddukta bulunulan fakirin mal üzerindeki mülkiyeti sabit olur. Fakat böyle mal sahibi buna icazet vermezse, lukatayı alan kimse bunu tazmin eder. Çünkü o, elindeki malı sahibinin izni olmaksızın bir başkasına vermiştir. Her ne kadar onun bu muamelesine şeriat tarafından izin verilmiş olsa da bu izin tazmin yükümlülüğünü ortadan kaldırmaz. Eğer mal, fakirin elinde aynen duruyorsa mal sahibinin onu geri alma hakkı vardır. Malı tazmin eden kişinin, bunun bedelini almak için fakire müracaat hakkı da yoktur.[27]27 Ali el-Kârî, Fethu bâbi’l-inâye, 3/96.
Dipnotlar
⇡1 | 1 Bkz. Heyet, “Lukata”, el-Mevsûatü’l-fıkhiyyeti’l-Kuveytiyye, 35/295; Saffet Köse, “Lukata”, DİA, 27/223-225. |
---|---|
⇡2 | 2 Ali el-Kârî, Fethu bâbi’l-inâye, 2/93. |
⇡3 | 3 Mâide sûresi, 5/2. |
⇡4 | 4 Müslim, Zikr 38; Ebû Dâvud, Edeb 67; Tirmizî, Hudûd 3. |
⇡5 | 5 Müslim, Lukata 12; İmam Mâlik, el-Muvatta, 4/1099 (2809). |
⇡6 | 6 Tirmizi, Eşribe 11; İbn Mâce, Lukata 1 |
⇡7 | 7 İbn Kudâme, el-Muğnî, 6/73. |
⇡8 | 8 Vehbe Zühaylî, el-Fıkhu’l-İslâmî ve edilletuhû, 6/614. |
⇡9 | 9 Merginânî, el-Hidâye, 2/417. |
⇡10 | 10 Vehbe Zühaylî, el-Fıkhu’l-İslâmî ve edilletuhû, 6/615. |
⇡11 | 11 Ebû Dâvud, Lukata 1; İbn Mâce, Lukata 2. |
⇡12 | 12 Ali el-Kârî, Fethu bâbi’l-inâye, 2/93. |
⇡13 | 13 Vehbe Zühaylî, el-Fıkhu’l-İslâmî ve edilletuhû, 6/621. |
⇡14 | 14 Merginânî, el-Hidâye, 2/417. |
⇡15 | 15 Serhasî, el-Mebsût, 11/3. |
⇡16 | 16 Ebû Ya’lâ, el-Müsned, 2/332. |
⇡17 | 17 Heyet, “Lukata”, el-Mevsûatü’l-fıkhiyyeti’l-Kuveytiyye, 35/299-300. |
⇡18 | 18 Merginânî, el-Hidâye, 2/418. |
⇡19 | 19 Saffet Köse, “Lukata”, DİA, 27/225. |
⇡20 | 20 Saffet Köse, “Lukata”, DİA, 27/225. |
⇡21 | 21 Ali el-Kârî, Fethu bâbi’l-inâye, 3/96; İbn Kudâme, eş-Şerhu’l-kebîr, 6/320. |
⇡22 | 22 Vehbe Zühayli, el-Fıkhu’l-İslâmî ve edilletuhû, 6/625-626. |
⇡23 | 23 Ali el-Kârî, Fethu bâbi’l-inâye, 3/97. |
⇡24 | 24 Vehbe Zühaylî, el-Fıkhu’l-İslâmî ve edilletuhû, 6/627. |
⇡25 | 25 Buharî, Lukata 1; Müslim, Akdiye 10; İbn Mâce, Lukata 2. |
⇡26 | 26 Ali el-Kârî, Fethu bâbi’l-inâye, 3/98. |
⇡27 | 27 Ali el-Kârî, Fethu bâbi’l-inâye, 3/96. |