İçindekiler
Peygamber Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyuruyor:
“Münafığın alameti üçtür. Konuştuğu zaman yalan söyler, va’dettiğini yerine getirmez ve emanete ihanet eder”. (Buhârî, îmân 24, şehâdât 28, vesâyâ 8, libâs 69; Müslim, îmân 107-110.)
Münafığı alamet ve işâretleriyle anlatan pek çok ayet-i kerime de vardır. Ancak biz burada sadece yukarıdaki hadisi tahlil etmek istiyoruz.
Birincisi: Konuştuğu zaman yalan söyler.
Yalan, birşeyin, hakikat-ı vücûduna muhalif beyanda bulunma, demektir ve dereceleri de oldukça çoktur. Bunlardan bir kısmı açık yalandır. Diyelim ki, önümüzde duran bir kırmızı halı var. Konuşurken “mavi halı serili” demek açıkça bir yalandır. Çünkü söylediğimiz söz vaki’e uygun düşmemiştir. İsterseniz mes’eleyi biraz daha hassasca ele alabiliriz. Diyelim ki saat dokuza üç dakika var. O esnada birisi size saatin kaç olduğunu sordu. Siz de “saat dokuz” dediniz, işte bu bir yalandır. İşin doğrusu o esnada saatiniz kaçı gösteriyorsa onu aynen ifade etmektir.
Bir kısım beyanlar da vardır ki, onlar da zımnî yalan sayılırlar. Meselâ; hizmet içi mes’elelerde, başkalarının kuvve-i maneviyesini takviye adına anlatılan şeyler bazen abartılarak anlatılır; bu bir mübalağadır ve zımnî yalandır.[1]Bkz.: Bediüzzaman, Sözler s.781 (Lemaât). Hatta bu gibi yalanlar, mübalağalar gayretullaha dokunabilir, dolayısıyla da o işin bütün bütün bereketini alır-götürür. Bundan başka da rûhlar ve rûhanîler bundan ızdırap duyarlar. Kalbî ve rûhî hayat hazan görmüş gibi yaprak yaprak sararır ve solar. Şimdi, eğer bir insan bu türden bile olsa, yalan söylüyorsa, o insanda münafıklıktan bir alâmet var demektir.
İkincisi: Va’dettiğinde yerine getirmez.
Buna, söz verip sözünden dönme de diyebiliriz ki, en basit şekliyle randevulaşmalarda gecikmeler buna iyi bir misal teşkil eder. Oysa ki, bu türlü durumlarda ihtimaller önceden nazara alınmalı ve söz verilirken mutlaka gecikme payı düşünülerek verilmelidir. Aksine daha sonraki mazeretleri, eğer olağanüstü bir durum söz konusu değilse, meşru kabul etmek mümkün değildir. Bunu derken hemen hatırıma Mehmet Akif’e âit bir anekdotun geldiğini kaydetmek istiyorum: Meşhurdur, Merhum Akif, Fatin Hoca’yla randevulaşır. Fakat hoca, söz verdiği vakitte oraya gelemez. Bunun üzerine Akif geri döner ve üç ay kadar Fatin Hoca’yla görüşmez.
Va’dinde durmamak adına yukarıda söylediğimiz hususlar, “hulfü’l-va’d”in minimumu sayılır. Şimdi, bu minimum noktadan alıp işi kâdeme kâdeme daha ileri safhalara götürebiliriz ki, bunların hepsi birer hulfü’l-va’ddir ve münafık alâmetlerindendir.
Üçüncüsü: Emanete ihanet eder.
Bu mes’eleyi, sadece kendisine tevdi edilen bir maddeyi koruyamama veya ona kasıtlı ihanette bulunma şeklinde anlama eksik olur. İnsana tevdi edilen herşey, her sorumluluk bir yönüyle, korunması gerekli olan emanetlerdir. Onun için de insan düşünüp-taşınıp götüremeyeceği yükü, tâ baştan kabul etmemelidir. Zaten Efendimiz de emanetin korunamayışını bir kıyamet alâmeti olarak saymaktadır.[2]Buhârî, ilim 2, rikak 35; Ahmed İbn Hanbel, el-Müsned 2/361. Demek ki dünya nizamıyla emanetin korunması birbiriyle çok yakından alâkalı şeyler.
Bir başka yerde emanetin korunamaması, yine Efendimiz’in dilinde işin ehil olmayana verilmesi şeklinde de yorumlanır[3]Buhârî, ilim 2, rikak 35; Ahmed İbn Hanbel, el-Müsned 2/361. ki, bu da hıyanet çeşitlerindendir ve dolayısıyla da nifak alâmetlerinden sayılmıştır.
Dördüncü Bir Madde: Fücur
Bir başka hadisde Efendimiz nifak alâmetine bir dördüncüsünü de ekler. O da fücurdur.[4]Bkz.: Buhârî, îmân 24, mezâlim 17, cizye 17; Müslim, îmân 106. Fücur, sorumsuzca her türlü günaha inhimak demektir.
İşte bu üç veya dört alâmetten her biri, nifaka âit bir alâmet ve işâret kabul edilmiştir. Durum böyle olunca, bir insan, İslâm’a âit yapılması gerekenlerin bütününü yapsa da, kendisinde bu alâmetlerden biri bulunduğu takdirde, o insanın nifakla bir bağlantısı var demektir.. ve mes’eleyi hafife ircâ etmek de imkânsızdır. Üstad Bedîüzzaman’ın da dediği gibi “Her günahdan küfre giden bir yol vardır.”[5]Bediüzzaman, Lem’alar s.9 (İkinci Lem’a, Birinci Nükte). Eğer işlenen günahın hemen ardından tevbeye devam edilmemesi halinde ise kalp kararır, rûh kasvete bürünür. Bu durum devam etmesi halinde ise kalbe mühür vurulması kaçınılmaz olur. İşte insan, her nifak alâmetini böyle düşünmeli ve onun küfre giden bir yol olabileceği endişesi içinde bulunmalıdır.
Kaynak: Fasıldan Fasıla II, “Nifak üzerine”
Dipnotlar
⇡1 | Bkz.: Bediüzzaman, Sözler s.781 (Lemaât). |
---|---|
⇡2 | Buhârî, ilim 2, rikak 35; Ahmed İbn Hanbel, el-Müsned 2/361. |
⇡3 | Buhârî, ilim 2, rikak 35; Ahmed İbn Hanbel, el-Müsned 2/361. |
⇡4 | Bkz.: Buhârî, îmân 24, mezâlim 17, cizye 17; Müslim, îmân 106. |
⇡5 | Bediüzzaman, Lem’alar s.9 (İkinci Lem’a, Birinci Nükte). |