İnsan, bir taraftan hırs, kin, nefret, haset.. vb. duygularla örgülenen nefis mekanizması, diğer taraftan da nerede, ne zaman ve ne şekilde karşısına çıkıp kendisini aldatacağı belli olmayan şeytan unsuruyla her zaman karşı karşıyadır. Çoğu zaman bu düşmanlar, insana dost suretinde yaklaşarak doğruyu yanlış, çirkini güzel, batılı hak gösterir ve insanı idlâl edebilirler. Bu mevzuda Kur’ân, şeytanın his ve karakterine şöyle tercüman olur: “Elbette onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım ve sen, onların çoklarını şükredenlerden bulmayacaksın.” (A’raf, 7/17) O halde insan, nefsin ve şeytanın vesveselerine karşı daima uyanık olmak zorundadır. Bu noktada ayrıca bir hususun altını çizmekte fayda mülâhaza ediyorum; bazıları “iman ve Kur’ari a hizmet eden daire içinde bulunuyoruz. Dolayısıyla nefsin ve şeytanın bize zarar vermesi imkânsız ya da çok zordur” diye düşünebilirler. Oysaki tam aksine, şeytanların en azılıları işte bu tür insanlarla uğraşmaktadırlar. Onun için böylesi kişilerin sıradan insanlara nisbetle daha dikkatli olmaları gerekir.
Ayrıca iman ve Kur’an hizmetiyle iştigal eden insanların nefis mekanizmaları tabiî seyri içinde çalışmaktadır. O mekanizma her fırsatta kendi isteklerini kabul ettirme arzusundadır. Bu açıdan da insanın bunun bilincinde olup, nefis mekanizmasının aldatma ihtimaline karşı temkinli olması icap eder.
Biraz daha bu hususları açmaya çalışalım; iman ve Kur’ân hizmeti uğrunda yıllarını vermiş bir insan, bazen yapılan hizmetlerin inkişaf edip, arkadan gelen nesillerin bu davaya sahip çıktığını görünce, kendi kendine: “Nasıl olsa yapılan hizmetler rayına oturdu. Âhenk çok iyi. Bize ihtiyaç kalmadı. Yapacağım bir şey yoksa burada durmam da abestir..” deyip bir kenara çekilebilir; çekllebilir ve buna mesnet olarak: “Efendimiz de hayatını vazifesine bağlamıştır. O, dünyada yapacağı birşey kalmayınca, zafer naraları işitme yerine, “er-Refîke’l-A’lâ” deyip Rabbine kavuşmayı tercih etmişti” diyebilir. Başka biri de Allah’a Peygambere, kendi dostlarına.. kavuşma arzusunu hiçe sayıp: “Dünyada kalıp hizmet etmek ve bu uğurda sıkıntılara katlanmak, âhirete gitmekten daha iyidir; zira Allah Rasulü (s.a.s), miraçda cennetleri müşahede ettiği halde, dönüp tekrar ümmetinin arasında yaşamayı tercih etmişti..“ şeklinde düşünebilir. Halbuki bu düşüncelerin ikisinin de eksik yanları var ve bir açıdan bunlar arzu ve heveslerin fikir suretine girmiş şeklinden ibaret sayılabilirler.
Evet, işte bunun gibi, hayatını kudsî bir dairede geçirse de insan, bazen nefsin ya da şeytanın zehirli oklarından biriyle karşı karşıya kalabiliyor.
Bundan kurtulma yollarından biri, insanın daima kendi duygu ve düşüncelerini kontrol altında tutmasıdır. Mütecessis ve müvessis bir insan gibi o sürekli duygu ve düşüncelerinde, Allah’ın rızasına muhalif “bit yeniği” aramalıdır. Zaten tecessüs ve tefahhus yoluna girip kendi içinde bir kısım sorgulama hisleriyle yaşamayanların müstakim kalması da mümkün değildir. Tarih boyunca terakki eden insanlar, murâkabe tarassuthanelerinde kavga veren insanlar olmuştur hep. Şunu da belirtmeliyim ki, bu tecessüs, kesinlikle insanın kendi varlığına, kendi aklına, kendi dinine, dinin esaslarına yönelik bir şüphe ve tereddüt değildir. Aksine nefis ve şeytanın her an, her yerde bir tuzak kurup kendisini bekliyor olabileceğinden şüphelenme ve ona göre tedbire açık olma demektir. Zaten bu çizgide hareket edilmediği sürece, birinde olmasa diğerinde insanın nefis veya şeytanın ağlarına takılıp kalması kaçınılmazdır. Efendimiz (s.a.s), onların, çeşit çeşit kandırmalarına maruz kalmamak için bizlere her zaman dua yolunu göstermektedir. Hemen her fırsatta, kalbimizi çatlatırcasına “Ya Rabbî, Ya Rabbî, Ya Rabbî..” diyerek yapacağımız dualar, hem iradelerimize fer ve kuvvet verip bizim hayra yönelmemizi sağlayacak hem de onlardan gelebilecek tehtikelere karşı bizi muhafaza edecektir. Üstad bunu: “İstiğfar, meyelan-ı hayra kuvvet verir, şerrin kökünü keser; dua da meyelan-ı hayra kuvvet verir” şeklinde özetler.
Hasılı; her şahsın kendi duygu ve düşüncesiyle imtihan olduğunu bilip, bu duygu ve düşüncelerinde hem nefsin, hem de şeytanın belli hesaplarının olabileceği ihtimalini bir lahza unutmayarak hep temkinli hareket etmesi gerekmektedir.
Kaynak: Prizma III, “Nefis ve Şeytan Aldatması“