İçindekiler
Network marketing (ağ pazarlama); toptancı, perakendeci ve dağıtıcı gibi aracı kurumları ortadan kaldırarak ürün ve hizmetlerin bizzat müşterilerin ayağına gidilerek tanıtım ve pazarlamasının yapıldığı “doğrudan satış”ın bir çeşididir. Ağ pazarlamanın diğer bir adı da çok katlı pazarlamadır (multi-level marketing).
Doğrudan satışın tek katlı pazarlama ve çok katlı pazarlama (multi-level marketing) olmak üzere iki çeşidi vardır. Tek katlı pazarlamada, firma adına çalışan pazarlamacılar (distribütörler), tek tek müşterilerin ayağına giderek ürünlerini satmaya çalışırlar. Sattıkları her ürün için de firmadan belirli bir komisyon alırlar. Çok katlı pazarlamada ise her distribütör kendisiyle aynı işi yapacak yeni üyeler bularak bir ekip/ağ oluşturmaya çalışır ve bu ekipteki diğer distribütörlerin satın aldığı veya sattığı ürünlerden de firmanın belirlediği bir plan çerçevesinde komisyon kazanır.
Her iki sistemde de firmaların amacı ürünlerini distribütörler aracılığıyla doğrudan son tüketiciye ulaştırmaktır. Fakat çok katlı pazarlama sisteminin kendine özgü bir kuruluş ve işleyiş felsefesi vardır. Bu sistemde tüketicilerin firmadan doğrudan ürün satın alması mümkün değildir. Ürün satın alımı sadece distribütörler aracılığıyla gerçekleşir. Özellikle dünya çapında ün yapmış büyük firmaların milyonlarca distribütörü vardır. Belli bir miktar giriş aidatı ödeyerek veya ürün paketi satın alarak sisteme dahil olan distribütörler hem firmanın ürünlerinin satışına aracılık etmeye hem de yeni distribütörler bulmaya çalışırlar. Zira bu sistemde para kazanmanın en temelde iki yolu vardır: Birincisi, firmanın ürünlerini satmak veya satışına aracılık etmek, ikincisi de oluşturulmuş alt hatlarda yer alan distribütörlerin yapmış oldukları satışlardan komisyon/bonus/puan elde etmek.
Firmaların, network marketing sistemini tercih etmesinin en temel sebebi, bir kısım teşvik edici veya zorlayıcı şartlar koyarak distribütörleri bilfiil kendilerine bağımlı müşteriler haline getirmek; ikincisi de her distribütörün akrabalık ve arkadaşlık ilişkilerini kullanarak ürünlerini olabildiğince fazla tüketiciye ulaştırmaktır.
Distribütör ağını genişletmek için üyelerine oldukça cazip teşvik ve fırsatlar sunarlar. Elde ettikleri cironun önemli bir kısmını distribütörlere dağıtırlar. Bu oran, bazı firmalarda yüzde 80’lere kadar ulaşır. Belirli bir üyelik aidatı veya ürün paketi satın alma karşılığında sisteme kaydettiği her üyeden, onun sattığı ürünlerden, onun bulacağı yeni üyelerden, yeni üyelerin bulacağı daha yenilerden… komisyon alacağını bilen her distribütör ekibine yenilerini dahil etmek için canla başla çalışır. Sisteme önceden girmiş ve ağını genişletmiş olan bazı distribütörlerin büyük kazançlar elde ettiğini görmek de önemli bir teşvik unsuru olur.
Saadet Zincirlerinden Farkı
Network marketing sistemi sık sık saadet zinciriyle karıştırılır. Fakat bu ikisi tamamıyla aynı şeyler değildir. Bunları birbirinden ayıran en temel ölçüt, ürün satışının olup olmamasıdır. Saadet zincirlerinde ürün satışı söz konusu değildir veya ortada sembolik bir ürün vardır. Yakın tarihte ve günümüzde bu sistemin farklı yapıları kurulmuş olsa da temel mantık sisteme sonradan girenlerin önce girenlere para ödemesidir. Gitgide genişleyen bir piramit yapısı kurulur. Bu sebeple buna “piramit sistemi” de denir veya 1920’de ilk defa piramit yapısını kuran Charles Ponzi’ye atıfla bu sistem “ponzi oyunu/aldatmacası (ponzi scheme)” olarak da isimlendirilir.
Burada piramidin altından üstüne doğru bir para akışı vardır. Herkes daha sonra gelecek büyük meblağlara bel bağlayarak belirli bir ücret karşılığında sisteme üye olur. Piramidin üstündekiler, yani sisteme ilk dahil olanlar, oluşturdukları zincir vasıtasıyla büyük paralar kazanırlar. Piramit büyümeye devam ettiği sürece para akışı devam eder. Fakat bu ilanihaye devam edip gitmeyeceğinden bir yerde kopar. İşte bu durumda sisteme en son dahil olan piramidin tabanı mağdur edilmiş olur.
Saadet zincirinin haramlığı noktasında İslam alimleri ittifak etmiştir. Çünkü bu, dolandırıcılıktan başka bir şey değildir. Haksız ve karşılıksız yere kazanç sağlanan bir sisteme hiçbir âlimin cevaz vermesi mümkün değildir. Bu yüzden biz de çok fazla bunun üzerinde duracak değiliz.
Âlimlerin Konuya Yaklaşımı
Bizim bu yazıda asıl üzerinde duracağımız konu network marketing sistemidir. Her ne kadar bu sistemi saadet zincirinden ayıran önemli noktalar olsa da, aralarında bir kısım benzerliklerin bulunduğu da göz ardı edilemez. İşte bu sebeple network marketing sistemi pek çok fıkıh heyetinin gündemini meşgul etmiş, konu etrafına akademik düzeyde önemli çalışmalar yapılmış ve birçok fetva verilmiştir.
İslâm dünyasında konu etrafında serdedilen görüşlere baktığımızda şunu görürüz: Az sayıdaki ulemanın, bir kısım şartlar ileri sürerek bu şartları taşıması durumunda bu sisteme cevaz vermesine mukabil; büyük çoğunluk naslar ve İslam iktisadının temel ilkeleri açısından network marketing sistemini mahzurlu görür. Mecmeu’l-fıkhi’l-İslâmî ve Din İşleri Yüksek Kurulu’nun yanı sıra Mısır, Ürdün ve Halep’te bulunan Daru’l-ifta kurumları da olumsuz görüş beyan edenler safında yer alır.
a) “Caiz” Diyenlerin Delilleri:
Caiz diyenlerin en önemli dayanakları, “ibaha-i asliye” delilidir. Bu delile göre eşya ve fiillerde asıl olan mübahlıktır. Dolayısıyla herhangi bir şeyin haram kılındığına dair bir delil bulunmadıkça onun mübah olduğuna hükmedilir. Onlar, network marketing sistemini doğrudan haram kılan bir nas olmamasından hareketle onun cevazına hükmetmişlerdir.
Ne var ki bu konuda muayyen bir nas bulmaya çalışmak çok dar ve şekilci bir yaklaşımdır. Akitlerin meşruiyetini belirlemede kullanılan zulüm, haksızlık, aldatma, garar ve cehalet gibi pek çok ilke açısından meseleye yaklaşılması mümkündür.
Öte yandan cevaz hükmünü savunanlar, ağ pazarlamanın bir çeşit komisyonculuk olduğunu; aldatma, hile ve haksızlık olmadığı sürece komisyonculuğun da (simsarlık) “caiz” olduğunu söylemişlerdir.
Bu doğrudur. Gerçekten de distribütörlerin yapmış oldukları iş bir nevi komisyonculuktur/simsarlıktır. Fakat diğer akitlere nispeten suiistimale ve haksızlığa daha açık olan komisyonculuğun İslâm fıkhındaki en tartışmalı meselelerden biri olduğu; fakihlerin haksız kazancı ve oluşması muhtemel mağduriyetleri önleme adına komisyonculuğu olabildiğince sıkı şartlara bağladıkları da unutulmamalıdır. Ayrıca elde edilen komisyonun gerçek bir emek ve çabaya dayanması gerektiği üzerinde de durulmuştur. (Bkz. DİA, “Simsar”)
Ağ pazarlamanın kendisine kıyas edildiği diğer bir akit de “cuale akdidir”. Cuale, yapılması istenen bir iş karşılığında ödül ve mükâfat vadetmektir. Her kim istenilen işi yaparsa ödüle hak kazanır. Caiz hükmünü savunan alimler, distribütörlere verilen komisyon ve bonuslardan hareketle network marketing sisteminin cuale akdi üzerine kurulduğunu ileri sürmüş ve bu akdin de çoğunluk ulemaya göre caiz olduğunu savunmuşlardır.
Bu da sathi bir bakış açısını yansıtır. İçinde taşıdığı belirsizlik ve bilinmezliklerden ötürü Hanefilerin cuale akdini fasit saymasını bir kenara bıraksak bile, yaptığı satışlar, getirdiği yeni üyeler veya onların satışları üzerinden süreklilik arz eden kazançları, bir kerelik iş görme üzerine kurulu olan cuale akdiyle özdeşleştirmek mümkün değildir.
Firmayla distribütörler arasındaki anlaşmadan hareketle network marketing sistemini icare (kira) akdine benzetenler de olmuştur. Onlara göre şirket, kiraladığı kişilere, ürünlerini satma veya satacak yeni kişileri bulma karşılığında belli bir ücret ödemektedir.
İlk nazarda firma adına çalışan satıcıları “ecir-i müşterek” olarak değerlendirmek mümkün gibi görünse de bu kişilerin ürün satma veya üye bulma gibi edimleri yerine getirip getirmeyecekleri, ne kadar süreyle iş yapacakları ve ne kadar ücrete hak kazanacakları belirsiz olduğu için meselenin icare akdi çerçevesinde değerlendirilmesi çok zordur. Çünkü icare akdinde süre ve ücretin akit yapılırken belirlenmesi şart koşulur.
Bir malın karşılıksız temliki anlamına gelen hibe akdi açısından konuya yaklaşanlar da olmuştur. Onlar, sistemin cevazını savunma adına, distribütörlere verilen komisyon ve teşvik primlerinin bir çeşit hibe olduğunu ileri sürmüşlerdir. Ne var ki hibe akdi teberru akitlerindendir. Yani bedelsiz ve karşılıksız olarak yapılır. Distribütörlerin firmayla yaptığı akitler ise ivazlıdır, yani iki tarafa da borç yükler. Bu sebeple muayyen bir iş yükünün karşılığı olarak verilen ücretin hediye veya hibe olarak isimlendirilmesi mümkün değildir.
Son olarak cevaz hükmünü savunanların öne sürdükleri diğer bir argüman da vekalet akdidir. Bazıları, firmayla distribütörler arasındaki ilişkinin hukukî mahiyetini vekalet akdi açısından değerlendirmiş, vekilin ücret almasının caiz olmasından yola çıkarak, distribütörlerin almış oldukları komisyon ve primlerin de cevazına hükmetmişlerdir. Fakat hem distribütörlerin firmayla yaptıkları anlaşmaları hem de alt hatlar ile üst hatlar arasındaki ilişkileri vekil-müvekkil ilişkisine benzetmek oldukça zorlama yorumlardır.
İşleyişi ve kazanç yolları açısından oldukça kompleks bir yapıya sahip olan ağ pazarlamanın doğrudan fıkıh kitaplarında ele alınan akitlerden birine dahil edilmesi zor görünüyor. Elbette söz konusu akitlerle ilgili hüküm ve ilkeler, ağ pazarlamayla ilgili değerlendirmelere de ışık tutacaktır. Fakat ağ pazarlamanın farklı ve yeni bir akit olarak ele alınıp değerlendirilmesi daha sağlıklı bir yol olacaktır.
Fıkıh kitaplarında ticari akitler ile ilgili temel esaslar belirtilmiştir. Fakihler yaşadıkları döneme göre misaller üzerinden konuları işlemişlerdir. Bu misaller pek çok kere günümüze kıyaslanarak bazı yeni meselelere çözüm getirmede ışık tutmaktadır. Bunun yanında günümüzde network pazarlamada olduğu gibi daha önce şekil ve uygulama yönüyle benzeri görülmemiş kompleks ticari işlemler de vardır. Bunların İslam hukukunun ticaret ile ilgili getirdiği temel prensipler açısından analiz edilmesi gerekir.
b) “Caiz Değil” Diyenlerin Delilleri:
Ağ pazarlama yöntemini caiz görmeyen âlimler de farklı deliller ileri sürmüşlerdir. Bu konuda öne sürülen başlıca gerekçelerden biri distribütörlerin alt hatların yaptığı satışlardan kazandığı paraların haksız veya karşılıksız kazanç olarak görülmesidir. İslâm’ın, kazancın temeline emek, sermaye ve risk unsurlarını koyduğunu belirten âlimler, alt hatların satışlarından gelen komisyonlarda bunlardan hiçbirinin bulunmadığını ileri sürmüşlerdir.
Din İşleri Yüksek Kurulu’nun, 16.11.2016 tarihinde yaptığı toplantıda konuyla ilgili aldığı kararlardan birisi de şudur: “Sisteme dâhil olan katılımcının bizzat kazandırdığı yeni üyeler sebebiyle bir prim alması caizdir. Ancak kazandırılan üyenin daha sonradan yaptığı satışlardan ve onun da getirdiği yeni üyeler ile onların yaptığı satışlardan, herhangi bir emek veya üstlenilen risk olmaksızın prim almak ise caiz değildir.”
Bu konuda öne sürülen diğer önemli bir delil de sistemin bünyesinde “garar” barındırmasıdır. Garar, bir akdin haksız kazanca yol açacak ölçüde belirsizlik ve kapalılık taşımasını ifade eder. Ağ pazarlamaya dahil olan girişimcilerin de ileride ne kadar satış yapabilecekleri veya yeni üyeler bulup bulamayacakları belirsizdir. Yani bu, akıbeti meçhul bir akittir. Sisteme kaydolmak için ödedikleri giriş aidatının veya ürün paketine yatırdıkları paranın kat kat fazlasını kazanabilecekleri gibi, bunları tamamıyla kaybetmeleri de muhtemeldir. Harcadıkları emeğe de bu gözle bakılabilir. İşte bu sebeple Allah Resûlü’nün garar satışını yasakladığına dair nakledilen hadislerin network marketing sistemi için de geçerli olduğu söylenmiştir. (Bkz. Müslim, Büyû’ 4; Ebû Dâvud, Büyû’ 25)
Bazıları da network marketing yöntemini kullanan firmaların ürün fiyatlarına odaklanmış, bunların piyasa değerlerinin çok üzerinde olduğunu söylemiş ve İslâm iktisadında çok önemli bir kavram olan “gabn-ı fahiş” açısından meseleye yaklaşmışlardır. Gabn-i fahişin akitlere ne ölçüde tesiri olacağı hakkında çok farklı fıkhî içtihatlar bulunsa da bir tarafın bilgisizliği, tedbirsizliği veya güveni diğer tarafça suiistimal edilerek gerçekleşen gabnin, haksız kazanca yol açacağında ve akdin sıhhatine tesir edeceğinde şüphe yoktur. “Ey iman edenler! Karşılıklı rızaya dayanan ticaret olması hali müstesna, mallarınızı, aranızda bâtıl (haksız ve haram yollar) ile yemeyin.” (en-Nisa, 4/29) ayeti kesin bir dille haksız kazancın haramlığını vurgulamıştır.
Network marketing sisteminin İslâmî hükümlerin maksatlarına ve İslâm iktisat felsefesine aykırı olduğunu ileri sürenler de olmuştur. Zira İslâm’ın önemli hedeflerinden birisi, alınacak tedbirlerle malların toplum fertleri arasında sağlıklı bir şekilde tedavül etmesini sağlamak ve böylece büyük servetlerin belirli şahısların elinde temerküz etmesine mani olmaktır. Halbuki bu sistem, çok az sayıda insanın yüksek meblağlar kazanmasına, buna karşılık büyük çoğunluğun mağdur edilmesine hizmet etmektedir.
Bazı fakihler de firmayla satıcılar arasında yapılan akdin hukukî mahiyetini mercek altına almış ve bir akit içinde iki akit yapıldığını, bunun da hadislerle yasaklandığını söylemişlerdir. (Tirmizî, Büyû’ 18; Nesâî, Büyû’ 73) Zira firmayla yapılan akit, hem ürün satışını hem de yeni üyelerin sisteme kaydedilmesini içermektedir.
Sistemin kazanma ve kaybetme riski içermesinden hareketle onu kumara benzeten; daha sonra büyük miktarda para kazanabilmek için az bir para yatırılmasından hareketle onu faiz (ribe’n-nesie) açısından ele alan; faizli bir akdi helal kılmak için araya ürün sokuşturulduğunu yani hile yapıldığını iddia ederek onu î’ne akdi gibi değerlendiren fakihler de vardır.
Ne var ki network marketing sistemini doğrudan kumar, faiz veya î’ne akdi olarak görmek isabetli yaklaşımlar değildir. Fakat network marketing sisteminin özellikle bazı uygulamalarının bütünüyle kumar ve faiz şüphesinden beri olduğu da söylenemez.
Bazıları da network marketing sistemlerinin asıl maksadının mal satmaktan ziyade ağı genişletmek olduğunu ileri sürmüş, akitlerle ilgili hükümlerin isim ve şekillerden ziyade mana ve maksatlara bina edileceğinden hareketle de onun mahzurlu olduğu neticesine ulaşmıştır.
Burada da toptancı bir yaklaşıma gitmemek gerekir. Bazı firmaların veya bazı distribütörlerin maksat ve uygulamaları yeni üye merkezli olabilir. Fakat bütünü için bunu söylemek kolay görünmemektedir.
Ağ pazarlama sistemine yöneltilen itirazlardan bir diğeri de aldatmaya (tağrir) sebep olmasıdır. Onlar, hızlı, rahat ve çok fazla para kazanma gibi büyük vaatlerle insanların ikna edilerek sisteme üye yapıldığını, abartılı reklamlarla satılan ürünlerin etrafında mistik bir hava oluşturulduğunu, bu sayede pek çok insanın mağdur edildiğini ifade etmişlerdir.
Öne sürülen bu gerekçe bütünüyle göz ardı edilemez. Gerçekten de pek çok firmanın veya firma adına çalışan girişimcinin sırf muhataplarını ikna edebilme adına bu tür abartı ve aşırı beyanlara kaçtıkları bir gerçektir. Fakat bunun fıkıhtaki ifadesiyle “tağrir” kabul edilmesi ve bu gerekçeyle akdin sıhhatine zarar vereceğinin ileri sürülmesi daha başka unsurların da göz önünde bulundurulmasını gerektirir.
Ahlakî Endişeler
Bütün bunların yanında meseleye etik ve ahlakî normların ihlal edilmesi açısından yaklaşanlar da olmuştur. Çok katlı pazarlamanın ahlaki yönünün Batı dünyasında da tartışmalı olduğunu belirtmek gerekir. Başta Amerika olmak üzere Batılı devletler büyük mağduriyetlere sebep olan saadet zincirlerini kanunlarla yasaklamış; network marketingle ilgili de önemli düzenlemeler yapmış ve sınırlamalar getirmişlerdir. Batılı araştırmacılar, ilgili düzenlemelere uygun olan sistemlerin yasallığını sorgulamasa da etik açıdan ciddi tenkitler yöneltmişlerdir. Meselenin hükmünü değerlendirirken elbette bunların da göz ardı edilmemesi gerekir.
Bilindiği üzere network marketing sistemlerinin öncelikli amacı, ürünlerinin tavsiye üzerine satışını gerçekleştirmektir. Hatta tavsiyenin de ötesinde onlar, arkadaşlık ve akrabalık ilişkilerini veya belirli bir gruba mensup olan fertler arasındaki ortak duygusal bağları ürünlerini satabilmek ve yeni üyeler bulabilmek için kullanmak isterler.
İşte tam bu noktada bazı eleştirmenler, toplumsal ilişkilerin metalaştırılması ve kazanç kapısına dönüştürülmesi gibi tehlikeleri dile getirirler. Daha da önemlisi uzun vadede bir kısım mağduriyetlerin veya hayal kırıklıklarının ortaya çıkabileceğini, bunun da güven bunalımlarına ve itibar kayıplarına sebep olabileceğini belirtirler. Zira aralarında samimi ve sıcak ilişkiler bulunan şahısların ticaretin ilkelerini bütünüyle gözetmeleri çok zordur. Onlar, yakın çevrelerinden gelen teklif ve telkinlere daha çok açıktırlar. Güvendikleri şahısların yapacakları teklifler karşısında olayın önünü arkasını çok fazla araştırma ihtiyacı hissetmezler. Fakat zamanla kendilerine söylenilen sözlerle fiiliyatta karşılaştıkları durum arasında çelişki görürlerse, ilişkileri yıpranmaya başlar.
Aynı gerekçeyle bir doktorun hastalarına ilaç satması veya bir öğretmenin talebelerine ürün pazarlaması da ahlakî bulunmamıştır. Zira bulunduğu konum ve itibarın gücünü kullanarak ürün pazarlayan bir insanla objektif ticari ilişkiler geliştirmek çok zordur. İnsanlar sırf duydukları güvenden veya muhatabının kalbini kırmamak için ürün alabilirler ki bu da ahlakî bulunmamıştır.
İndirimli ürün satın alabilme veya sosyal aktivite olanaklarından faydalanma gibi gerekçelerden ziyade özellikle daha çok para kazanabilmek için bu sisteme kaydolan distribütörlerin gözü sürekli yeni üyelerde olacaktır. Zira onların bizzat satış yaparak kazanabilecekleri para sınırlıdır. Fakat büyük ağlar kurmasını başarabilirlerse, ekibin kazandığı cironun toplamından onlar da hissesini alacaktır.
Bu hedefe doğru adım adım yürüyebilmek için bütün distribütörler tabii olarak üye bulma çalışmasına en yakın çevresinden başlıyorlar. Bir taraftan onlara sattıkları ürünün reklamını yaparken, diğer yandan da içinde bulundukları ağa dahil olmanın avantajlarından bahsediyorlar. İşte bu da bazı etik soruları beraberinde getiriyor. İnsanların bilerek veya bilmeyerek en yakınlarına zarar verebilecekleri üzerinde duruluyor.
Firmaların ürünlerini dışarıdaki insanlardan daha çok kendi çalışanlarına (distribütörlerine) satmaları veya çalışanların birbirine ürün satması, ürünleri satmak için zorlama denebilecek ölçüde psikolojik baskıların veya mecburi şartların konulması da etik açıdan eleştirilen davranışlardır.
Diğer bir konu ise üyelerin sadece sisteme yeni insanlar dahil etmek için ürün almalarıdır. Bu durumda onlar, isteyerek kullanmadıkları ürünleri başkalarına satmaya çalışmış olacaklardır. Giriş paketi adı altında satılan ürünlerin yüksek fiyatlı olması da asıl paranın networkteki insanlar üzerinden kazanıldığını gösterir. Bunların da ahlakdışı davranışlar olduğu belirtilmiştir.
Bu alanda faaliyet gösteren pek çok çalışanın söylemiş olduğu, “Oturduğun yerden para kazan!”, “Hızlı bir şekilde zengin ol!” gibi sözlerin de, bu düşünceyle sisteme giren insanların niyetinin de ahlaka aykırı olduğu dile getirilmiştir.
Ayrıca ürünlerin serbest piyasaya girmemesi de tenkit edilmiştir. Ürünün serbest piyasaya girmesi rekabete açık hale gelmesini sağlayacak ve aşırı fiyatları dengeleyecektir. Aynı zamanda gerçekçi bir arz talep dengesi kuracaktır. Fiyatların bütün aşamalarda bu şirketler tarafından pazarlıksız ve piyasa rekabetinden bağımsız istenildiği gibi belirlenmesi serbest piyasa ekonomisi açısından doğru görülmemektedir.
Değerlendirme ve Netice
Buraya kadar yapılan kısa izahlardan da anlaşılacağı üzere network marketing sistemi kuruluş felsefesi itibarıyla ihtilaflıdır. Elbette bu, ürün satışının olmadığı veya satılan ürünlerin sembolik bir değere sahip olduğu saadet zincirleriyle bir tutulamaz. Fakat ürün bazlı sistemlerin de kolaylıkla piramit şemasına dönüşme riski vardır. Her ne kadar çok katlı pazarlama sistemini kullanan firmalar asıl amaçlarının ürün satışı olduğunu söyleseler de fiiliyatta işleyen sistemin “ürün odaklı” olmaktan “üye odaklı” olmaya doğru kayma riski çok yüksektir.
İslâm hukuku, akitleri bütünüyle karşılıklı rıza esasına dayandırır. (Bkz. Nisa suresi 4/29; Bakara suresi, 2/188) Fakihler ortaya koydukları şart ve hükümlerle “gerçek rızanın” bulunup bulunmadığını test eder. Mesela akdi yapan tarafların ehliyeti üzerinde durur, irade beyanlarını mercek altına alır, ileri sürülen şartların meşruiyetini inceler, akit konusunun (mahallü’l-akd) mevcut, meşru ve muayyen olup olmadığına bakar ve taraflardan birinin karşı tarafı aldatmaya yönelik sözlü veya fiili bir tavrının bulunup bulunmadığını tahkik ederler. Gerçek rızayı zedeleyeceği gerekçesiyle akitlerdeki bilinmezlik ve belirsizlikleri mümkün olduğunca izale etmeye çalışırlar. Bütün hukuki tasarrufların açıklık, şeffaflık ve dürüstlük esasınca yapılmasını hedeflerler. Zira akitlerden beklenen gaye, adalet ve eşitliği sağlamak suretiyle tarafların en küçük bir haksızlığa dahi uğramasının önüne geçmektir.
Network marketing sistemleri, baştan belirledikleri satış usulü ve ödeme planlarıyla her ne kadar bu şartları yerine getiriyor gibi görünseler de mesele daha detaylı ve derin ele alındığında doğrudan satış veya diğer ticaret usullerine nazaran daha çok risk ve belirsizlik içerdikleri fark edilir. Kimin ne kadar kazanç elde edeceğini tahmin etmek çok zordur. Piyasada ücretle veya komisyonla çalışan satış elemanlarının az çok ne kazanacakları bellidir. Fakat bu sistemde bir kişi aylık 1 milyon dolar da kazanabilir, hiçbir şey kazanamadığı gibi bir miktar parasını da kaybedebilir. Çoğu durumda sisteme önce girenlerin sonra girenlere nazaran daha avantajlı olduğu da bir gerçektir. Bu da haksız rekabeti beraberinde getirebilir.
Farklı firmaların ürünlerini pazarlayan girişimciler üzerinde yapılan anket sonuçları da kazanç vaatlerinin anlatıldığı veya dışarıdan görüldüğü gibi olmadığını gösteriyor. Konuyla ilgili farklı rakamlardan bahsedilse de çok genel bir ifadeyle sisteme dahil olan üyelerin çoğunluğunun hiç para kazanamadığı görülmektedir. Para kazanamayanların oranını yüzde 99’lara kadar çıkaranlar vardır. Tabii mesele sadece para kazanamamaktan ibaret kalmıyor. Bu, sisteme dahil olurken ödenen paranın da kaybedilmesi anlamına geliyor.
İslam hukukçularını en çok meşgul eden konulardan birisi, meşru ve gayrimeşru kazanç yollarıdır. Onlar, bir taraftan meşru kazanç yollarını detaylarıyla açıklamış; diğer yandan da haksız kazanca yol açabilecek yolları itina ile kapatmaya çalışmışlardır. Bu anlamda kazancın temeline emek, sermaye ve risk unsurlarını koymaları önemlidir. Akitleri ve ticari ortaklıkları hükme bağlamada bunları da göz önünde bulundurmuşlardır. Elbette hibe, vasiyet ve miras gibi tek taraflı kazandırmanın söz konusu olduğu teberru işlemlerini bundan hariç tutmak gerekir.
Network marketing sistemine bu açıdan bakıldığında, zincirin ikinci, üçüncü, dördüncü, beşinci halkasında bulunan insanların satmış oldukları ürünlerden kazanılan komisyonları meşru bir çerçeveye oturtmak gerçekten zor görünüyor. Firmanın bu komisyonları satış yapan girişimcilerin kârından değil de kendi kârından verdiğini ileri sürmesi de problemi çözmeye yetmiyor. Çünkü firma toplam cironun distribütörlere dağıtılacak miktarını tespit ederken bütün bunları göz önünde bulunduruyor. Yani üst hatlarda bulunanlara verilen komisyon dolaylı olarak ya ürün satışlarına yansıyor ya da alt hatlarda yer alan üyelerin kârlarına.
Daha da önemlisi aynı emek ve performansı gösteren üyeler, eşit veya birbirine yakın kazançlar elde edemiyor. Mesela sisteme önceden girmiş bir üye kendine özel bir ekip kurduktan sonra çok az bir gayretle büyük meblağlar kazanabilirken, sisteme sonradan giren bir üye diğerinin on katı fazla bir performans ortaya koysa bile onun onda biri kadar kazanç elde edemeyebiliyor. Onun da zamanla diğerinin seviyesine yükseleceği iddia edilebilir. Fakat bu hem kesin değildir, hem de bu sefer de onunla, yeni üyeler arasında böyle bir eşitsizlik oluşacak ve bu böylece devam edip gidecektir. Şunu belirtmek gerekir ki herhangi bir ortaklık söz konusu olmaksızın başkasının emeği üzerinden bir gelir planlaması yapmak, İslâm fıkhının ilkelerine aykırıdır.
Sisteme dahil olmak için giriş ücreti almak birçok ülkede kanunen yasak olduğu için firmaların çoğunluğu ürün paketi alımını zorunlu koşuyor. Dolayısıyla bazıları üyelerin ödedikleri paralar karşılığında ürün aldıklarını ileri sürerek, sistem içerisinde para kazanamasalar bile, herhangi bir mağduriyetten bahsedilemeyeceğini savunuyorlar. Fakat bunu savunmak o kadar da kolay değildir. En başta gerek sisteme dahil olmak için gerekse sistemde aktif olarak kalabilmek için belirli miktarda ürün alımının zorunlu koşulmasının ne kadar etik ve legal olduğu tartışılabilir.
İkinci olarak üyelerin kaç tanesinin “ihtiyaç” gerekçesiyle bu ürünleri aldığına, onlardan istifade ettiğine de bakmak gerekir. Bunu anlamak için sorulması gereken soru şudur: Acaba bana kazanç sağlamasaydı yine de bu ürünü alır mıydım? Yapılacak küçük bir araştırma dahi çoğu insanın kullanmak için değil, sırf firmanın distribütörü olabilmek için ürün satın aldığını gösterecektir. Peki bu neyi değiştirir? Birincisi israfa sebep olur ve aşırı tüketimi teşvik eder. İkincisi de ürünlerin önemli bir kısmının distribütörler tarafından satın alındığı göz önünde bulundurulacak olursa, firmanın ürün merkezli değil, yeni üye bulma merkezli iş yaptığını gösterir. Bu da onu piramit şemasına yaklaştırır. Çok katlı pazarlama sistemini kullanan firmaların önemli bir kısmının niçin kozmetik ve gıda takviyesi alanında faaliyet gösterdiği de üzerinde durulması gereken bir konudur.
Burada mutlaka sistemin sürdürülebilir olup olmamasına da bakmak gerekir. Ticari hayatı şekillendiren en önemli ilke arz-talep dengesidir. Büyük oranda üretim, pazarlama ve ticaret bu dengeye göre yürür. Arz-talep dengesinin kazançlar üzerinde de büyük etkisi vardır. Mutlaka network marketing sistemlerini kullanan firmalar da talebi göz önünde bulunduruyor, yani toplumsal ihtiyaçlara göre ürün üretiyorlardır. Fakat bu sistem, kazancını büyük oranda oluşturduğu distribütör ağına borçludur. Distribütörlerin kazancı da aynı ağa bağlıdır. Bu yüzden sürekli networkunu büyütmek zorundadır.
Ne var ki dünyada yaşayan insan sayısı sınırlı olduğuna göre bunun ilanihaye (sonsuza kadar) devam edip gitmeyeceğini tahmin etmek güç değildir. İşte burada şu sorunun sorulması gerekir: Acaba bir yerde sisteme yeni üye girişi tamamıyla duracak olsa, eski üyeler ayakta kalabilirler mi? Bu soruya verilecek cevap “evet” ise sistemin ürün satma üzerine kurulu olduğu anlaşılır. Fakat geçmiş tecrübelere bakıldığında “evet” cevabını vermenin hiç de kolay olmadığı görülür. Muhtemelen bu durumda kıdemli üyelerin kazançlarında ciddi azalmalar olacak, sisteme yeni girmiş çoğu üye de ödediği parayı bile geri alamayacaktır. Bu da network sistemine cevaz verilmesine gölge düşüren argümanlardan bir diğeridir.
Firmaların sattıkları ürünlerin meşru ve mubah olması, faaliyet gösterdikleri ülkeler açısından legal problemlerinin olmaması, ürünleri için gerekli belgeleri temin etmiş olmaları, kendileriyle çalışma tecrübesi olan girişimcilerin ne tür değerlendirmeler yaptıkları, ürünlerin iadesiyle ilgili tavırları gibi konulara hiç girmiyoruz. Çünkü bunlar hem zaten herkesin bilebileceği meselelerdir hem de ister ağ pazarlamayı kullansın ister kullanmasın bütün firma ve şirketler açısından geçerli olan hükümlerdir.
Şunu da belirtmek isteriz: Bazıları maddi açıdan sıkıntıda olan insanlara iş olanağı oluşturacağından hareketle bu sistemin desteklenmesi gerektiğini ileri sürüyor. Bir anlığına fıkhî sakıncaları bir tarafa bıraksak ve meseleye salt ticari mantık açısından baksak bile bunun da çok iyi düşünülmesi gerekir. Hakikaten bu sisteme dahil ettiğimiz insanlara iyilik mi yoksa kötülük mü yapıyoruz?
Kanaatimizce zaten bir işi olan insanların ek gelir beklentisiyle bu işe girmeleri ticari açıdan büyük mağduriyetler oluşturmaz. Fakat işsiz bir insanın, büyük beklenti ve umutlarla böyle bir işin içine girmesi oldukça risklidir. Zira o, zamanını ve emeğini bu işe harcayacağından başka bir iş bulamayacaktır. Üstelik mevcut tecrübeler bu işten iyi paralar kazanıp kazanamayacağının da oldukça şüpheli olduğunu gösteriyor. Halihazırda başka bir işle uğraşan kimse emeğinin veya küçük bir miktar parasının boşa gitmesine çok üzülmez. Fakat bütün ümidini bu işe tahsis etmiş bir insan, arzu ettiği başarıyı yakalayamazsa bu, onun için çok daha yıkıcı olur.
İslâm hukukçuları akit ve tasarruflara hem dünyevî hem de uhrevî hükümler açısından yaklaşır. Dünyevî ahkam açısından akitleri sahih, fasit ve bâtıl kısımlarına ayırırken, uhrevî ahkam açısından ise mubah, mekruh veya haram hükmünü verirler. Network marketing sisteminin dünyevî ve uhrevî hükmünü net olarak tespit etmek hakikaten kolay değildir. Fakat kanaatimizce -bütün ağ pazarlama yöntemlerini hatta aynı ağda çalışan bütün distribütörlerin yaptıkları işi aynı kefeye koymak doğru olmasa da- bu sistemin bünyesinde bir kısım mahzurlar barındırdığında şüphe yoktur. Konu etrafında çalışma yapan fakihlerin büyük çoğunluğu da bu mahzurları “caiz değil”, “haram”, “sahih değil”, “fasit” gibi lafızlarla ifade etmeye çalışmışlardır. Onları bu konuda olumsuz tavır almaya sevk eden temel gerekçe ise sistemin bizatihi kendisinin/temel felsefesinin farklı suiistimallere, aldatmalara, mağduriyet ve haksızlıklara açık olması ve pek çok açıdan İslâm iktisadının temel ilkeleriyle çatışmasıdır.
*Bu yazı tr724.com sayfasından alınmıştır.