Bediüzzaman Hazretleri, Sözler isimli eserinde (20. Söz’ün İkinci Makamı) bu meseleyi arîz-amîk izah eder. Üstad orada, beşerin sanat ve fen ilimlerinde yükselmesinin semeresi olarak uçak, elektrik, tren ve telgraf gibi icatların vücuda geldiğini ve bunların insan hayatında önemli bir yer tuttuğunu ifade eder. Ayrıca o, bütün nev’-i beşere hitap eden Kur’ân-ı Kerim’in bu yeniliklere, bir, peygamberlerin mucizeleri, iki, tarihî hâdiseleri zikretmek suretiyle iki şekilde işaret ettiğini dile getirir. Üstad burada tarihî hâdiselere, tren ve elektriğe işaret eden âyetleri örnek vererek bu konularda pek çok kişinin fikir yürütmesi, bunların çok ciddî dikkat ve izaha gerek duyulması ve çok olmaları sebebiyle bu kadarlık bir bilgiyle iktifa ettiğini söyler geçer.
Üstad “işaret” derken de kelimeleri, tabirleri ve lafızları gayet dikkatli bir şekilde seçer ve görüşünü serdederken, “Allah, mübarek kelâmında ‘delâlet bi’l-mutabaka’ ile bunu ifade ediyor.” demez. Esasen Kur’ân’ın işareti öyle engindir ki, bir insan temel itibarıyla dinin ruhuna ve Peygamber’in öğretisine muhalif olmadıktan sonra bu hususta da pek çok şey söyleyebilir.
Mucize, Allah’ın yaratmasıyla peygamberin elinden sâdır olup, peygamberin peygamberlik davasını ispata matuf harikulâde hâl ve keyfiyettir.. ve her peygamberin mucizesi, insanların ilim ve irfan dünyasına yeni ufuklar açan birer işarettir. Peygamberler hem maddî hem de mânevî terakkide insanların rehberleri konumundadırlar ve insanlar onların arkalarından giderek bir yerlere varabileceklerdir. Meselâ bir tasavvuf ehli, “seyr ilallah”, “seyr fillah”, “seyr maallah” ve “seyr anillah” deyip bir yolculuğa çıkmakta ve bunu yaparken de kendisine peygamberi rehber edinmektedir. Miraç, harikalar kuşağında, böyle peygamberâne bir seyahatin unvanıdır. Meselâ Seyyid Şerif Cürcânî, Sadettin Teftâzânî, Şirâzî, İsferâyînî, İmam Maturîdî ve Ebû’l-Hasen el-Eş’arî gibi kimseler, kelâm yoluyla Cenâb-ı Hakk’ın zâtî sıfatları ve esmâ-i kudsiyesi yolunda seyahat yapmışlardır. Yine meşhur İslâm filozoflarından İbn Sina “Allah’tan başka her şey mümkinü’l-vücuddur, Allah ise vacibü’l-vücuddur.” diyerek belli yollarla vacibü’l-vücud gerçeğine ulaşmıştır. Hatta biz, bugün bu ifadeyi o kadar benimsemişizdir ki, “vacibü’l-vücud” ifadesini Cenâb-ı Hak’tan gelmiş bir ad ve unvan gibi kullanırız. Esasen bu tabir, İbn Sina’nın icadıdır.
Tefsir ilmine girerken Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) mübarek sözleri, esbab-ı nüzul, hatta belli bir ölçüde O’nun ruhaniyetine sığınma meselesi söz konusu olmadan, âyetlerin enginliklerine inmek mümkün değildir. Evet, her hususta olduğu gibi tefsirde de rehber O’dur. Tefsirde olduğu gibi Sünnet’te ve fıkıhta da rehber O’dur ve her şey gidip O’na dayanmaktadır. Efendimiz ve diğer peygamberler (aleyhi ve aleyhimüssalâtü vesselâm) insanlara mânevî terakkide olduğu gibi maddî terakkide de birer rehber ve mürşittirler. Yalnız, nasıl ki, Efendimiz’in mânevî terakki yolunda ortaya koyduğu donelerin üzerinde durulmaya ve tahlil edilip yorumlanmaya ihtiyaç var, öyle de maddî terakki yolunda da yine O’nun söylediği hususların üzerinde durulmaya ihtiyaç vardır. Çünkü hadis-i şeriflerde her şey açık ve net olarak söylenmemiştir. Nitekim Kur’ân-ı Kerim’deki fen ve değişik keşiflere delâlet eden âyetlere bakıldığında da bazı hakikatler açık seçik ortaya çıkmakta ve “Bu âyet-i kerime bu hakikati ifade etmektedir.” diyeceğimiz yerler olduğu gibi, idrak ufkumuzu aşan hususların bulunduğu yerler de vardır.
Burada örnek olarak Hz. Nuh’un gemisini verebiliriz. Âyet-i kerimede Allah, Hz. Nuh’a: وَاصْنَعِ الْفُلْكَ بِاَعْيُنِنَا وَوَحْيِنَا “Bizim gözetimimiz altında ve vahyimiz doğrultusunda, gemiyi yap.” (Hûd sûresi, 11/37; Mü’minûn sûresi, 23/27.) diyerek Hz. Nuh’a gemi yapma hendese ve matematiğini öğretmiştir. Allah’ın Hz. Nuh’a yaptırdığı gemi, bugünün teknolojisinin çok üzerinde, tufanın getirdiği dev dalgalar içinde batmayacak ve ona dayanabilecek kapasitede bir gemidir. -Çok gelişmiş teknoloji ile inşa edilen “Titanic”in daha küçük bir handikap karşısında paramparça olduğu düşünülünce bu çok büyük bir hâdise ve mucize sayılır.- O öyle bir gemidir ki, yeryüzü sularla dolup taştığında bile, hacıyatmaz gibi ne yan gelip sarsılmış ne de devrilmiştir. Çünkü bu gemiyi Allah, وَاصْنَعِ الْفُلْكَ بِاَعْيُنِنَا yani “Gemiyi Bizim gözlerimizin önünde yap. Biz sana nezaret edecek, plan-projede seni yalnız bırakmayacağız.” demiştir ki; âyet-i kerimedeki اَعْيُنِنَا kelimesi bu hakikati ifade etmektedir. Evet, Hz. Nuh’un gemisinde belki mübtediyâne fakat müntehiyâne bir teknoloji uygulanmıştır. İşte bu âyet-i kerimede Allah insanlara seviyeli bir ufuk göstermektedir. Yani öyle bir gemi icat edin ki, dünyayı bütünüyle su alsa, bu müthiş tufanda dev dalgalar ve girdaplar birbirini takip etse bu gemi batmamalı ve emniyet içinde yoluna devam etmelidir.
Hem meselâ, Hz. İbrahim’in ateşte yanmaması, bugün için amyant maddesi üstü bir şeyle izah edilebilir; ne var ki, işaretlenen nokta bundan çok ötededir; kim bilir belki bir gün gelecek, insanda bir enerji yoğunlaşması olacak ve insanın ruh gücünü maddenin önüne geçirecek ve netice itibarıyla insan amyantla değil, doğrudan doğruya çıplak ayakları ile ateşin içine girip yanmayacaktır. Esasen bu güç, âdiyat çerçevesinde olmasa da potansiyel olarak insanın mahiyetinde mevcuttur.
Bunun gibi “Onun sabah gidişi bir aylık mesafe, akşam dönüşü de bir aylık mesafe idi.” (Sebe sûresi, 34/12.) âyet-i kerimesi de, insanın çok süratli ve birkaç saat içinde dünyayı devredecek vasıtalar yapmasına bir teşvik mahiyetindedir. Nitekim Hz. Süleyman, âyetin ifadesiyle sabah bir aylık, akşam da bir aylık mesafeleri katedebiliyordu. İşte Allah bununla bizlere: “Siz de çalışın ve Hz. Süleyman gibi çok uzun mesafeleri çok kısa bir zaman diliminde katedin.” demektedir. Sabah bir aylık, akşam da bir aylık mesafe gitme işini, Hz. Süleyman gibi bir insan yapmıştır. Bu mucize olarak bir sınırdır. Mucize, Allah’ın yaratmasıyla peygamberin elinden sâdır olup peygamberin peygamberlik davasını ispata matuf harikulâde bir hâl ve keyfiyet olduğunu bir kere daha hatırlatalım…
Bu tür ilme ve fenne teşvik edici mucizeler, âdeta birer sınır taşları mesabesindedir. Yani Hz. İsa’nın yaptığı gibi bir ölüyü diriltmek, anadan doğma kör birisinin gözlerini açmak kesinlikle mümkün değildir. Ancak bu sınıra kadar insanlar, teknik ve teknoloji sayesinde ulaşabilirler. Meselâ ilerleyen teknoloji sayesinde, doğduğunda gözleri gören ve daha sonra bir vesileyle kör olan birisi göz damarlarındaki tıkanmalar giderilerek görür hâle getirilebilir veya başka birisinin gören gözü çıkarılıp sonradan kör olan birisinin göz yuvasına takılıp kılcal damarları ve sinirler tam uç uca getirilerek görmesi sağlanabilir. Ancak anadan doğma kör olan ve beyinde görme merkezleri olmayan birisi için herhangi bir şey yapmak mümkün değildir. O, olursa Allah’ın (celle celâluhu) fevkalâde inayetiyle olur.
Evet, yukarıda da ifade edildiği gibi bu tür âyetlerde iki hakikat var; bunlardan biri, peygamberlerin Allah’ın izniyle göstermiş oldukları bu olağanüstü şeyler ki, bunlar birer mucizedirler ve son sınır sayılırlar. İnsanların bu sınıra ulaşmaları mümkün değildir. Diğeri ise, burada insanlar için bir teşvik mevzubahistir. Yani insanlara bir ufuk gösterilerek âdeta “Yolunuz buraya kadar.” denilmektedir. Günümüzde birilerinin yaptığı gibi mucizeleri fizik kanunları ile izaha yeltenmek veya bir kısım materyalistlerin zannettikleri gibi “Bir gün gelecek, ölüme de, yaşlılığa da çare bulunacak, beyinde görme merkezi olmasa bile beyine merkezler yerleştirilerek gören gözler meydana getirilecek.” türünden ifadeler, birer kuru iddiadan ibarettir. Doğrusunu Allah (celle celâluhu) bilir.
Kaynak: Yol Mülahazaları, “Peygamberlerin Mucizeleri“