İçindekiler
Allah’a kul olabilmek arzusuyla yüreği yanan bir insanın yangınını söndüren, geçmek bilmeyen yaralarını iyileştiren tek merhem; Allah’ın eşsiz kelâmı, Peygamberimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) en büyük mucizesi olan Kur’ân-ı Azîmüşşân’dır. En büyük gayemiz, son nefesimize kadar tek kurtuluş çaremiz ve mânevî saadetimizin mührü; Rahman’a kul olmak, aslında Rahman’ın “has” kullarından olabilmektir. Bunu bir nebze olsun anlamak, geri kalan ömrümüzde böyle yaşamak, belki de unuttuklarımızı hatırlamak adına şimdi, kulak verelim mu’cizevî kelâmdan Sûre-i Furkan’a.
Allah’a kulluk, insana üstün ahlâk ve vasıflar kazandırır. Her kim Allah’a itaat eder ve O’na ubûdiyet hususunda, kendisine emredildiği şekilde kulağını, gözünü, kalbini ve dilini meşgul ederse, o kimse “kulluk” sıfatını hak edenlerden olur.
Cenâb-ı Hak, Rahman’ın halis kullarının sıfatlarını, dünyevî ve uhrevî hâllerini, Furkan Sûresi’nin 63-76. âyetlerinde bizlere beyan etmektedir. Tefsir-i Kebir’in müellifi Fahreddin er-Razî bunları dokuz ana başlık altında vasıflandırmıştır:
1. Tevazu (alçakgönüllülük) ile davranmak
وَعِبَادُ الرَّحْمَنِ الَّذِينَ يَمْشُونَ عَلَى الْأَرْضِ هَوْنًا
“Rahman’ın (has) kulları o kimselerdir ki, onlar yeryüzünde tevazu ile yürürler.” (Furkan, 25/63)
Kul ihlâslı, sükûnet ve ağır başlı bir hâlde yürümelidir. Gösteriş ve kibirden uzak durmalı, Allah’a boyun eğen mümin izzetini kendine düstur edinmelidir. Mü’min, zarif insandır. Adâp güzel ahlâkın zirvesi iken nezaket ve zerafet de adâbın zirvesidir. Bu mevzuyla alâkalı bir rivayette; Hz. Ömer yürürken böbürlenen bir genç gördü ve ona “Böbürlenerek yürüyüş, Allah için cihat meydanında hâriç, mekruh görülen bir davranıştır.” diyerek nasihatte bulundu. Başka âyetlerde de Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Yeryüzünde kibir ve azametle yürüme, çünkü toprağı yaramazsın, boyca da dağlara eremezsin.” (İsrâ, 17/37) ve
“İnsanlara karşı böbürlenme, yeryüzünde çalımla yürüme! Çünkü Allah övünen, gururlanan hiç kimseyi sevmez.” (Lokman 31/18).
2. Hilm ve yumuşak söz sahibi olmak
وَإِذَا خَاطَبَهُمُ الْجَاهِلُونَ قَالُوا سَلَامًا
“Cahiller kendilerine sataştıklarında “selametle kalın” deyip geçerler.” (Furkan, 25/63)
Cahiller müminlere kötü sözle saldırdıklarında, onlara aynı şekilde mukabelede bulunmamak hem akla uygundur hem de Allah katında güzel bir davranıştır ve kişideki takva melekesinin zuhur etmiş hâlidir. Münkirlere karşı âlicenap ve inanmış gönüllere mürüvvetli olmak gerekir.
Cenâb-ı Hak, “Bir tatlı söz, bir kusur bağışlama, peşinden incitme gelen sadakadan çok daha iyidir.” (Bakara, 2/263) buyurmaktadır.
Ebu Hureyre’den gelen bir rivayette Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ise şöyle buyuruyor: “ …Güzel söz bir sadakadır, eziyet verici bir şeyi kaldırmak da bir sadakadır.” (Müslim, Zekât, 56).
Mümin, kaba davranışlara karşı hiddetlenmez, bilakis hoşgörü ile muamelede bulunup, sadece hayrı söyler. “Selametle kalın.” lâfzı, eziyet etmemek, eziyete tahammül etmek ve kırmamak, kırılmamak arzusuyla söylenmelidir. Müminler cahillik edenlere çatmaya tenezzül etmezler.
3. Geceyi ibadetle ihyâ etmek
وَالَّذِينَ يَبِيتُونَ لِرَبِّهِمْ سُجَّدًا وَقِيَامًا
“Onlar ki geceyi Rab’lerine secde ve kıyam ile ibadetle geçirirler.” (Furkan, 25/64)
Müminin gecesi gündüzü gibidir. Mümin gündüzleri en hayırlı gündüz, geceleri ise en hayırlı gece hâline getirmeye çalışır. Halis olan kul, geceleri itaatkâr ve ibadet ehli olarak secde ve rükû ile ihyâ eder. Mümin, gecenin bir kısmını uyku hâlinde değil de zikir, şükür ve tefekkürle geçirir. Uykunun en tatlı yerinde kalkar, nefsini zorlayan bir feragatle, Allah’a yönelir, işte o zaman açılır ona semanın kapıları ve candan dualarına icabet edileceği müjdesi verilir.
Allah Teâlâ, bir başka âyetinde şöyle buyurmaktadır: “Onların yanları yataklardan uzaklaşır, korku ve ümit içinde Allah’a dua ederler.” (Secde 32/16). Hasan el-Basrî Hazretleri şöyle diyor: “Onlar, Allah rızası için ayakta gecelerler. Rablerinden korktukları için gözyaşları içinde secdeye kapanırlar. “Yapılan iş; bir hardal tanesi kadar küçük de olsa, bir kayanın içinde saklı da olsa, yahut göklerin ve yerin herhangi bir noktasında bile bulunsa mutlaka Allah onu meydana çıkarır. Allah öyle latif, öyle habîrdir.” (Lokman 31/16)
4. Cehenneme girmekten korkmak:
وَالَّذِينَ يَقُولُونَ رَبَّنَا اصْرِفْ عَنَّا عَذَابَ جَهَنَّمَ إِنَّ عَذَابَهَا كَانَ غَرَامًا
“Onlar ki şöyle derler: Ey Rabbimiz! Cehennem azabını bizden uzaklaştır. Zîrâ onun azabı tahammülü zor ömür tüketen bir derttir. Ne kötü bir varış yeri ne fena bir yerleşim yeri orası.” (Furkan, 25/65)
Rahman’ın has kulları, Rabbinden korkan, O’na titreyerek dua eden ve Ey Rabbimiz, cehennem ateşinden bizleri muhafaza eyle diyendir. “Hakikaten orası ne kötü bir karargâh ve ikametgâhtır.” İmam Râzî bu âyetin tefsirinde şöyle söylemektedir:
İlk olarak, Muhakkak ki Cehennem azabı helâktir. İkincisi ise, orası çok kötü bir karargâh (müstekarr) ve ikametgâhtır (mukâm). Öyleyse bu iki ibare arasında bir nüans vardır. Müstekarrın iman ehli olan günahkârlar için olması muhtemeldir. Çünkü onlar ateşte geçici bir süre kalacaklardır. Mukâm kelimesi ise müşrikler içindir. Ve orada (ebedî) mukim olacak olan onlardır.
5. Harcamada itidalli olmak
وَالَّذِينَ إِذَا أَنْفَقُوا لَمْ يُسْرِفُوا وَلَمْ يَقْتُرُوا وَكَانَ بَيْنَ ذَلِكَ قَوَامًا
“Rahman’ın has kulları harcamalarında ne israf ederler, ne de eli sıkı davranırlar; ikisi arasında bir denge tutarlar.” (Furkan, 25/67)
Rahman’ın halis olan kulları, kendilerine veya ailelerine harcama yaptıklarında savurgan değildirler ve ihtiyaçlarından fazlasını harcamazlar. Nafakaları üzerine vacip olan kimseler hakkında ihmal edip cimrilik de yapmazlar.
Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem) bir hadîs-i şerîflerinde şöyle buyurmaktadır: “Cimri Allah’tan uzaktır, Cennet’ten uzaktır, insanlardan uzaktır. Cehennem’e yakındır.” (Tirmizî, Birr, 40).
Mümin, denge insanıdır, itidal içinde bir yol izler ve israftan, cimrilikten uzaktır her dâim. Savurganlık, başta mal mülk olmak üzere Allah’ın verdiği maddî-mânevî nimetleri şuursuzca ve yerinde olmayarak tüketmesine verilen isimdir.”
Bir âyette Allah Teâlâ’nın şöyle buyurduğunu görüyoruz: “Savurganlar şeytanın kardeşleridir.” (İsrâ 17/27), Başka bir âyette “kendilerine verdiğimiz nimetlerden onlar hayra harcarlar.” (Secde 32/16) buyurmaktadır. Bilindiği gibi hayırda israf olmaz ve zaten israfta da bir hayır yoktur. Dinimizde nefsin arzu ettiği -meşru da olsa- her şeyi alması pek makbul değildir.
Enes b. Malik’ten gelen bir rivayette Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyuruyor: “Yiyiniz, tasadduk ediniz ve giyiniz. Fakat bunları yaparken israfa ve tekebbüre kaçmayınız.” (Nesai, Zekât, 66) İsraf kelimesinden başka bir murat ise, helâl de olsa dünyada nimetlenme ve ona dalma hususunda haddi aşmadır, bu da kendini beğenme ve kibre sebebiyet verdiğinden mekruhtur.
Allah Teâlâ, bundan sonraki âyet-i kerimelerde, fâsıkların ve müşriklerin sıfatları olan, ancak müminlerin uzak durması gereken vasıfları şöyle zikretmektedir:
6. Şirk, adam öldürme ve zinadan uzak durmak
وَالَّذِينَ لَا يَدْعُونَ مَعَ اللهِ إِلَهًا آخَرَ وَلَا يَقْتُلُونَ النَّفْسَ الَّتِي حَرَّمَ اللهُ إِلَّا بِالْحَقِّ وَلَا يَزْنُونَ وَمَنْ يَفْعَلْ ذَلِكَ يَلْقَ أَثَامًا
“Onlar Allah ile birlikte bir başka ilah edinip ona kulluk etmezler, Allah’ın muhterem kıldığı bir canı haksız yere öldürmezler ve zina etmezler. Kim de bunları yaparsa günahının cezasını bulur.” (Furkan, 25/68)
Yani o bahtiyar kullar, Allah ile beraber başka bir ilâha tapmazlar ve Allah’ın öldürülmesini haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar ve zinaya yaklaşmazlar. İtaât ve ibadet yalnız Allah içindir. Allah katında cürümlerin en büyükleri şunlardır: Allah’a şirk koşmak, cana kastederek adam öldürmek ve zina etmektir. Abdullah ibn Mes’ud şöyle demiştir: Ben Resulullah’a (sallallahu aleyhi ve sellem) sordum: Allah katında hangi günah en büyüktür? Resulullah: “Seni Allah yaratmış olduğu halde Allah’a bir eş uydurmandır.” buyurdu. Sonra “Hangi günah?” diye sordum. “Seninle beraber yemek yemesinden korkarak çocuğunu öldürmendir.” Bundan sonra hangisi dedim. “Komşunun halilesiyle (yani zevcesiyle) zinâ etmendir.”
İbn Mes’ud dedi ki: Resulullah’ın bu söylediklerini tasdik edici olarak şu âyet indi: “Onlar ki Allah’ın yanına başka ilah katmazlar. Allah’ın haram kıldığı nefsi haksız yere öldürmezler ve zinâ etmezler. Kim bunları yaparsa cezasını bulur.” (Buharî, Kitâbu’t-tefsir, 228)
Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: “Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir.” (Furkan, 25/70) Bu âyet iki şekilde yorumlanmıştır. Birincisi, Allah kötü ameli iyi amelle, şirki ihlâsla, fücuru namuslulukla, küfrü İslâm ile değiştirir. Yani bu değişim dünyada, tesiri ise âhirette olur. İkincisi, bu kötülükler bizzat ihlâs ve tövbe ile iyiliklere döner. Çünkü bu kimse geçen günahlarını her hatırladığında pişmanlık duyar, Allah’a yönelir, istiğfar eder ve böylece bu değişiklik dünyada değil, âhirette olur. Dinimizde İslâm kardeşliğinin ve Müslüman hukukunun ehemmiyeti büyüktür. Biliyoruz ki, Müslüman Müslüman’ın kardeşidir, ona zulmetmez, haset etmez ve ona yalan söylemez.
“Kıyamette, o büyük duruşma gününde onun cezası katmerli olur ve azapta, zillet içinde ebedî kalır. Ancak şu var ki dönüş yapıp iman edenler güzel ve makbul işler işleyenler bundan müstesnadır. Allah onların kötülüklerini iyiliklere, günahlarını sevaplara çevirir. Çünkü Allah gafurdur, rahîmdir (çok affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur). Kim tövbe edip, güzel ve makbul işler yaparsa, gereğince tövbe eden işte odur.”
İbn Ebzâ’dan gelen rivayetle İbn Abbas’a “Kim bir mümini kasten öldürürse, onun cezası içinde ebedî kalmak üzere cehennemdir.” (en-Nisâ 4/93) kavli soruldu ve bir de “Allah’ın haram kıldığı canı haksız olarak öldürmezler… Meğerki tövbe edip iyi amelde bulunan kimseler ola.” bu kavilden de soruldu. İbn Abbas şöyle dedi: Bu âyet indiği zaman Mekke ahâlisi: Hakikaten bizler Allah’a denk uydurup ortak kıldık, Allah’ın haram kıldığı canı haksız yere öldürdük ve çirkin işler yaptık, dediler. Allah akabinde “Ancak şu var ki dönüş yapıp iman edenler ve sâlih amel yapanlar bundan müstesnadır. Allah onların kötülüklerini iyiliklere, günahlarını sevaplara çevirir. Allah çok mağfiret edici, çok merhamet eyleyicidir.” mealindeki âyeti indirdi. (Buharî, Kitâbu’t-tefsir, 229)
7. Yalancı şahitlik etmezler ve yalandan sakınırlar
وَالَّذِينَ لَا يَشْهَدُونَ الزُّورَ وَإِذَا مَرُّوا بِاللَّغْوِ مَرُّوا كِرَاماً
“Onlar yalan şahitlik etmezler, boş ve kötü söze rastladıkları vakit vakarla oradan gelip geçerler.” (Furkan, 25/72
Halis bir kul, başkasının aleyhine kasten yalancı şahitlik yapmaz ve yalan meclislerinde bulunmaz. Ebû Bekre’den rivayet edilen bir hadîste, Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) üç defa şöyle buyurdular: “Size büyük günahların en büyüklerini haber vereyim mi?” dedi. Biz de, evet dedik. Bunun üzerine şöyle devam etti: “Allah’a şirk koşmak, anne babaya isyan etmek.” Sonra ise “Dikkat edin yalan söz de büyük günahtır, yalan yere şahitlik de büyük günahtır.” Bunu o kadar tekrar etti ki biz: “Keşke sükût buyursalar da kendilerine eziyet etmeseler.” diye içimizden geçirdik (Müslim, Kitabu’l-iman, 88).
Bediüzzaman, İşaretu’l-İ’caz adlı eserinde bu hususa dair şöyle söylemektedir: “Mümin için yol ikidir; ya sükût etmektir. Çünkü söylenilen her sözün doğru olması lazımdır. Ya da sıdktır. Çünkü İslâmiyet’in esası sıdktır.” Ahlâk-ı âliyenin hayatı ve Âlem-i İslam’ın nizamı sıdktır.
8. Öğütleri kabul etmek
وَالَّذِينَ إِذَا ذُكِّرُوا بِآيَاتِ رَبِّهِمْ لَمْ يَخِرُّوا عَلَيْهَا صُمًّا وَعُمْيَانًا
“Kendilerine Rab’lerinin âyetleri hatırlatıldığında, onlara karşı sağırlar ve körler gibi davranmazlar.” (Furkan, 25/73)
Yeni bir âyet veya sûre nazil olduğunda veya kendilerine âyetle nasihatte bulunan kimselere karşı duyarsız kalmazlar. Allah’ın kelâmını işittiklerinde hiç etkilenmeyen, durumları değişmeyen, sanki hakikate karşı kör ve hakkı duymayan sağırlar gibi değillerdir. Bu kelâm güneş gibidir. Yani güneş başkalarını gösterdiği gibi, kendini de gösterir, başka bir güneşe ihtiyaç bırakmaz.
Halis olan müminler, tuğyan ve bilgisizlikleri üzerine devam eden münafık ve kâfirler gibi olamazlar. Bilakis onlar âyetlere karşı pürdikkat kesilir, şuurlu bir kalble ve basiretli bir zihinle Rahman’ın davetine odaklanırlar. “Ebû Rukayye, Temîm İbni Evs ed-Darî’ den rivayet edildiğine göre, Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem): “Din nasihattir.” buyurdu. Biz kendisine: “Kimin için nasihattir?” dedik. Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem): “Allah, Kitabı, Resulü, müminlerin yöneticileri ve bütün Müslümanlar için nasihattir.” buyurdu. (Buhari, İman, 42)
9. Salih eş ve evlat isterler
وَالَّذِينَ يَقُولُونَ رَبَّنَا هَبْ لَنَا مِنْ أَزْوَاجِنَا وَذُرِّيَّاتِنَا قُرَّةَ أَعْيُنٍ وَاجْعَلْنَا لِلْمُتَّقِينَ إِمَامًا
Ve şöyle niyaz ederler: “Ey keremi bol Rabbimiz! Bize gözümüzün, gönlümüzün süruru olan temiz eşler ve nesiller ihsan eyle, bizi muttakilere önder eyle!” (Furkan, 25/74)
Hayır işleyen, şerden uzak duran, gönlünde her daim sürur olmasını isteyen hakiki mümin, gözlerini nurlandıracak, İslâm ve sâlih amelle hidayet bulmuş bir hayat arkadaşı (eş) ve hayırlı evlâtlar niyaz eder. Cenâb-ı Hak’tan. Çünkü kul, yanında bir yoldaş olsun ister ve bu öyle bir yoldaş olmalı ki, Allah’a istikrarlı bir şekilde kulluk eden, dünya ve âhirette kalbi ancak Allah’ı zikretmekle mesrur olan, çehresine bakıldığında yahut bir yerde adı geçtiğinde; ona, Allah’ı hatırlatan ve “Yaratılanı Yaratan’dan ötürü seviyorum.” dedirten bir yoldaş. Bu âyetin bizde bıraktığı mânâyı güçlendirmek adına Peygamberimiz’den (sallallahu aleyhi ve sellem) gelen şu rivayeti zikretmede fayda vardır. “İnsan ölünce üç şey hariç ameli kesilir: Faydası devamlı olan sadaka, kendisinden yararlanılan ilim, kendisine dua eden sâlih bir evlat.” (Müslim, Vasiyyet, 14; Tirmizi, Ahkam, 36).
Şimdi Rahman’ın kullarına verilen müjdeleri ifade eden âyetlerle konuyu hitama erdirelim.
أُولَئِكَ يُجْزَوْنَ الْغُرْفَةَ بِمَا صَبَرُوا وَيُلَقَّوْنَ فِيهَا تَحِيَّةً وَسَلَامًا خَالِدِينَ فِيهَا حَسُنَتْ مُسْتَقَرًّا وَمُقَامًا قُلْ مَا يَعْبَأُ بِكُمْ رَبِّي لَوْلَا دُعَاؤُكُمْ فَقَدْ كَذَّبْتُمْ فَسَوْفَ يَكُونُ لِزَامًا
“İşte onlar (Rahman’ın has kulları), sabretmelerine karşılık, cennetin en yüksek makamları ile mükâfatlandırılacaklar ve orada selâmla karşılanacaklar. Orada sonsuza değin kalacaklar. Ne güzel bir uğrak, ne güzel bir konak… De ki: Rabbimden size ne kıymet, duanız olmasa?! Demek ki yalanladınız, o halde yarın azap yakanıza yapışacak.” (Furkan, 25/75, 76, 77)
Netice
Yaratılışın başlangıcı, yokluğun bağrına atılan “kün/ol” sözüdür ve her güzel ömür Kef ile Nun arasında süzülür. Bizler yokluktan varlığa misafir olduk, varlıktan gayba giden tek seferli yolcuyuz. Bu sevdayla yanan insan kul olur, kül olur ve sonra bir gül olur. Müslüman kabul, tasdik ve teslimiyet çerçevesinde yaşayandır. Toplumda timsâli bir hayat adına meful değil, fail olandır. Bu Müslüman kimliğinin inşasında da Furkan Sûresi’nde buyrulan, Rahman’a has kul olmanın vasıflarını kullanmalıyız.
Duadır mümini mümin yapan, geceyi ve gündüzü Allah’ı zikrederek ihyâ etmektir kişiyi Rahman’ın katında has kul yapan. Yürekler dua dua yükseldikçe arşa, O’ndan her şeyin hayırlısını istemek, haram ile helâl arasındaki o ince çizgide durabilmektir sâlih kullardan olmak. O sâlih kulların ecirleri; takdir, tebrik ve selâmla, ebedî olan güzel bir diyar, âlâ olan mevkiler olacaktır. Müminin en büyük hürriyeti, Yaratan’a kul olmaktır, kulluğun en büyük emaresi, bir ve tek olan Allah’a itaatle yaşamaktır. Bütün bu düsturlar Müslümanlar için hakiki rehberlerdir. İslâm’ın bir emniyet ve güven dini olduğunu ispatlamak için bizler bu istikamet üzere devam edip kimliğimizin gereğini sergilemeliyiz. Rahman’ın huzurunda “has kul” olabilmekse muradımız; yakarışlarımız, dualarımız tek dayanağımızdır..
Yeni Ümit Dergisi, Esra Ekinci, Sayı: 99, 2013
Kaynaklar
• Suat Yıldırım, Kur´ân-ı Hakîm ve Açıklamalı Meali.
• Prof. Dr. Vehbe Zuhayli, Tefsirü’l-Münir, Beyrut, 1991, 10/90-104.
• Fahruddin er-Razî, Tefsir-i Kebîr, Mefâtîhu’l-Gayb, Ankara, 1994, 17/276-297.
• Şeyhülislam Ebussuûd Efendi, Ebussuûd Tefsiri, İstanbul, 2007, 10/4416-4422.
• Süleyman Ateş, Yüce Kur’ân’ın Çağdaş Tefsiri, İstanbul, 1990, 6/272-281.
• Gülen, M. Fethullah, Cemre Beklentisi, İstanbul, 2011, s. 65.
• Beşer, Faruk, Başarının Manevi Sebepleri, İstanbul, 2011.
• Bediüzzaman Said Nursi, İşaretu’l-İ’caz, İstanbul, 2010, s. 83.
• DİA, Furkan Suresi, İstanbul, 1996, 13/221-222.