İçindekiler
Recm, lügatte sövmek, kötülemek, kovmak, taşlamak demektir. Fıkıhta ise, zina eden evli, hür, Müslüman erkek ve kadının ölünceye kadar taşlanması manasına gelir.
İslam ceza hukukunda recm cezasının varlığını, sabitliğini ispattan önce bir hususa dikkatleri çekmekte fayda var. Recm, bir büyük suçun cezasıdır. Adil olan Allah ve Resulü, elbette suça uygun ceza takdir etmişlerdir. Bu açıdan suçun büyüklüğünü bilmeyen, kabul etmeyen, anlamayanlar, elbette cezanın uygunluğunu, münasipliğini ve hikmetlerini de anlamayacaklardır. Öyleyse zinanın ne kadar çirkin, zararlı, nesilleri, aileyi ve toplumu bozucu olduğunu idrak edip benimsemedikten sonra, sadece gayri Müslimlerin değil, Müslümanların bile recmin ne kadar da uygun bir ceza olduğunu idrak etmeleri zor olacaktır.
Günümüzde, değişik kurumlar, yayın organları ve organizasyonlar tarafından zina bir suç olarak görülmemekte, bilakis teşvik edilmektedir. Zinanın suç sayılmasını, özgürlüğün kısıtlanması olarak algılamaktadırlar. Hâlbuki zina, evvela şahsın kendisini, sonra ailesini, sonra neslini sonra da toplumu bozar. Zinanın yaygın olduğu toplumlarda, aileden bahsetmek mümkün değildir. Böyle bir toplum ise zamanla yok olmaya mahkûmdur. Bugün zinanın yaygın olduğu milletlerin, nasıl da nüfus endişesi içerisinde olduğu ilgililerin malumudur. Bazı ülkeler, yirmi yıl sonra bu kadar, otuz yıl sonra şu kadar diyerek nüfuslarının azalacağından endişe etmekte ve gençleri evliliğe özendirmekte hatta çocuk sayısına göre ailelere ciddi ücretler vermektedirler. Zira bu ülkelerde zina yaygındır. Bu da evliliğin önündeki en büyük handikaptır. Zinaya açık bir toplumlarda, insanlar şehevi isteklerini zaten bir şekilde tatmin ettiklerinden dolayı aile kurmaya gerek duymamakta, aile kursa bile eşine sadık kalmamakta ve böylece evlilikler çok kısa sürmektedir. % 70’lere varan boşanma oranları bunun bir delilidir.
Her şeyden önce zinanın önlenmesi için Allah’a iman ve Allah korkusu şarttır. Allah’tan korkmayan bir insandan her şey beklenebilir. Ancak bununla beraber caydırıcı bir kısım tedbirlerin konulmasına ihtiyaç vardır. Dinimizin yaptığı da budur. Zira insan her zaman Allah’tan yeteri kadar korkamayabilir ya da içindeki Allah korkusunu her yerde her zaman canlı tutamayabilir. Bir an nefsine uyar ve büyük bir günah işleyebilir. Tam o esnada, insanlar arası uygulanan bir müşahhas cezayı hatırlamaya ihtiyaç duyar ki bu ceza Allah’tan korkmaya sevk etsin. İşte recmin böyle bir özelliği vardır. Evet, zinanın cezası olarak takdir edilen recm, zinaya karşı caydırıcı bir unsurdur. Ayrıca bu caydırıcı ceza, insanların görebileceği yerde uygulanır ki maksat hâsıl olsun. Nitekim Nur Suresinin ikinci ayetinde, bekârken zina edenlere uygulanan celd cezasını, müminlerden bir grubun izlemesi istenmektedir. Öyle anlaşılmaktadır ki bu istek, müminlerin ibret alması ve böyle bir suça cesaret edilmemesi içindir.
Recm cezası İslam’dan önceki dinlerde ve sistemlerde de mevcuttu. Moğol, Mısır ve Çin hukuklarında burun kesme, cinsi uzvunu kesme ve idam, Babil, Asur ve İbrani hukuklarında idam, Hint hukukunda yakma ve köpeklere yedirme gibi cezalar belirlenmişti. Eti, Yunan ve Roma hukuklarında da idam cezası vardı.
Zinayla alakalı ayetler
Recm, Kur’an’da açıkça zikredilmemiş ve Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in sünneti ile sabit olmuş, dört halife döneminde uygulanmış, sahabe tarafından manevi tevatür derecesinde kabul edilmiş ve üzerinde icma oluşmuştur. Bu konuda Haricîler ve bir kısım mutezililerden başka ihtilaf eden de olmamıştır. İlk itiraz edenler, haricilerdir.
Zina edenlerle alakalı Nisa suresi 15 ve 16. ayetlerde umumi manada şöyle buyrulur:
وَاللَّاتِي يَأْتِينَ الْفَاحِشَةَ مِنْ نِسَائِكُمْ فَاسْتَشْهِدُوا عَلَيْهِنَّ أَرْبَعَةً مِنْكُمْ فَإِنْ شَهِدُوا فَأَمْسِكُوهُنَّ فِي الْبُيُوتِ حَتَّى يَتَوَفَّاهُنَّ الْمَوْتُ أَوْ يَجْعَلَ اللهُ لَهُنَّ سَبِيلاً () وَاللَّذَانِ يَأْتِيَانِهَا مِنْكُمْ فَآذُوهُمَا فَإِنْ تَابَا وَأَصْلَحَا فَأَعْرِضُوا عَنْهُمَا إِنَّ اللهَ كَانَ تَوَّابًا رَحِيمًا
“Zina eden kadınlarınız hakkında dört şahit isteyin! Eğer dört kişi şahitlik ederlerse, ölüm kendilerini alıp götürünceye veya Allah kendilerine bir yol gösterinceye kadar onları evlerde alıkoyun. Sizden iki kişi fuhuş yaparsa onlara eziyet edin! Eğer tövbe edip hallerini ıslah ederlerse onları cezalandırmaktan vazgeçin! Çünkü Allah, tevvab ve rahîmdir: (tövbeleri kabul eder ve çok merhametlidir).”
Bu iki ayette, zina edenler hakkında iki ceza vardır: Evlerde alıkoyma ve eziyet etme. Evlerde alıkoyma kadınlar için, eziyet de erkekler içindi. Daha sonra bu ayetlerdeki cezalar Abdullah b. Abbas’ın ifadesine göre Nur suresinin ikinci ayetiyle neshedilmiş, yani hükmü ortadan kaldırılmıştır. Ayette şöyle buyrulur:
الزَّانِيَةُ وَالزَّانِي فَاجْلِدُوا كُلَّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا مِئَةَ جَلْدَةٍ وَلاَ تَأْخُذْكُمْ بِهِمَا رَأْفَةٌ فِي دِينِ اللهِ إِنْ كُنْتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ وَلْيَشْهَدْ عَذَابَهُمَا طَائِفَةٌ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ
“İmdi, zina eden kadın ve erkeğin her birine yüz değnek vurun! Eğer Allah’a ve âhirete iman ediyorsanız, Allah’ın hükmünü uygulama işinde sakın acıma hissi sizi etkisi altına alıp da uygulamayı engellemesin! Hem onların bu cezalandırılmalarında müminlerden bir cemaat da bulunup şahid olsun!”
Bu ayetten sonra bekâr zinakârlara yüzer değnek vurulmuş, evlilere ise Peygamber Efendimizin (s.a.s) beyanı istikametinde recm cezası verilmiştir. Kur’an’ın açıklayıcısı olan Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, ayette açıkça belirtilmeyen evli-bekâr ayırımını bir hadisi şeriflerinde şöyle ortaya koymuşlardır:
خُذُوا عَنِّي خُذُوا عَنِّي قَدْ جَعَلَ اللَّهُ لَهُنَّ سَبِيلًا الثَّيِّبُ بِالثَّيِّبِ جَلْدُ مِائَةٍ وَرَمْيٌ بِالْحِجَارَةِ وَالْبِكْرُ بِالْبِكْرِ جَلْدُ مِائَةٍ وَنَفْيُ سَنَةٍ
“Hükmü benden alın. Allah onlar için bir yol açmıştır. Evlenmiş olan, evlenmiş olanla zina ederse cezası yüz değnek ve recmdir. Bekâr bekâr ile zina ederse cezası yüz değnek ve bir yıl sürgündür.”
Bu hadisi şerifte belirtilen “Allah onlar için bir yol açmıştır” ifadesi, Nisa Suresindeki “Allah onlara bir yol açıncaya kadar..” ifadesinin bir beyanı, açıklaması olmaktadır. Böylece, kime ne ceza uygulanacağı hadisi şerifle sabit olmuştur.
Bu hadisi şerif, aynı zamanda Nisa suresinin 15 ve 16. ayetlerini nesheden ikinci bir kaynaktır.
Recm ile alakalı diğer bazı hadisi şerifler şöyledir:
عَنْ جَابِرٍ أَنَّ رَجُلًا زَنَى بِامْرَأَةٍ فَأَمَرَ بِهِ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَجُلِدَ الْحَدَّ ثُمَّ أُخْبِرَ أَنَّهُ مُحْصَنٌ فَأَمَرَ بِهِ فَرُجِمَ
Hz. Câbir (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) zinâ yapmış olan bir kimse için celde ile cezanın tatbik edilmesini emretti. Sonra, onun muhsan (evli) olduğu bildirildi. Bu sefer recmedilmesini emretti ve o kimse recmedildi.”
عَنْ عِمْرَانَ بْنِ حُصَيْنٍ أَنَّ امْرَأَةً مِنْ جُهَيْنَةَ أَتَتْ نَبِيَّ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَهِيَ حُبْلَى مِنْ الزِّنَى فَقَالَتْ يَا نَبِيَّ اللَّهِ أَصَبْتُ حَدًّا فَأَقِمْهُ عَلَيَّ فَدَعَا نَبِيُّ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَلِيَّهَا فَقَالَ أَحْسِنْ إِلَيْهَا فَإِذَا وَضَعَتْ فَأْتِنِي بِهَا فَفَعَلَ فَأَمَرَ بِهَا نَبِيُّ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَشُكَّتْ عَلَيْهَا ثِيَابُهَا ثُمَّ أَمَرَ بِهَا فَرُجِمَتْ ثُمَّ صَلَّى عَلَيْهَا فَقَالَ لَهُ عُمَرُ تُصَلِّي عَلَيْهَا يَا نَبِيَّ اللَّهِ وَقَدْ زَنَتْ فَقَالَ لَقَدْ تَابَتْ تَوْبَةً لَوْ قُسِمَتْ بَيْنَ سَبْعِينَ مِنْ أَهْلِ الْمَدِينَةِ لَوَسِعَتْهُمْ وَهَلْ وَجَدْتَ تَوْبَةً أَفْضَلَ مِنْ أَنْ جَادَتْ بِنَفْسِهَا لِلَّهِ تَعَالَى
İmrân İbnu’l-Husayn (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a Cüheyneli, zinâdan hamile kalmış bir kadın geldi ve “Ey Allah’ın Resûlü! Ben bir hadd cürmü işledim, cezasını bana tatbik et” dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) da kadının velisini çağırıp: “Buna iyi muamelede bulunun. Çocuğu doğurunca kadını bana getirin!” buyurdu. Velisi öyle yaptı. (Doğumdan sonra gelince) Resûlullah kadının elbisesini üzerine bağlamalarını emretti. Sonra taşlamalarını söyledi ve taşlandı. Üzerine cenaze namazı kıldırdı. (Bunu gören) Hz. Ömer: “Bu zâniye kadına namaz mı kıldırıyorsun?” dedi. Aleyhissalatu vesselam Efendimiz: “Bu öyle bir tevbe yaptı ki, onun tevbesi Medine ahalisinden yetmiş kişiye taksim edilseydi onların hepsini rahmete bandırırdı. Sen Allah için canını vermekten daha efdâl bir amel biliyor musun?” diye cevap verdi.”
حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ بُرَيْدَةَ عَنْ أَبِيهِ أَنَّ مَاعِزَ بْنَ مَالِكٍ الْأَسْلَمِيَّ أَتَى رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَالَ يَا رَسُولَ اللَّهِ إِنِّي قَدْ ظَلَمْتُ نَفْسِي وَزَنَيْتُ وَإِنِّي أُرِيدُ أَنْ تُطَهِّرَنِي فَرَدَّهُ فَلَمَّا كَانَ مِنْ الْغَدِ أَتَاهُ فَقَالَ يَا رَسُولَ اللَّهِ إِنِّي قَدْ زَنَيْتُ فَرَدَّهُ الثَّانِيَةَ فَأَرْسَلَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِلَى قَوْمِهِ فَقَالَ أَتَعْلَمُونَ بِعَقْلِهِ بَأْسًا تُنْكِرُونَ مِنْهُ شَيْئًا فَقَالُوا مَا نَعْلَمُهُ إِلَّا وَفِيَّ الْعَقْلِ مِنْ صَالِحِينَا فِيمَا نُرَى فَأَتَاهُ الثَّالِثَةَ فَأَرْسَلَ إِلَيْهِمْ أَيْضًا فَسَأَلَ عَنْهُ فَأَخْبَرُوهُ أَنَّهُ لَا بَأْسَ بِهِ وَلَا بِعَقْلِهِ فَلَمَّا كَانَ الرَّابِعَةَ حَفَرَ لَهُ حُفْرَةً ثُمَّ أَمَرَ بِهِ فَرُجِمَ فَرَجَمُوهَا فَيُقْبِلُ خَالِدُ بْنُ الْوَلِيدِ بِحَجَرٍ فَرَمَى رَأْسَهَا فَتَنَضَّحَ الدَّمُ عَلَى وَجْهِ خَالِدٍ فَسَبَّهَا فَسَمِعَ نَبِيُّ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ سَبَّهُ إِيَّاهَا فَقَالَ مَهْلًا يَا خَالِدُ فَوَالَّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ لَقَدْ تَابَتْ تَوْبَةً لَوْ تَابَهَا صَاحِبُ مَكْسٍ لَغُفِرَ لَهُ ثُمَّ أَمَرَ بِهَا فَصَلَّى عَلَيْهَا وَدُفِنَتْ
Hz. Büreyde (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissâlatu vesselâm)’a, Mâiz İbnu Mâlik el-Eslemî (radıyallâhu anh) gelerek: “Ey Allah’ın Resûlü, ben nefsime zulmettim, zinâ fazihasını işledim, beni temizlemeni istiyorum” dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) onu reddetti (geri çevirip meselenin üzerine gitmedi). Ancak Mâiz ertesi gün tekrar geldi. Yine: “Ey Allah’ın Resûlü, ben zinâ fazihasını irtikab ettim!” diye ikinci sefer itirafta bulundu. Adamı ikinci sefer geri çeviren Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) adamın kavmine birisini yollayarak: “Onun aklında bir noksanlık biliyor musunuz, normal bulmadığınız bir davranışına rastladınız mı?” diye tahkik ettirdi. Ancak hep beraber: “Biz onu gördüğümüz kadarıyla, aramızdaki sâlih kişilere denk akıl (ve feraset) sahibi biliyoruz” dediler. Mâiz üçüncü sefer müracaatta bulundu. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) onlara yine birini göndererek adam hakkında sordurdu. Yine ne kendinde, ne aklında bir kusur olmadığını söylediler. Adam dördüncü sefer müracaat edince, ona bir çukur kazdırdı. Taşlanmasını emretti ve taşlandı.
Recm hakkında daha pek çok rivayet vardır. Recm hadisesini rivayet eden sahabilerin sayısı 30’u geçmektedir. Bunlar arasında Abdullah b. Abbas, Ebu Hureyre, Cabir b. Abdullah, Ebu Said el Hudri (radıyallahu anhüm) gibi hadis rivayetinde önde gelen sahabiler de vardır.
Allah Resulü (aleyhissalatü vesselam), recmi hem sözleriyle emretmiş hem de kendisi bizzat uygulamıştır. Hadis kaynaklarında zikredilen ve “Recmü’s seyyib= Evli zinakarın recmedilmesi” “Babün fi’r recm = Recm konusunda” gibi başlıklar altında anlatılan Peygamber Efendimiz’in (s.a.s) uyguladığı 4–5 kadar recm hadisesi vardır. Buradan da anlaşılmaktadır ki Efendimiz, sözlerini uygulamalarıyla teyid etmiş ve recmin İslam Ceza Hukuku’nun uyguladığı cezalardan biri olduğu hakikatini ortaya koymuştur. Evet, recm, Efendimizin söz ve uygulamalarıyla manen tevatür derecesinde sabit olmuş bir cezadır. Bazı kaynaklarda manevi mütevatir yerine meşhur denilir ki, en azından meşhur derecede rivayet edilmiş ve ümmetin kabulü olmuş bir mesele inkâr edilemez.
Daha sonra dört halife tarafından da bu ceza uygulanmıştır.
Hazreti Ömer, recmi uygulamayı anlattığı bir konuşmasında şöyle demiştir:
رَجَمَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَرَجَمَ أَبُو بَكْرٍ وَرَجَمْتُ وَلَوْلَا أَنِّي أَكْرَهُ أَنْ أَزِيدَ فِي كِتَابِ اللَّهِ لَكَتَبْتُهُ فِي الْمُصْحَفِ فَإِنِّي قَدْ خَشِيتُ أَنْ تَجِيءَ أَقْوَامٌ فَلَا يَجِدُونَهُ فِي كِتَابِ اللَّهِ فَيَكْفُرُونَ بِهِ“Allah Resulü recmetti, Ebu Bekir (r.a) recmetti ben de recmettim. Allah’ın kitabına ziyade yapmış olmaktan korkmasaydım, recm ile alakalı ayeti Mushaf-ı Şerife yazardım. Çünkü bir zaman gelip bazı insanların kalkıp biz recmi kitapta göremiyoruz deyip onu inkâr etmelerinden korkuyorum.” (Tirmizi, Hudud 7)
Tirmizi, bu hadise sahih diyor ve Hazreti Ömer’den bu rivayetin başka bir şeklinin de rivayet edildiğini bildiriyor.
Hazreti Osman ve Hazreti Ali’nin recmettiklerine dair haberler de mevcuttur. Hazreti Osman (r.a) döneminde yaşanan bir hadise şöyledir: Bir kadın evlendikten altı ay sonra doğum yaptı. Hazreti Osman, kadının zina ettiğini düşünerek recmedilmesine karar verdi. Hazreti Ali (r.a), müdahale ederek, Kur’an’da hamilelik ve emzirmenin toplam 30 ay, süt emzirmenin ise iki yıl olarak beyan edildiğini, 30 aydan 24 ay çıktığında 6 ay kaldığını dolayısıyla bir hamileliğin en az süresinin 6 ay olduğunu açıkladı ve kadının recm edilmemesi gerektiğine hükmetti. Hazreti Osman, Hazreti Ali’yi haklı bularak cezanın uygulanmaması için adam gönderdi. Fakat kadın o zamana kadar recmedilmişti.
Hazreti Ali (r.a), kendi döneminde bir kadına önce celde vurmuş daha sonra da recmetmiş ve demiştir ki, “Allah’ın kitabına göre celde vurdum, Allah Resulü’nün sünnetine göre de recmettim”. Hazreti Ali efendimiz, bu uygulamasında Ubade b. Samit’ten gelen şu rivayeti esas almıştır. Efendimiz buyurmuşlar ki:
اَلثَِّيبُ بِالثَّيِّبِ جَلْدُ مِائَةٍ وَالرَّجْمُ وَالْبِكْرُ بِالْبِكْرِ جَلْدُ مِائَةٍ وَالنَّفْىُ
“Dul dulla zinâ yaparsa yüz sopa ve recm, bekâr bekârla zinâ yaparsa yüz sopa ve sürgün cezası uygulanır.”
Fakat âlimlerimizin çoğunluğu, diğer rivayetleri de göz önünde bulundurarak, zina eden evli kişiye celde vurulmadan recmedilmesinde ittifak etmişlerdir.
Görüldüğü gibi, recm, Kur’an’da açıkça zikredilmemekle beraber, hem Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem hem de dört halife zamanında uygulanmış ve bu konuda sahabe arasında icma oluşmuş olup itiraz eden çıkmamıştır. Evet, recm cezası, sünnet ve sahabenin icmaı ile sabittir.
Recmin İslam’da olmadığını söyleyenlerin iddiaları ve bu iddialara cevaplar
Recm cezasına itiraz edenler sadece bir kısım Haricîlerle bazı Mutezilîler ve onların bugünkü takipçileri olmuştur/olmaktadır. Şimdi onların itiraz noktalarına temas edelim.
Recmin Kur’an’da olmadığı meselesi
Hariciler ve onların fikirlerini savunanlar, Kur’an’da yok diye recmi inkâr ediyorlar. Evet, recm Kur’an’da zikredilmemektedir ancak biz Kur’an’da açıktan zikredilmeyen pek çok şeyi kabul ediyoruz. Namazın rekâtlarından, zekâtın şartlarına oradan da alışverişin hükümlerine kadar çok sayıda hükmü Kur’an’da bulamadığımız halde uyguluyor ve yaşamaya çalışıyoruz.
Burada en büyük kaynağımız sünnet-i seniyyedir. Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) Kur’an’ın açıklayıcısı ve temsilcisidir. Açıkladığı ve temsil ettiği her şeyi biz, Kur’an’ın gölgesinde yaşanmış bir hayat olarak kabul eder ve alırız. Ayrıca Kur’an, Efendimiz’e (aleyhissalatü vesselam) hüküm koyma yetkisi de vermiştir. Recm de Efendimiz’in uyguladığı ve fakat Kur’an’da açıktan bulamadığımız hususlardandır. Nitekim bir hadisi şerifte Hazreti Ömer bir zamanlar bazılarının çıkıp recmi biz Kur’an’da göremiyoruz deyip inkâr edeceklerini haber verir ve recmin önceden Kur’an’da lafzen olduğunu, daha sonra lafzının neshedilip hükmünün baki kaldığını, Efendimiz döneminde de Hazreti Ebu Bekir döneminde de recmin uygulandığını, dolayısıyla kendisinin de uygulayacağını söyler.
Burada önemli olan husus Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in recmi uyguladığına dair rivayetlerin bize aktarılış şekli ve kuvvetidir. Bu da hadisi şeriflerin çeşitleri ve dereceleriyle alakalıdır. Hariciler, recm ile alakalı hadislerin derecesini ahad kabul ederek, bunların Kur’an’ı tahsis veya nesh edemeyeceğini belirtmiş ve recmi inkâr etmişlerdir. Şimdi bu meseleyi değerlendirelim:
Recmi bildiren hadislerin haber-i âhad olduğu iddiası
Ahad haber, ravi sayısı açısından mütevatir haber seviyesine çıkamayan hadisleri ifade eder. Ravi sayısı, bir olabileceği gibi, iki, üç ve daha yukarısı da olabilir. Ancak derece bakımından tevatüre ulaşmaz. Sünnet-i seniyyenin büyük çoğunluğu ahad haber yoluyla rivayet edilmiştir. Ahad haber (haber-i vahid) yakîn ifade etmediği, içinde zan barındırdığı için itikadî meselelerin ana unsurlarında mesned kabul edilmez ancak hem itikadî meselelerin tafsilatında, hem de amelî ve ictihadî meselelerde müracaat edilecek bir kaynak olduğu konusunda Sahabe, tabiîn ve daha sonraki imamlar arasında ittifak vardır. Bu konuda Ehl-i Sünnet, Şia, Hariciler ve Kaderiyye gibi fırkaların her biri kendi ölçüleri içinde icma etmişlerdir. Sadece sahabeden bir asır kadar sonra mutezile tarafından bu icma delinmiştir. Onların bu tavrı, elbette ahad haberin hükümlere kaynak teşkil etmesine mani değildir.
Ahad haberin çeşitleri vardır: Bir ravi tarafından rivayet edilenine haber-i vahid, iki ravi tarafından rivayet edilenine aziz, ikiden fazla ravi rivayet etmişse meşhur hadis denilir. Meşhur hadisle sabit olmuş hüküm mütevatir haber gibi yakîn hâsıl etmese de yakîne yakın bir kesinliktedir ve aynen mütevatir haber gibi Kur’an’ın umûmî hükümlerini tahsis eder, mutlak beyanları kayıt altına alabilir.
Recm ile alakalı hadisler, ahad haberle gelmiş görünüyorsa da netice itibariyle meşhur olmuş bir haberdir ve manevi mütevatir derecesindedir. Hatta Razi, recm haberlerine doğrudan tevatür demektedir. Velev ki, mütevatir olmasa bile netice itibariyle meşhur ya da manevi mütevatir olan bir haberin Kur’an’ı tahsis ya da nesh etmesi ise caizdir.
Yarısı, iki katı meselesi
Nisa suresi 25. ayette şöyle buyrulmaktadır:
وَمَنْ لَمْ يَسْتَطِعْ مِنْكُمْ طَوْلاً أَنْ يَنْكِحَ الْمُحْصَنَاتِ الْمُؤْمِنَاتِ فَمِنْ مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ مِنْ فَتَيَاتِكُمُ الْمُؤْمِنَاتِ وَاللَّهُ أَعْلَمُ بِإِيمَانِكُمْ بَعْضُكُمْ مِنْ بَعْضٍ فَانْكِحُوهُنَّ بِإِذْنِ أَهْلِهِنَّ وَآتُوهُنَّ أُجُورَهُنَّ بِالْمَعْرُوفِ مُحْصَنَاتٍ غَيْرَ مُسَافِحَاتٍ وَلاَ مُتَّخِذَاتِ أَخْدَانٍ فَإِذَا أُحْصِنَّ فَإِنْ أَتَيْنَ بِفَاحِشَةٍ فَعَلَيْهِنَّ نِصْفُ مَا عَلَى الْمُحْصَنَاتِ مِنَ الْعَذَابِ ذَلِكَ لِمَنْ خَشِيَ الْعَنَتَ مِنْكُمْ وَأَنْ تَصْبِرُوا خَيْرٌ لَكُمْ وَاللَّهُ غَفُورٌ رَحِيمٌ
“Sizden eşraftan olan hür mümin kadınlarla (muhsanât) evlenecek serveti bulunmayanlar, ellerinizin altında olan mümin cariyelerle evlenebilirler. Allah sizin kadr-u kıymetinizi imanınızla bilir. Zaten siz müminler hep aynı aileden sayılırsınız. Öyleyse, fuhuşta bulunmayarak, gizli dost da edinmeyerek, namuslu kadınlar olmak üzere onları, sahiplerinin izniyle nikâhlayın! Mehirlerini de güzellikle kendilerine verin!
Eğer evlendikten sonra zina yaparlarsa, onlara hür kadınlara ait cezanın yarısı uygulanır. Cariye ile evlenme, sizden sıkıntıya düşmekten (zinaya sapmaktan) korkanlar içindir, yoksa sabretmeniz sizin için daha hayırlıdır. Bununla beraber Allah gafurdur, rahîmdir (affı ve merhameti boldur).”
Haricîler bu ayette geçen الْعَذَابِ مِنَ فَإِذَا أُحْصِنَّ فَإِنْ أَتَيْنَ بِفَاحِشَةٍ فَعَلَيْهِنَّ نِصْفُ مَا عَلَى الْمُحْصَنَاتِ “Eğer evlendikten sonra zina yaparlarsa, onlara hür kadınlara ait cezanın yarısı uygulanır.” cümlesinden şu neticeye varmışlardır: “Bu ayette evli cariyelerin zina cezası, hür ve evli kadının zina cezasının yarısı deniliyor. Evli hür Müslüman kadınların zina cezası recm olduğunu düşünürsek, recmin yarısı nasıl olacak? Demek ki, hür evli kadınların zina cezası recm değil.”
Hâlbuki ayetteki “muhsanat” kelimesi, hür ve Müslüman olup hem evli kadınlar için kullanılıyor hem de bekâr kadınlar için kullanılıyor. Bunu mezkûr Nisa suresi 24 ve 25. ayetten anlıyoruz. 24. ayette geçen muhsanat kelimesi, evli kadınlar manasındadır. 25. ayette geçen “muhsanat” kelimesi ise, hür mümin kadınlar manasındadır. Burada evli olanlar manasında kullanılmamıştır. Zaten böyle bir şey de düşünülemez. Zira evli bir kadınla evlenilmez.
Bu durumda, evli cariyelerin cezasını, 24. ayetin başındaki muhsanat=evli olanlara göre değil de 25. ayette geçen muhsanat= hür olanlara göre düşünmeli ve hür bir bekâr kadının zina cezasının yarısı olan 50 celdeye hükmedilmelidir. Zira birkaç manaya gelen bir kelimenin manalarından birini tercih (tevil) imkânı varken, o kelimeyle alakalı tevatür derecesindeki bir hükmü (recmi) ortadan kaldırmaya kalkmak, kolaya kaçmak ve usulsüzlük olur.
Bir hükmün birkaç manaya taalluku varsa, manalardan birinin geçtiği yerde hüküm ona göre sabit olur. Evet, evli bir cariyenin zina cezası, evli hür kadının cezasının yarısı olamaz. Çünkü recmin yarısı yoktur. O halde buradaki yarısı ifadesi recmin değil hür bekâr kadına verilen ceza olan celdin yarısıdır ki o da elli sopadır.
Zina eden evli cariyenin cezasının 50 celde olacağı hem hadisi şeriflerde beyan edilmiş, hem sahabe tarafından uygulanmış hem de ümmetin âlimleri tarafından ittifakla kabul edilmiştir. Bu hükme sahabeden karşı çıkan olmamıştır. İbni Mesud’a (r.a) evli bir cariyenin zina cezası sorulduğunda 50 celde demiş ve Nisa 25. ayetteki beyanı 50 celde olarak tefsir etmiştir.
Ahzab suresinin 30. ayetinde geçen ve Peygamber hanımlarına hitaben beyan buyrulan iki kat ceza da aynı çerçevede değerlendirilmelidir. Hâşâ onlardan öyle çirkin bir günah sadır olmamıştır ama peygamber hanımı ve müminlere örneklik makamında bulunmalarından dolayı, işleyecekleri günahın cezasının diğer kadınlara nisbeten iki kat olacağı tembihinde bulunulmuştur. Çünkü ceza, imkânlarla doğru orantılıdır. Efendimizin hanımları hakkındaki bu ayet, aynı zamanda onların sahip oldukları şerefi nazara vermekte ve adeta denilmektedir ki; bulunduğunuz makam çok büyüktür, bu büyüklüğe layık hassasiyette yaşamanız gerekir.
Nur Suresi 2. ayetten sonra recm uygulanmadı söylentisi
Haricîlerin iddialarından birisi de, Peygamberimizin uyguladığı recm cezalarının, Nur Suresinin 2. ayeti inmeden önce olmasıdır. Onlara göre bütün recm uygulamaları, Nur suresi 2. ayetiyle neshedilmiştir. Hâlbuki vakıa bunun tam tersidir. Rivayetlerin pek çoğu Nur suresinin 2. ayetinin inmesinden sonra meydana gelmiştir. Özellikle Maiz kıssası bunun en önemli delilidir. Nur suresi, ifk hadisesi esnasında inmiştir. İfk hadisesi hakkında üç farklı tarih tespit edilmiştir. Hicretin 4, 5 ve 6. senelerinde vuku bulmuştur denilmektedir. En son tarih hicretin 6. senesidir. Hâlbuki Maiz’e verilen ceza hicretin 6. senesinden sonra gerçekleşmiştir. Çünkü hadiseyi görüp bize anlatan Hazreti Ebu Hureyre, Medine’ye hicretin yedinci senesinde gelmiştir. Yine aynı kıssayı anlatan Hazreti İbni Abbas ise, Medine’ye annesiyle beraber hicretin 9. senesinde gelmiştir.
Bu meselede diğer bir delil de, Gamidiyeli kadının recm cezası uygulanırken Hazreti Halid b. Velid’in de hazır bulunması, kadına taş atması, yüzüne sıçrayan kandan dolayı kadın hakkında ağır söz söylemesi, Efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) de onu sakinleştirmesidir. Hâlbuki Nur suresi 2. ayet, en müsamahalı ihtimalle hicretin 6. senesinde inmiş, Halid b. Velid ise hicretin sekizinci senesinde İslam’la müşerref olmuştur.
Recmin tazir cezası olarak uygulandığı iddiası
Sahabe dönemindeki recm cezalarının birer tazirden ibaret olduğunu söyleyenler de vardır. Hâlbuki dört halifenin hepsinin de bir tazir cezası olarak recmi seçmeleri düşünülemez. Zira recm, isbatı zor ve ağır bir cezadır. Bunun yerine daha yumuşak, hayatta kalmalarını sağlayıcı bir cezayı seçerlerdi. En azından bekârlara verilen sopa cezasını tercih ederlerdi. Çünkü zinanın ispatının zorluğunu ve bu konuda Allah Resulü’nün müsamahakâr tavrını göz önüne alarak, kolay kolay recme teşebbüs etmezlerdi/edemezlerdi. Dolayısıyla böyle bir iddia çok makul görülmemektedir.
Recm ayetlerinin daha önce Kur’an’da bulunduğunu kabullenememeleri
Recmi kabul etmeyenler, recm ile alakalı daha önce Kur’an’da zikredilen ayetin varlığını ve sonradan lâfzen neshedilip hükmen baki kaldığını kabul etmiyorlar. Hâlbuki bu konuda gelen rivayetler tevatür derecesindedir. Rivayet şöyledir:
عن ابن عباس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما قال: سَمِعْتُ عُمَرَ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ يَخْطُبُ وَيَقُولُ: إنَّ اللّهَ تَعالى بَعَثَ مُحَمّداً بِالْحَقِّ، وَأنْزَلَ عَلَيْهِ الْكِتَابَ، فَكَانَ مِمَّا أنْزَلَ عَلَيْهِ آيََةَ الرَّجْمِ، فَقََرَأنَاهَا وَوَعَيْنَاهَا، وَرَجَمَ رسول اللّهِ ورَجَمْنَا بَعْدَهُ، وَأخْشى إنْ طَالَ بِالنَّاسِ زمَنٌ أنْ يَقولَ قَائلٌ مَا نَجِدُ الرَّجْمَ في كِتَابِ اللّهِ تَعَالى فَيَضِلُّوا بِتَرْكِ فَرِيضَةٍ أنْزَلَهَا اللّهُ تَعالى في كِتَابِهِ، فإنَّ الرَّجْمَ في كِتَابِ اللّهِ حَقٌّ عَلى مَنْ زَنى إذَا أحْصَنَ مِنَ الرِّجَالِ وَالنِّسَاءِ قَامَتِ الْبَيِّنَةُ، أوْ كَانَ حَمْلٌ، أوِ اعْتِرَافٌ وَاللّهِ لَوَْ أنْ يَقُولَ النَّاسُ: زَادَ في كِتَابِ اللّهِ تَعالى لَكَتَبْتُهَا. أخرجه الستة.İbni Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: “Hz. Ömer’i (radıyallahu anh) hutbe verirken dinledim. Şöyle demişti:
“Allah Teâla hazretleri Muhammed’i (aleyhissalâtu vesselâm) hak (din ile) gönderdi ve O’na Kitab’ı indirdi. Bu indirilenler arasında recm âyeti de vardı! Biz bu âyeti okuduk ve ezberledik. Ayrıca, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) zinâ yapana recm cezasını tatbik etti, ondan sonra da biz tatbik ettik. Ben şu endişeyi taşıyorum: Aradan uzun zaman geçince, bazıları çıkıp: “Biz Kitabullah’da recm cezasını görmüyoruz (deyip inkâra sapabilecek ve) Allah’ın kitabında indirdiği bir farzı terk ederek dalâlete düşebilecektir. Bilesiniz, recm, kadın ve erkekten muhsan olanların zinâları, -delil, şahitlik veya itiraf yoluyla- sübût bulduğu takdirde, onlara tatbik edilmesi gereken Kitabullah’da mevcut bir haktır. Allah’a kasemle söylüyorum, eğer insanlar: “Ömer Allah Teâla’nın kitabına ilâvede bulundu” demeyecek olsalar, recm âyetini (Kitabullah’a) yazardım.”
Daha önce Kur’an’da lâfzen ve hükmen bulunup sonradan lafzı neshedilen ayetlere örnek, sadece recm ayeti değildir. Diğer bir örnek de on defa emme ile sütkardeş olma meselesidir.
Pek çok hadis imamının rivayet ettiği bu haberde Hazreti Ömer’e itiraz eden sahabi çıkmamıştır. Eğer böyle bir itiraz olsaydı, mutlaka bilinir ve nakledilirdi. Bu ayetin lafzının ve tilavetinin sonradan meşhur sünnetle ya da mütevatir sünnetle neshedildiğine, fakat hükmünün baki kaldığına dair ulema arasında icma vardır.
Sonuç
Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in söz ve fiillerinde yerini bulan, dört halife ve sahabe döneminde uygulanan daha sonra da ümmetin âlimleri tarafından ittifak ve icma ile kabul edilen recm cezasını inkâr etmeye yol görünmüyor. Öyleyse bunu inkâr edenlerin inkârlarının sebeplerini irdelemek gerekiyor. Anlayabildiğimiz kadarıyla bu sebeplerden;
Birincisi, böyle bir cezayı günümüzde uygulanamaz görmeleri. Her şeyden önce, bir hükmün bazı zamanlarda uygulanamaz/uygulanmaz olması, o hükmün inkârını gerektirmez. Böyle durumlarda, hükmün sabitliğini değil, uygulanamama sebeplerini tartışmak gerekir.
İkincisi, recmi inkâr edenlerin sadece Kur’an’ı ölçü almaları, Sünneti seniyyeyi, sahabe uygulamalarını, ümmetin âlimlerinin ittifakını kabul etmemeleri. Bu husus, zaten bazılarınca pek çok meselenin inkârının temelini oluşturmaktadır. Hâlbuki sünnet olmadan Kur’an, sahabe olmadan da sünnet anlaşılmaz. Bu konuda da yine ümmet ittifak etmiştir.
Üçüncüsü, recmi inkâr eden ya da kerih hatta vahşet gören batı karşısında takınılan aşağılık kompleksi ya da savunma refleksi. Özellikle günümüzde İran, Nijerya gibi bazı ülkelerde uygulanan ve belki de kasıtlı olarak medyada yer bulan bir iki recm hadisesi dolayısıyla yazılan makalelere baktığımızda bu kompleksi ya da refleksi bariz görmekteyiz. Mesela Nijerya’da 2004 yılında uygulanan recm cezasının akabinde yazılan yazılar, recme karşı olanların oluşturduğu mahalle baskısı altında yazılmışa benzemektedir.
Hâlbuki recm, makalenin başında da temas edildiği gibi, caydırıcılık yönü ağır basan, toplumu ve nesilleri korumaya yönelik, rast gele uygulanamayan, Maiz hadisesinde olduğu gibi uygulanmaması için şüphelere müracaat edilmesi bizzat Peygamberimiz tarafından teşvik edilen bir cezadır. Nitekim Rahmet peygamberi Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem bu konuda şöyle buyurmuştur: “Elden geldiğince, şüphelerle hadleri (cezaları) düşürün”
Dördüncüsü, recmedilen insana acıma bahanesi. Bazıları, bir insanın taşlanmasına, şefkat hislerinin müsaade edemeyeceğini savunurlar. Hâlbuki burada bir insan feda edilirken bir toplum kurtulmaktadır. Zira cezayı gören insanlar, kolay kolay bu suça teşebbüs edemeyeceklerdir. Bu da toplumun saadetini ve geleceğini korumaya yardım edecektir. Hem bu ceza dinin bir emridir. Dinin sahibi olan Allah, herkesten daha merhametlidir. Dinde böyle bir ceza konmuştur ki, bir insan yüzünden toplum bozulmasın ve topluma merhametsizlik olmasın. Zira bir insana acıyacağız diye toplumun saadetini, geleceğini, devamını tehlikeye atmak, daha büyük bir merhametsizliktir. Merhamet sahibinden daha fazla merhamet etmeye kalkışmak, büyük bir dengesizlik ve zulümdür. Nitekim, Nur Suresinin ikinci ayetinde cezaların uygulanmasında ortak ölçü olarak alınabilecek şekilde: “acımanız tutmasın” buyrulmaktadır.
Ayrıca recme sebep olan zina suçunun ispatı çok zordur; ya suçun sahibi şahıslar bizzat gelip yetikli mercie itiraf edecekler ya da olayı bizzat yakından görmüş dört tane şahit gerekecektir. Bu zorluğundan dolayıdır ki, hem Efendimiz zamanında hem de sonraki dönemlerde recm cezası çok az uygulanmıştır. Kendisine gelip dört defa suçunu itiraf eden Maiz’e, Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem çeşitli mazeretler ileri sürerek cezayı uygulamamaya çalışmış, sarhoşluk, delilik gibi şeylerin olup olmadığını sormuş, gidip tevbe etmesini, Allah’ın affedeceğini ifade etmiş, fakat Maiz’in vicdanî rahatsızlığının ifadesi olan ısrarları neticesinde ceza tatbik edilmiştir. Hatta cezanın uygulanması sırasında Maiz’in kaçmaya teşebbüs ettiği, Efendimiz’e anlatıldığında “Keşke bıraksaydınız” buyurmuştur. Zina eden bir kadın hakkında da Efendimiz, benzeri rahmet buudlu yaklaşımlarda bulunmuştur. Efendimizin bu yaklaşımlarından anlaşılmaktadır ki, recm cezası, ufak bir söylentiyle rast gele uygulanacak bir ceza değildir. Tespit şartları çok zordur.
Bu kadar zor şarlarda uygulanan ve uygulanmasında pek çok sebep ve hikmet bulunan bir cezadan dolayı İslam’ı dünyaya –hâşâ- vahşet dini olarak göstermek veya bu cezayı İslam’a yakıştıramamak, ya büyük bir yanılgıdır ya derin bir cehalettir ya da din düşmanlığının ifadesidir. Vakıa, zinanın suç olarak görülmediği, bilakis teşvik edildiği, hatta kanunlarla koruma altına alındığı bir dünyada elbette zinaya uygulanacak ceza da yadırganacaktır ve bu bahaneyle İslam’a saldırılacaktır. Fakat Müslüman ilim adamlarının, bu saldırılar karşısında suskun kalmamaları, aksine İslam’ı akıl, mantık, maslahat, hikmet, sosyolojik, psikolojik vs. bütün açılardan savunmaları ve anlatmaları gerekir.
Asrı saadette, iman, irfan, ahlak öyle perçinlenmişti ve toplum öyle yüksek bir ruha sahipti ki, bir insan büyük bir günah işlediğinde gelip kendisini Allah Resulünün önüne atıyor ve bana ne gerekiyorsa uygula diyordu. Sonunda ölüm de olsa, cezasına razı oluyordu. Toplumun, iman, ahlak noktasında oldukça zaafa uğradığı günümüzde elbette recmi anlamak ve kabullenmek kolay olmayacaktır. Öyleyse bu zamanda recmi gündeme getirip tartışmanın bir faydası yoktur. Fakat kasıtlı olarak gündeme getirenlere karşı da acziyet gösterilmemeli ve dinî değerlerin arkasında durulmalıdır. Evet, önemli olan bizim Müslümanlar olarak, her zaman ve her zeminde İslam’ın değerlerine sahip çıkmamız, çirkin gördüklerini çirkin, güzel gördüklerini güzel görmemiz ve hepsinin altında yatan maslahat ve hikmetleri aramamızdır.