Rüyalar, misal âleminden, kaderle alâkalı levhaların yazılıp-çizilip temâşâmıza sunulan yansımalarıdır. Gözler, bu âleme kapandığı an, öbür âlemde cereyan eden hâdiselere açılır. İşte rüyaların cereyan ettiği bu âleme, mânâ âlemi de denebilir.
Mânâ âleminde, her şey farklılık arz edebilir. Orada bazı hâdiseler, çok net olarak ifade edilirken, bazıları da çeşitli sembollerle sunulur ve yoruma açık bulunurlar. Meselâ, bazı kimseler, daha sonra kazanacakları bir başarıyı, çok öncesinden rüyalarında görebilmekte ve gireceği imtihan sorularını bütün ayrıntılarıyla müşahede edebilmektedirler. Buna karşılık Yusuf sûresinde bildirildiği üzere, semiz ineklerin, olgun başakların, bine-berekete; cılız ineklerle kuru başakların da kıtlığa delâlet etmesi gibi bazı rüyalarda sembollerle ifade edilmiş olup, yoruma açık bırakılmışlardır. Bütün bunlar, metafizik bir dünyaya inancımız gereği bizim için problem değildir. Bunlar, mânâ âlemine kapalı olanların, bulunduğumuz şehadet âleminden başka âlemlere inanmayanların problemleridir.
Rüya hakikatlerine dair günümüze kadar birçok eser yazılmıştır. Efendimiz’in hadislerinden mülhem yazılan bu eserlerde, rüya hakkında yeteri kadar açıklamaların yapıldığı kanaatindeyim.
Ne var ki rüyalar, Kur’ân ve Sünnet gibi üzerine hüküm bina edilecek bir esas olmadıkları için, onların ahkamda esas kabul edilmeleri de doğru değildir. Sadece şahıslar, rüyadan aldıkları hakikatlerin meşruluğu derecesinde, onları kendi hayatlarında uygulayabilirler. Bunda da bir günah ve sorumluluk yoktur. Fakat insan, bunlarla başkalarını ilzam etmeye kalkışmamalıdır.
Kaynak: Fasıldan Fasıla 4, “Rüya Hakikati”