Keramet, Allah’ın herhangi bir velinin eliyle yarattığı harikulade hâldir. Kerameti farklı açılardan üç ayrı kategoride mütalâa edebiliriz:
- Maddî keramet, velinin havada uçması, seccadesini suya serip namaz kılması, bast-ı zaman-tay-yı mekâna mazhar olması gibi harikuladelikler bu cümleden kerametlerdir.
- Ruhî keramet de diyebileceğimiz mânevî keramet ise, Hak dostunun oturuşu, kalkışı, konuşması, kısaca bütün hayatıyla âdeta Cenâb-ı Hakk’ın tanınıp bilinmesi için bir mir’ât-ı mücellâ olma hâlidir ki, insana daha eslem bir yolla bahşedilmiş ubudiyet eksenli bir keramettir.
- Bir de ilmî keramet vardır ki, o da, bilginin bilinmesi, değerlendirilmesi, değerlendirilip yararlı olması adına Cenâb-ı Hakk’ın bahşettiği keramettir. İmam-ı Gazali, İmam-ı Rabbani, Mevlâna Halid, Şah Veliyyullah Dehlevî, Bediüzzaman gibi âlimler bu keramete mazhardırlar. Allah onlara öyle bir keramet-i ilmiye nasip etmiştir ki, ilkler diye ifadelendirdiğimiz Hz. Ebû Bekir’ler, Ömer’ler, Osman’lar, Ali’lerin hakikî varisleri sayılırlar. Evet, aynen onlar gibi olamazlar; çünkü onların durumları özeldir. Hususî bir rahle-i tedristen ders almış ve vahyin nüzulüne bizzat şahit olmuşlardır. Onların o saf ve temiz ruhları, başka akımların tesirinde kalmadığı için, Efendimiz (s.a.s)’i arızasız temsil etmeleri, onlarda bir keramet şeklinde tecelli etmiştir. Onların kafası naturalizm, sosyalizm, liberalizm, kapitalizm.. gibi hiçbir felsefî cereyanla malul olmamıştır. Ve dolayısıyla dimağları âdeta bir reşha gibidir. İçlerine akan hakikatler, kendi hususiyetlerini korur ve olduğu gibi onlarda tecelli edebilir ve etmiştir de. Onun için biz buna keramet-i ilmiye diyoruz ki bu da bütün kerametlerin en büyük olanıdır.
Bir de herkes için bahis mevzu olabilecek hatta yukarıda sıraladığımız kerametlerin hepsinden daha büyük olan bir keramet vardır ki o da Cenâb-ı Hakk’a karşı arızasız kulluk yapmaktır.
Meselâ kırk sene hiç ara vermeden, hatta cemaati bile aksatmadan kâmil mânâda namaz kılmak, Allah’ın Şah-ı Geylanî’ye ihsan ettiği kerametlerden daha büyük bir kerametdir. Arızasız oruç tutmak, zekât vermek, -farz ise- hacca gitmek, Allah’ın öyle büyük bir ikramıdır ki bazı büyük veliler bile buna mazhar olamamışlardır.
Onun için kâmil veliler, daha ziyade arızasız kulluk sergilemeye çalışmışlar ve harikulade hâllere talip olmak şöyle dursun, kendilerinden böyle bir hâl sadır olduğu zaman, onu bir namus telâkki edip başkalarının bilmesini dahi istememişlerdir. Gerçek veliler arasında bu hâl “Keramet, erkeklerin hayzıdır.” şeklinde ifade edilir. Keramete mazhar olup onu bilerek açığa vuran veli, Allah ile arasında olan sırrı, dolayısıyla da kurbeti kaybetmiş demektir. Onun için Allah dostları, bu türlü davranışlardan hep sakınmışlar ve Allah’la aralarındaki bu yakınlığı kaybetmekten korkmuşlardır.
Hâsılı, hâlis ubudiyetin yolu, bu dünyada birtakım harikuladeliklere mazhar olunsa bile bunu bir aybaşı hâli telâkki ederek, bir an evvel bunlardan sıyrılıp sadece Allah’la meşgul olmaktır. Kerameti arzu etmek ve beklemek, olmuş bazı şeyleri başkalarına kerametvâri anlatmak, meşgul olunması gerekli olan büyük hakikatleri bırakıp Allah’ın imtihan için verdiği çok küçük ve değersiz şeylerle meşgul olmak demektir.
Kaynak: Fasıldan Fasıla 4, “Keramet”