Şefaat, kelime olarak yardım etmek, yardım dilemek, vesile olmak manalarına gelir. Dinimizde şefaat dendiğinde ise, daha ziyade, mahşerde kurtulmak için çırpınan inananlardan izin verilenlere, yine izin verilenler tarafından yapılacak yardım, vesilelik ve aracılık akla gelir. Bu vesilelerin neler ve kimler olacağı konusunda Kur’an ve Sünnet’e baktığımızda çok geniş bir yelpaze buluruz: Peygamberimiz başta olmak üzere, Kur’an, Kur’an’dan bazı sureler, melekler, şehitler, çocuklar, veliler, âlimler, hafızlar, bazı ameller ve Allah’ın izin verdiği daha başka şeyler. Bütün bu şefaat edeceklerin başında tabii ki, şefaat-i uzmâ=en büyük şefaat sahibi Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem gelir.
Şefaat haktır ve hak olduğuna inananlar şefaate nail olurlar. Ahirete ait haller, buradaki iman ve amellere göre şekilleneceğine göre, burada şefaate inanmayan ötede şefaate nail olamayacaktır. Zira orada kişiye inandığı şekilde muamele edilecektir.
Şefaatin hak olduğu, ayet ve hadislerde sabit olmakla beraber, bu husus aynı zamanda insan yapısının bir neticesidir. Zira insan, dünyevî işlerinde bile aracılara başvurur, bir vesile edinmeye çalışır. İnsanın aracıya, vesileye en fazla muhtaç olacağı yer hiç şüphesiz, ebedî hayatının gidişatını öğreneceği mahşer meydanıdır. Orada, insan sıkışacak, bunalacak, terleyecek, korkudan tir tir titreyecek, eşinden dostundan meded isteyecek ve kendisine uzanacak bir el arayacak. İşte onun bu halini bilen Yüce Yaratıcı, kulunun yardımına yetişecek yardımcılar, kendi huzurunda hatırı yüksek, kadri yüce vesileler yaratmış, yarattığı bu vesilelere şefaat etme hakkı vermiştir/verecektir. Böylece, sonsuz rahmetinin bir tecellisini de bu şekilde bizlere göstermiştir/gösterecektir. Şefaat hakkını da, şefaatin neticesini de Allah verdikten, şefaat edeceklere ve edileceklere Allah müsaade ettikten sonra artık bu konuda itiraz etmeye, şüphelenmeye ve hele hele “Allah’ın önünde torpil geçmez” demeye kimsenin hakkı yoktur.
Kur’ân’a baktığımızda, şefaatle alakalı pek çok ayet vardır. Bu ayetlerden bazıları umumi manada şefaatin olmayacağını beyan eder. Fakat dikkatle bakıp ayetin öncesini sonrasını değerlendirdiğimizde, gerçekleşmeyecek olan şefaatin müşriklerle, kâfirlerle alakalı olduğunu görürüz. Ayrıca Kur’an’ın geneline baktığımızda bu ayetlerdeki umumî hükmün diğer bazı ayetlerle tahsis edildiğine, yani bazı şart ve durumlarda şefaatin gerçekleşeceği hükmünün verildiğine şahit oluruz.
Şimdi bu konuda bazı ayetleri örnek verelim: Bakara sure-i celîlesinin 48 ve 123. ayetlerinin beyanları birbirine çok yakındır ve şefaatin kabul edilmeyeceğini beyan eder. Dikkat çekicidir ki, bu iki ayetten önceki ayetlerin ikisinde de yani 47 ile 122. ayetlerde, İsrailoğullarına hitab edilmekte ve onlara verilen nimetler nazara verilerek düşünmeleri istenmektedir. İsrailoğullarının genel düşüncesine baktığımızda onların, babalarının, dedelerinin ve peygamberlerinin her halükârda kendilerine şefaat edeceklerine inandıklarını fakat bu şefaate nail olma gayreti içinde bulunmadıklarını görürüz. İşte Cenab-ı Hak, onların bu çarpık düşüncelerini düzeltmek ve kendilerini ciddi sarsmak için mahşer gününde kimsenin kimseye fayda vermeyeceğini beyan buyurmaktadır.
Gerçi, karşılıklı hiçbir faydalanmanın olmadığını beyan eden ayetlerden birinde hitap müminleredir (Bakara Suresi, 2/254) fakat hemen arkasından gelen ayete’l kürside, şefaatin Allah’ın iznine bağlı olduğu beyan edilmektedir. Evet, Allah’ın izni ve rızası çerçevesinde şefaatin gerçekleşeceğine dair olan pek çok ayet hem şefaatin hak olduğunu bildirmekte hem de önceki ayetlerin umumi ifadelerini tahsis etmektedir. Bazı örnekler verelim: Az önce zikrettiğimiz meşhur ayete’l kürsî de Allah şöyle buyurur:
“İzni olmadan huzurunda şefaat etmek kimin haddine?” (Bakara Suresi, 2/255).
Kendisinden izin çıkmadıkça, O’nun katında hiçbir şefaatçi iş bitiremez. (Yunus Suresi, 10/3).
Rahman’ın huzurunda, söz almış olanlar dışında hiç kimse şefaat edemeyecek. (Meryem Suresi, 19/87).
“O gün, Rahman’ın şefaat izni verip sözünden razı olduğu kimselerden başkasının şefaati fayda vermez.” (Tâhâ Suresi, 20/109).
“Onlar, (melekler) sadece O’nun razı olduğu kimse hakkında şefaat ederler.” (Enbiya Suresi, 21/28).
Hadisi şeriflerde şefaat meselesine baktığımızda ise, Efendimiz aleyhissalatü vesselam’ın şefaati çok geniş çerçeveli ele aldığını görürüz. En başta O’nun şefaat-i uzma, yani en büyük şefaat sahibi olduğunu hatırlamak gerekir. Bir hadislerinde şöyle buyururlar:
“Kıyamet günü geldi mi, ben peygamberlerin imamı, hatibi ve (onlar arasında) şefaat (etmeye yetki) sahibi olacağım. Bunda övünme yok.” (Tirmizi, Menakıb 3)
Bir diğer hadiste ise Hz. Ebu Hureyre (radıyallahu anh) şöyle rivayet ediyor: Allah Resulü sallallahu aleyhi ve selem buyurdular ki:
Her peygamberin, Allah’ın kabul edeceği bir duası vardır. Her peygamber o duayı yapmada acele etti. Ben ise bu duamı kıyamet gününde, ümmetime şefaat olarak kullanmak üzere sakladım. Ona inşaallah, ümmetimin şirk koşmadan ölenleri nail olacaktır. (Buhârî, Daavât 1)
Evet, bu dua şefaat olarak tecelli edecektir ve inşallah Allah bu konuda onu mahcub ve mahzun etmeyecektir. Duha suresindeki “Rabbin sana verecek ve sen razı olacaksın” ayetini hemen bütün müfessirlerimiz şefaat şeklinde anlamışlardır. Efendimiz sallallahu aleyhi veselllem Allah’tan hep ümmetini dilemiş, ötede de hep ümmetini dileyeceğini beyan etmiştir. Öyleyse istediği şey hep ümmetinin selametidir ve Allah onu bu konuda razı edecektir. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in ümmetinin hepsi cennete girmedikçe razı olmayacağı ise malumdur. Çünkü o, Kur’an’ın ifadesiyle ümmetine çok düşkündür. (Tevbe Suresi, 9/128)
Efendimiz’in ümmetinin büyük günah işleyenlerine yapacağı şefaate dair sözü ise bu konuda en çok duyduğumuz rivayettir: Şöyle buyururlar:
Benim şefaatim, ümmetimden büyük günah işleyenleredir. (Ebû Dâvûd, Sünnet 23)
Bu hadisi şerifi her ne kadar, “Efendimiz büyük günahlar işleyenlere şefaat edecek, küçük günah işleyenlere de âlimler, şehitler, hafızlar, küçük çocuklar ve bütün müminler şefaatçi olacak” şeklinde anlayabilsek de, “Efendimiz büyük günah işleyenlere şefaat edecekse küçük günahlar işleyenlere hayli hayli şefaat edecektir” şeklinde anlamakta da bir mahzur olmasa gerek. Zira Efendimiz’in himmeti büyüktür. Bütün ümmeti cennete girmedikçe rahat edemeyecektir.
Efendimizin, kimlerin şefaat edeceğine ve kimlere şefaat edileceğine dair çeşitli beyanları vardır. Mesela bir hadislerinde:
“Kur’an-ı Kerim’de otuz ayetlik (şanı yüce) bir sure vardır. Bu sure kendisini okuyan kimseye kıyamet günü şefaat eder ve Allah’ın onu affetmesini sağlar. Bu sure Tebarekellezi bi-Yedihi’l’ Mülk’dür” buyurmuştur. Ebu Davud’daki rivayette: “Okumak suretiyle arkadaşlığını kazanan kimseye sure şefaat eder” denilmiştir. (Ebu Davud, Salât 327)
Yapılan güzel bir amelin şefaat edeceğine dair Efendimiz aleyhissalatü vesselam şöyle buyururlar:
“Şefaatim, ümmetimden büyük günah işleyenler içindir. Bir adamın ateşe atılması için emir verilir. Giderken, (dünyada) susadığı zaman su vermiş olduğu adama rastlar, onu tanır ve ona: “Benim için şefaat etmeyecek misin?” der. Adam: “Sen de kimsin?” diye sorunca: “Ben sana falan gün su içirmedim mi?” der. Öbürü bunu tanır ve (Allah nezdinde) onun lehinde şefaatte bulunur. Adam da böylece geri çevrilir ve cennete gider.” (Tirmizî, Kıyamet 11)
Ebu Saîd el Hudrî hazretlerinin rivayet ettiği bir hadisi şerifte cennete giren bütün müminlerin, cehenneme girenleri çıkarmak için şefaatçi olacakları bildirilmektedir. (Nesâî, İman 18)
İbni Mace’de geçen bir başka rivayette ise, “Kıyamet günü üç grup şefaat edecektir: Peygamberler, sonra âlimler, sonra şehitler” buyrulmuştur.
Diğer bir rivayet şöyledir: “Ümmetimden bazıları var; bir cemaate şefaat eder, bazıları var bir kabileye şefaat eder; bazıları var bir bölüğe şefaat eder; bazıları da tek bir ferde şefaat eder ve cennete girmelerini sağlar.” (Tirmizî, Kıyâmet 11)
Bu sadedde, Tirmizi’de geçen bir hadisi şerifte Hazreti Osman’la alakalı olarak Efendimiz şöyle buyurur: “Osman bin Affan, kıyamet gününde, Rabia ve Mudar kabileleri kadar insana şefaat eder”
Şehit hakkında “Ailesinden yetmiş kişiye şefaat eder” buyrulurken (Ebu Davud), hac vazifesini yerine getiren kişinin şefaat etmesiyle alakalı olarak da “Hacı, ehlinden, akrabalarından 400 kişiye şefaat edecektir.” denilir. (Kenzu’l Ummal, 11841)
Bu tür rivayetler çoktur. Hepsini buraya almamız mümkün olmadığından bir fikir vermesi açısından bu kadarlıkla yetiniyoruz.
Netice: Şefaat haktır. Eğer şefaat diye bir şey olmasaydı, olmayan bir şeyden bu kadar bahsetmenin bir manası olmazdı. Demek ki, şefaat vardır ve hakikattir. Bu hakikat pek çok ayet ve hadiste ifade edilmiş, kimlerin hangi şartlarda şefaat edeceğine, kimlere şefaat edileceğine dair yüzlerce hadis rivayet edilmiştir. Bu rivayetler sağlam ve temel olan hadis kaynaklarında yer almaktadır. Bu kadar rivayete ilave olarak bir de meseleyi insan psikolojisi açısından değerlendirip inancımızı kuvvetlendirmekte fayda vardır. Zira insan en çok sıkışacağı o kıyamet gününde, mutlaka kendisine yardım edecek birini arayacak, bir ameline sarılmak isteyecektir. İşte şefaat meselesi bütün parlaklığıyla orada ortaya çıkacak ve niceleri, değişik şefaatçilerin şefaatiyle kurtulacaktır. Böyle bir neticenin gerçekleşebilmesi için de şefaate inanmak şarttır. Zira insan, kıyamette inandığının ve yaptığının karşılığını görecektir.