Soru Detayı: Türkçe olimpiyatlarında, bazı kızların ve erkeklerin çıkıp şarkı türkü söyleyerek dans etmeleri, dinimizin iki temel kaynağı olan Kur’an ve Sünnet açısından nasıl değerlendirilmeli? Taviz veya dünyevileşme gibi görünen yönleri nasıl okunmalı?
Genel itibariyle bu faaliyetler bir içtihadın neticesidir. Dinimizin ve kültürümüzün dünyaya ulaşması adına bir metottur, bir yoldur. Peygamberimizden (s.a.s) sonra ortaya çıkan her şey, yapılan her yeni faaliyet bidat değildir. Eğer öyle olacak olsaydı, âlimlerin içtihat etmelerinin bir manası kalmazdı ve âlimlere içtihat yetkisi verilmezdi. Hâlbuki bu yetki bizzat Efendiler Efendisi (s.a.s) tarafından verilmiştir. Bir şeye bidat denebilmesi için o şeyin aslının dinde bulunmaması gerekir. Hâlbuki yapılan faaliyetlerin aslı sayılabilecek pek çok örnek Efendimizin ve sahabe efendilerimizin hayatında vardır.
Öte yandan bizim dünyamıza ait güzellikleri bütün dünyaya duyurma, bizim hem hakkımız hem de vazifemizdir. Bu hak ve vazife bizzat Allah tarafından verilmiştir. Emr-i bi’l-maruf ve nehy-i ani’l-münkerle alakalı bütün ayetleri, ıslahçı olmaya dair bütün ayet ve hadisleri bu konuda temel alabiliriz. Mevzuyu bu ayet ve hadisler çerçevesinde ele alınca geriye metot meselesi kalmaktadır. Metodu belirleyen şey ise, dinimizin birer disiplini olan tederrüc, maslahat, zaruret, istihsan gibi kavramlardır. Erbabının bildiği üzere bunlar, dinin yoruma açık yanlarını yorumlamada birer argümandır. Kullanılması kaçınılmaz birer argüman..
Türkçe olimpiyatlarını ister maslahat, ister zaruret, isterse tederrüc dairesinde yorumlayalım, müstakillen bunların her biri meseleyi kaçınılmaz kılacaktır. Yani her bir disiplin, bize bu işlerin bu yollarla olabileceği neticesini verecektir. Aksi takdirde aceleciliğe düşülecek, tabiata ters bir kısım uygulamalar ortaya çıkacak, yakınlaştıralım derken insanlar küstürülecektir. Dil olimpiyatları vasıtasıyla yurt içinde ve yurt dışında binlerce insana kültürümüzün ve bize ait dünyanın güzelliklerinin ulaştırıldığını, tattırıldığını düşünürsek, meselenin boyutlarını daha iyi idrak ederiz. Evet, her zamanın bir uygulaması vardır. Zamanın değişmesiyle uygulamalar, hükümler de değişir. Öyleyse meseleyi dışarıdan ve sathî bakışlarla tenkit etmemeli, zamanın ve şartların gerektirdiği hususlar çerçevesinden süzmeli ve ona göre değerlendirmelidir. Böyle yapılırsa, yapılan dünya kadar iyilik tenkit edilmemiş, dinini yaşayan, samimi, fedakâr insanlar hakkında suizanda bulunulmamış olur.