İçindekiler
Yeni din görünümlü hareketler, genellikle 20. yüzyılda ortaya çıkan dinî cereyanları ifade etmektedir. Bunların büyük çoğunluğu Hıristiyan Batı’da, bilhassa ABD’de ortaya çıkmaktadır. Öyle ki, ABD günümüzde âdeta bir “dinler marketi” hâline dönüşmüştür. Ayrıca dünyanın çeşitli bölgelerinde de yeni dinî hareketler ortaya çıkmaktadır. 1950’li yıllardan sonra ortaya çıkan bu tür hareketlerin çoğunun hedef kitlesi gençler olduğu için bu kabîl dinî hareketler, “gençlik dinleri” olarak da tanımlanmaktadır.
“Gençlik dinleri” ifadesi ilk olarak 1974 yılında kullanılmaya başlanmıştır. 15 ila 25 yaş arasındaki insanları kendilerine hedef aldıkları için bunlar “gençlik dinleri” veya “gençlik tarikatları” şeklinde isimlendirilmektedirler. Bu kitle, ağırlıklı olarak lise ve üniversite çağındaki gençlere yönelik faaliyet yürütmektedir. New Age (Yeni Çağ), Satanizm, Scientoloji ve Moonculuk ve Uzakdoğu menşeli olan Hare Krishna, Ananda Marga, Transandantal Meditasyon, Divine Light Mission, Brahma Kumaris ve Osho Hareketi bunlardandır. 2000’li yıllardan itibaren bu akımlar ülkemizdeki faaliyetlerini hızlandırmıştır. Bu akımların tamamına yakını, yoga ve meditasyon uygulamakta, reenkarnasyona (ruh göçü) inanmaktadır. Bilhassa yoga ve meditasyon, bu yeni dinî hareketlerce kendilerini tanıtıcı araç olarak kullanılarak, bu uygulamalar âdeta çağdaşlığın, ilericiliğin gerekleri olarak takdim edilmektedir.
Bu grupların kendilerini yeni bir sistem ve din olarak takdim etmelerinin geri plânında büyük dünyevî, siyasî ve ekonomik beklentiler de yatmaktadır. Onların önemli ölçüde bu emellerine ulaştıklarını söylemek mümkündür. Çünkü onlar, içinde yaşadığımız modern çağda ve bilhassa Batı ülkelerinde ve Türkiye’de maalesef aydın bilinen, tahsilli insanlardan çok sayıda gönüllü taraftarlar elde edebilmişlerdir.
Yeni dinî hareketlerin ortaya çıkışında çeşitli faktörler etkili olmaktadır. Bu grupların oluşumunda doğrudan etkili olduğunu düşündüğümüz sebepler şunlardır.
1- Sekülerleşme
Onyedinci yüzyıldan itibaren Hıristiyanlık, devam eden bir sekülerleşme sürecini yaşamaktadır. Bu durum, dinlerin cemaat rollerine mezhebî tesirler yapmaktadır. Sekülerleşme, aydınlanmanın bir parçası olarak kabul edilmektedir. Aslında aydınlanma her alanda olduğu gibi Hıristiyanlıkta dinî alanda da kendini göstermiştir.
Dünyevîleşme insanların dinî özlemlerini söndürememiştir. İnsanlar, tarikatlar içerisinde yeni arayışlar içine girmiştir. Kiliseyi hükümsüz gören ve akıldışı yorumları reddeden modern insanlar, yeni öğretilere inanmaya başlamıştır. Bunun için de insanlar “post-modern” (modern ötesi) kavramını icat etmiştir.
Saha uzmanlarına göre ihtidacı (hidayetçi), devrimci ve içe dönük olarak tanımlanan mezheplerin hepsi, içinde yaşadıkları toplumun değerlerinden tamamen farklı anlayışları savunmalarına rağmen, manipülasyonist (yönlendirici) dinî hareketler mevcut seküler kültüre daha fazla uyum sağlarlar. Bu hareketlerin, kendi mensuplarına vermeye çalıştıkları şey, hayat için alternatif değerler sunmanın dışında, toplumda genelde pek çok kişinin ortak arzusu olan hedefler için yarı egzotik (gizemli) araçlar sunmasıdır.
İçe dönük kapalı mezhepler fertteki sevgi ve fedakârlık duygularını artıran değerlere, grup bağlılığına ve birincil ilişkilere önem veren sevgi cemaatlerini temsil ettikleri hâlde, manipülasyonist hareketler bunun tam tersi bir tutum sergilemektedir. Bu gruplar ilgi alanları açısından kendileri nihaî bir hedef değil, daha ziyade birer araçtır. Bu tür grupların toplantıları da bir cemaatin tamamını ilgilendiren bir toplantı niteliği taşımaz. Aksine o, dünya ile başa çıkabilmek için aynı ortak yöntemleri benimsemiş, aynı zihniyet ve eğitim seviyesine sahip insanların toplantısını çağrıştırır.
Bunlar, kendilerine göre kurtuluşa ulaşabilecekleri yöntemlerinin olduğunu savunurlar. Onların kurtuluş anlayışı büyük dinlerinkinden farklıdır. Çünkü bu tür gruplar uzun ömür, mutluluk, sağlıklı hayat ve başarı ve hattâ ölümsüzlük, Kur’ânî ifadeyle firavunluğu kurtuluş olarak değerlendirmektedirler. Onlar, taraftarlarını kısa yoldan kurtuluşa ulaştıracağını iddia ettikleri birtakım reçeteler de sunarlar.
Öğretilerini çoğunlukla metafizik bir dille takdim etmekle birlikte, benimsedikleri yöntemleri dinî terminoloji ile ifade etmeyi pek fazla tercih etmezler. Çünkü onlar dünyevîleşmiş hareketlerdir ve maksatları büyük oranda seküler ve hazcı (hedonoist) karakterlidir. Bunlar, bazen de büyük dünya dinlerinin “boyunduruğundan” insanları kurtarmayı “kurtuluş” olarak tanımlarlar. Ancak müntesiplerini çağdaş köleler hâline getirmelerini kurtuluşa engel görmezler. Fakat bu tür grupların üyelerinin bunu görememesi çok ilginçtir. İçine düştükleri durumu fark ettiklerinde ise çoğu zaman onlar için çok geçtir ve dâhil oldukları yeni dinî hareketlerden kolayca kurtulabilmeleri de çoğu zaman mümkün olmaz. Böyle durumlarda intiharı çözüm olarak düşünenler her zaman olagelmiştir.
2- Sübjektivizm
Bu gruplar nezdinde din lezzet (haz) meselesi olmuştur. Fertler ne hissettiklerini sorgulamaya başlamış, özel bir “ben”in (sübjektivizmin) dikkat çekici üstünlüğü (yükselişi) fark edilmiştir. Tarikatlar ve yeni dinî cereyanlar da kendilerini bu sübjektivizme, yani “ben”e bağlamışlardır. Böylece insanların benlik duyguları öne çıkartılarak, ilâhlık makamına yükselebilecekleri fikri aşılanmaya çalışılmıştır. Bu gruplardan bazısı fikirlerinin kabulü noktasında etkili olmuş, müntesiplerini yoga, meditasyon vb. birtakım teknikler, terapi ve özel eğitim sonucunda tanrı olabileceklerine ikna etmiştir. Scientoloji, Osho ve Satanizm gibi hareketleri buna örnek göstermek mümkündür.
3- Kayıtsızlık
İçinde yaşadığımız çağda birçok insan dine karşı lâkayttır. Onlar açısından kimin neye inandığı önemli değildir. Bu, kayıtsızlık “indifferentizm” olarak isimlendirilmektedir. Bu umursamaz kişilikler doldurulabilir boş testiye benzetilmektedir. Bundan dolayı olsa gerek, bu din görünümlü organizasyonlar bu durumdaki insanların boşluğunu doldurmak için çabalamaktadırlar. Bunların özünü emmekte, aynı dinî ve dünyevî sahaların hem fikirlerini hem de hükümlerini propaganda aracı olarak kullanmaktadırlar.
4- Aşınmışlık
Yazılı olmayan piyasa ekonomisinde, “her şey satılıktır” kuralı geçerlidir. Gerçekte olması şartıyla satmak ve satın almak mümkündür. Aynı şekilde bu anlayışa göre din de aşınmaya maruzdur. Bazı gruplar birbirleriyle rekabet içerisindedir. İnananlar da müşteri olarak değerlendirilmektedir. Pek çok yeni dinî grup da bu düşüncede olduğu için kendi alacaklılarına gerçek satıcılar olarak talip olmaktadır. Yeni dinî akımların bu yaklaşımı, yani yazılı olmayan piyasa ekonomisinin kuralını, çok iyi uygulaması karşısında kiliseler çok geri kalmaktadır.
5- Bireycilik
Günümüzün yeni dinî akımlarında bireycilik, insanın hem kendi benliğine hem de topluma zarar veren bir yapıya büründürülmüştür. Batı topluluklarında ferdiyetçilik belirgin bir şekilde yaygınlaşmaya başlamıştır. Bu, kültürün Amerikanlaşmasının bir neticesi olarak da değerlendirilmektedir. “Amerika rüyası”, her yerde olduğu gibi Avrupa için de geçerlidir.
Batı medenîleşmesinde (sivilleşmesinde) din, daima iyi yahut kötü lezzetlerin veya ferdî hayat tasavvurlarının özel keyfiyeti olmuştur. Bu da sivilleşme ve bir kültürün genel hayat anlayışında gelişen insan anlayışından kaynaklanmaktadır. İnsan tasavvuru, ferdiyetçiliğinin konumunu belirlemektedir. Ancak bunda davranış modellerinin gizliliği ve etik temeller de vardır. Esasen Batı kültürü, Yahudi-Hıristiyanlığın insan tasavvuru üzerine kurulmuştur ve buna sıkı sıkıya bağlıdır. Buradaki “Batı” kavramı, Hıristiyanlığın şekillendiği Avrupa kültür dairesi için kullanılmaktadır. Bu kültür dairesi kolonileşerek gelişmiş ve Amerika kıtasını da içerisine almıştır. Bilhassa Kuzey Amerika, “Batı” kavramının içinde mütalâa edilmektedir.
6- Hazcılık
Hazcılık (hedonizm), en genel anlamda hazzı “en yüksek iyi” olarak gören öğretiler bütünüdür. Hedonizm: insanın bütün yapıp etmelerinde, bütün eylemlerinde başvurabileceği tek ölçünün “acıdan kaçıp hazza ulaşmaya çabalamak” olduğunu öne süren dünya görüşü; hayatın, var olmanın gerçek anlamını “haz”da bulan bakış açısıdır.
Batı’da din, yalnızca özel bir mesele değildir. Aynı zamanda o, yaygınlaşarak gelişen hedonizmi isteyip istememektir de. Çünkü haz ve eğlence, yoğun gayretlerle inananları da kuşatmaktadır. Bilhassa gençler bu hazcı grupların ağına düşmekten kurtulamamaktadırlar. Ülkemizde de hazcılık kanalıyla taraftar toplayan, lüks otellerde sınırsız ve bütün ahlâkî kuralları bir tarafa atarak eğlence partileri düzenleyerek ayin yapan gruplar, zaman zaman tv programlarına konu olmaktadır. Mesela “Raelyenler” olarak isimlendirilen hazcı grubu ülkemiz insanı, gizli kamera çekimli televizyon haberleri vasıtasıyla tanımıştır. En azından böyle grupların Türkiye’deki varlıklarından haberdar olmuştur.
Osho Hareketi’nin kurucusu Rajneesh Chandra Mohan’a göre; mutluluk hedeftir ve o bir hedonisttir. Tanrı ise hedonizmin zirvesidir (hâşâ). Bunun için (hedonizmin vaat ettiği zevki, hazzı, heyecanı elde edebilmek için), insanlar ailelerini terk etmelidir. Evini terk eden kişi Asram’daki Osho merkezine katılabilir. Ailesini terk eden kişi tarikat merkezinin şartlarına iştirak etmiş olmaktadır. Asram, komün hayatın merkezi konumundadır ve aile hayatının terk edilmesinde merkezi bir role sahiptir.
5 yıldızlı lüks otellerde toplu gayri ahlaki ayinleriyle ve eğlence partileriyle üye kazanan bazı tarikatlar ki “Solaryenleri” buna örnek verebiliriz, bunlar, zevki, sefayı ve keyfi ilk sahnelere koyarken, toplu intiharları ise sahnenin son perdesine saklamaktadırlar. Sınırsız haz ve eğlenceyle kendinden geçen tarikat taraftarları, yeterince hareketin içine girdiklerinde, onları toplu intiharlar gibi dramatik ölüm sahneleri de bekleyebilmektedir. Brahma Kumaris isimli tarikatın psikologu Bayan Heide Fittkau tarafından gerçekleştirilen ve 33 kişinin ölümüyle sonuçlanan olay bunun en canlı örneğidir. Bunun çok canlı başka örnekleri de vardır.
Toplu intiharlardan en meşhuru 1978 yılında ABD’de Guayana’nın Urwald şehrinde yaşanmıştır. “People’s Temple” (İnsanların Mabedi) isimli tarikat üyelerinden 918 kişi topluca intihar etmiştir. 1985 Eylülünde Filipinlerdeki bir tabiat dini tarikatının 68 üyesi aynı anda intihar etmiştir. Bu olaydan iki yıl sonra Ağustos 1987’de Güney Kore’de bir fabrikanın çatısında intihar eden 33 işçinin cesedi bulunmuştur. 1993 yılında ABD’de David Koresh 86 üyesiyle birlikte topluca intihar etmiştir. 5 Eylül 1994’de Fransız “Güneş Mabedi Tarikatı” (Ordre Temple Solaire) üyesi 53 kişi İsviçre’de topluca intihar etmiştir. Yine aynı tarikat mensuplarından bazıları 1995 Aralık’ı ve 1997 Mart’ında kolektif bir şuurla aynı anda topluca intihar etmişlerdir. 1997 Mart’ının başlarında Amerika’da “Heaven’s Gate” (Cennet Kapısı) tarikatının 39 üyesi topluca intihar etmiştir.
Dünyanın dehşet ve hayretle tanık olduğu toplu intihar olaylarının en sonuncusu 2000 yılında Uganda’da yaşanmıştır. 17 Mart 2000’de Uganda’da Manangu isimli köyde 500’den fazla kişi aynı anda topluca kendilerini yakarak intihar etmiştir. Bu kolektif intihar olayında 78’den fazla çocuk hayatını kaybetmiştir.
Her zevkin ve eğlencenin bir bedeli vardır. Bu gruplara iştirak eden kişiler büyük miktarda maddî bedelin yanında ahlâkî, mânevî ve hatta hayatî bedeller de ödemektedir. Bilhassa intiharı özendiren grupların üyelerinin bir kısmı, ölüm hazzını hissedebilmek için intihar etmektedir. Ancak gençlerin tercih ettiği bu intihar olayını yalnızca haz duygusuyla sınırlandırmak doğru olmaz. Bilhassa zararlı dinî cereyan olarak isimlendirilen gruplara iştirak eden gençler, içine düştükleri açmaz ve çıkmazdan kurtulabilmek için de ölümü bir çözüm olarak görebilmektedir.
Hulâsa sadece masumane zevk ve eğlence tatmak için ilk adımların atıldığı, sonra da bağımlısı hâline gelinen gruplardan ayrılışlarda üye olurkenki kolaylık görülmemektedir. Yani insanlar istese de iştirak ettiği sözüm ona dinî hareketten bağlarını koparamamaktadır. Sınırsız hürriyet ve eğlence arzusuyla iştirak eden taraftarlar, bir müddet sonra girdikleri grubun ve grup liderinin kölesi olduğunu fark etmektedirler. Çıkış yolu bulamayan bazı üyeler çözümü, ölümde ve intiharda bulmaktadır.
7- Küreselleşme/Globalleşme
Küreselleşme, “modernizasyon sürecinin bir parçası olarak, özellikle 20. yüzyılın son çeyreğindeki gelişmeler ve Doğu Bloku’nun yıkılmasından sonra, tek kutuplu dünyada zuhur eden kültürel sistem, dünyanın somut bir biçimde tek bir bütün olarak yapılaşması sürecine verilen addır” şeklinde tanımlanmaktadır.
Globalleşme, 21. yüzyılın büyülü sözcüğü olmuştur. Her şeyden önce telekomünikasyon ve iktisadî açıdan dünyanın sınırları çok daralmıştır. Bütün dünya büyük bir pazara dönmüştür. İnsanların ve servetlerin olduğu yerlerde ekonomik yığılmalar olmuştur. Küreselleşme yalnızca ekonomik alanda değil pek çok sahada olmuştur. Bilhassa dinî alandaki küreselleşmede ortaya çıkan tarikatlar ve dinî akımlar ferdîliğin dallanıp budaklanmasını arzulamaktadır.
İçtimâî olayların doğrudan veya dolaylı olarak birbiriyle karşılıklı ilişki içinde olduğunu öne süren sosyolojik varsayım çerçevesinde, dinin de küreselleşme sürecini tecrübe ettiğini ve onunla etkileşim içinde olduğunu vurgulayarak, bunun sosyal bilimlerdeki araştırmaları ateşlediğini vurgulayabiliriz. Küreselleşmeyle birlikte yeni dinî hareketlerde ve komünal dinî yapılanmaların sayısında bir artış olduğu görülmektedir. Ferdiyetçilik ve rasyonel trendlerin oluşturduğu modernleşmenin, dinin mahiyetini ve modern dünyadaki yerini değiştirdiği bilinmektedir. Buna karşılık post-modernizmin dini, büyük ölçüde ferde endekslenmiş inançların bir bölümünde makullüğünü yitirmiş olarak, yeni durumuyla topluma geri döndüğünden bahsedilebilir.
8- Çoğulculuk
Çoğulculuk (Pluralizm), 20. yüzyılın başlarında İngiliz liberal düşünürlerince geliştirilen siyaset öğretisinin adıdır. Söz konusu öğretiye göre topluma, devletin veya belli bir sınıfın tek başına egemen olmaması için, iktidarın olabildiğince çok toplum katmanlarına yayılması gerekmektedir.
Siyasî çoğulculuğa paralel olarak dinî çoğulculuk da gelişmiştir. Esasen çoğulculuk, demokratik toplulukların bir alâmetidir. Ancak özellikle 1970’lı yıllardan itibaren çeşitli büyük dinlerin içerisinden doğan ve kendini yeni bir din gibi takdim eden dinî hareketlerin yaygınlaşmasıyla birlikte bu kavramın kapsamı genişlemiştir.
9- Hızlı Değişim
Bugün biz, değişen ve çok renkli bir dünyada yaşıyoruz. Bu değişim, bilimde, teknolojide, ekonomide, politikada, eğitimde ve dinde olmak üzere hayatımızın her alanında cereyan etmektedir. 15 yıl önce hiç bilinmeyen ürünler piyasalarda satılmakta, yakın zamana kadar imkânsız olarak düşünülen birçok ameliyat teknolojik âletlerin yardımıyla yapılmakta ve insanlar birtakım amansız hastalıkların pençesinden kurtarılabilmektedir. Bu kadar hızlı akışına rağmen günümüzün teknolojisi, belki de yarının antikası durumuna düşebilecektir.
Ayrıca bu hızlı değişimin bir neticesi olarak da son 10 yıl içerisinde dünyadaki birçok ülkenin sınırları değişmiş ve politikalar ekonomilere yenik düşmeye başlamıştır. Güçlü ülkeler, zengin yeraltı ve petrol kaynaklarına sahip olan güçsüz ülkelere sudan bahanelerle savaş açmakta ve bu ülkelerin masum insanları emsali görülmemiş sıkıntılara maruz kalabilmektedir. Günümüz insanları olarak bizler, içerisinde bilgi ve gücün içten irtibatlı olduğu “post-modern”, “post-yapısalcı”, “post-endüstriyel” ve “post-tarihsel” bir dönemin içinde bulunmaktayız.
Yeni dinî hareketler genellikle benzer özelliklere sahiptirler. Bu gruplar, mutlak hakikati getirdiğine veya modern çağın aydınlatıcısı olduğuna inandıkları bir üstadın etrafında toplanarak, sıkı bir bağla birbirlerine bağlanmak suretiyle güçlü bir cemaat oluşturmaktadırlar. Hareketlerinde; “kutsal üstat”, “kurtuluş reçetesi” ve “kurtulmuş aile”, “Kıyametin yaklaştığı beklentisi”, “ateizm”, “senkretizm ve eklektizm” ve “yeni bir dünya dini ve düzeni” gibi pek çok özellik müşterektir.
Bu din görünümlü hareketlerin zirvesinde sınırsız otorite ile donanmış karizmatik bir lider bulunmaktadır. Bu lider, karizmatik yapısıyla insanları etkileme gücüne sahiptir ve güya taraftarlarının kurtuluş reçetesini elinde bulundurmaktadır. Bazı gruplarda bu karizmatik lider, “mehdi” veya “Mesih” kimliğine bürünmüş şahsiyetler olarak karşımıza çıkmaktadırlar. Dinî grupların yaşayan liderlerinin, yeni bir dünya düzeni ve yeni bir dünya dini kuracağına ve insanlığın bütün problemlerini çözeceğine inanılmaktadır.
İnsanüstü güçleri de dâhil olmak üzere sayılmayacak kadar olumlu özellikleri üzerinde taşıdığına inanılan bu lidere sonsuz tazim gösterilmektedir. Kutsal üstadın içinde yaşanılan çağın “hidayet reçetesi”ni getirecek kişi olduğuna inanılmaktadır. Bu grup mensuplarınca hidayet reçetesi, “yegâne yol” olarak kabul edilmektedir. Onun dışında bir kurtuluş ve hidayet imkânı yoktur.
Bu tür gruplarda genelde “cemaat” kavramı yerine “aile” ifadesi tercih edilir. Çünkü aile çok daha sıcak ve samimi gelmektedir. Ferdîliğin doruğa ulaştığı ve ferdî hayatın daha ağır bastığı Batı toplumlarında gerçek aile görüntüsüne bürünen grupların çok daha etkili olması muhtemeldir. Zira bunlar, içinde yaşadıkları toplumların eksikliklerini çok iyi etüt ederek yeni sistemler geliştirmektedirler. Taraftarlarına aile ortamı hazırlama çabaları bunlardan biridir. Nitekim Moonculuk, “Birleşik aile” olarak da bilinir ve kendisini öyle takdim eder. Önceleri “Tanrının Çocukları” (Children of God) olarak tanıtan David Beng grubu ise, son zamanlarda kendilerini tanımlamak için “sevgi ailesi” ifadesini tercih etmektedir. Bu grupların pek çoğunda kıyametin yaklaştığı beklentisi vardır.
Sonuç
Sonuç olarak ifade etmek gerekirse yeni dinî hareketler; “Ben kimim?”, “Neden bu dünyaya geldim?”, “Bu dünyadaki görevim nedir?”, “İnsanlar niçin ölüyor ve ölümden sonraki hayat nedir?” vb. gibi normal insanî arayışların ve soruların cevaplarını bulduğunu iddia ederek insanlara yaklaşmaktadır. İnsanların özellikle bu hayata dair bütün beklentilerini karşılayabilecekleri donanıma sahip oldukları iddiasıyla bilhassa boşluktaki insanları entelektüel bilgi, taktik ve tekniklerle etkilemektedirler.
Geniş kitleleri etkileyememelerine rağmen bu tür grupların toplumlar üzerinde çok büyük olumsuz etkileri söz konusudur. Her şeyden önce onlar, başta Hıristiyanlık olmak üzere dünyanın en büyük beş dinini inkâr etmekle, dünya nüfusunun büyük bir çoğunluğunu karşılarına almış olmaktadırlar. Dolayısıyla toplumsal barış açısından ciddi bir tehdit oluşturduklarını söylemek mümkündür. Her ne kadar dinî çoğulculuk anlayışları bunu tolare etmeye çalışsa da, dünya genelinde yaygın bir hoşgörü oluşturmak oldukça zordur. Ayrıca bu tür dinî cereyanlar, insanların her türlü sınırlandırmalardan, baskılardan, kısıtlamalardan ve hatta egemen dinlerin boyunduruğundan kurtulması gerektiğini savunmaktadırlar. Bu temel çağrı ve iddialarına rağmen onlar, kendi mensuplarının iradelerini kendi tekellerine almakta ve âdeta insanları kendilerine köle hâline getirmektedirler.
Bu gruplar; taraftarlarını kendilerine bağımlı duruma ve hattâ köle hâline getirebilmek için beyin yıkama, ferdî ve grup terapileri, psiko-terapiler, uyuşturucu bağımlılığını yaygınlaştırma, gençliğin karşı cinse olan zaafından yararlanma ve eğlenceyi teşvik etme gibi yöntemlerden yararlanmaktadırlar. Bu hareketler, gruptan ayrılanların sonunun hüsran olacağı telkinleriyle taraftarları üzerinde psikolojik baskı ve terör uygulamaktadır. Dolayısıyla bu yeni din görünümlü organizasyonlara mensup olan kişiler, kolayca gruptan ayrılamamaktadırlar. Şu veya bu sebeple dâhil oldukları grubu terk etmek isteyen kişiler, kendilerine verilen korku, şartlanma ve beyin yıkamaların etkisiyle ağır psikolojik travmalar yaşamaktadırlar. Satanizm örneğinde olduğu gibi çıkış yolu bulamayan ve psikolojik problemlerinin üstesinden gelemeyenlerin intiharı çözüm ve kurtuluş olarak seçmeleri devreye girmektedir.
Bu tür grupları geleneksel dinlerden ayıran önemli bir özellik ise, taraftarlarını cemaatin bir üyesi olmaktan ziyade, müşteri olarak görmeleri ve onları maddeten, mânen, ruhen ve hattâ bedenen sömürmeleridir. Dolayısıyla bu gruplar, taraftarlarını malî zarara uğratmakta, ahlâken sömürmekte; siyasî hilelerin yanında psikolojik teröre başvurmakta ve kendilerine yönelik eleştirilere de baskı taktikleri uygulamaktadırlar. Bazı gruplarda evlilik dışı ilişkilerin yaygınlaşması için aile kurumunun yok edilerek, komün hayatın yaygınlaşmasına çalışılmaktadır.
Her türlü baskıdan, sınırlamadan, semavî dinlerin boyunduruğundan insanları kurtararak hürriyetlerine kavuşturacağı iddiasıyla ortaya çıkan yeni din görünümlü grupların çoğu, taraftarlarını maddeten ve mânen kendilerine bağımlı modern köleler hâline getirmektedir. Başlangıçta kendilerine sınırsız hürriyet vaat edilen bu grupların müntesipleri büyük miktarda maddî bedel ödemelerinin yanında ahlâkî, mânevî ve hattâ hayatî bedeller de ödemek durumunda kalabilmektedir.
Kaynak: Yeni Ümit Dergisi, Prof. Dr. Ali Rafet Özkan, 87. Sayı Ocak-Şubat-Mart 2010
Kaynakça
– Bodur, Hüsnü Ezber, “Küreselleşmenin Dini Boyutu ve Türk Toplumu Üzerindeki Yansımalarının Bir Değerlendirmesi”, Dini Araştırmalar, Cilt 6, Sayı 17, Eylül-Aralık 2003, s. 49,51.
– Bohn , Nicolette, Kleines Lexikon der “Sekten”, Pyschogruppen und Strukturvertiriebe, Militzke Verlag Reihe, Leipzig 2005., s.7.
– Cevizci, Ahmet, Paradigma Felsefe Sözlüğü, Paradigma Yayınları, İstanbul 2000, s. 431.
– Finke, Andreas Pöhlmann, Mathias, Kompas Sekten und Religiöse Weltanschauungen (Ein Lexikon), Gütersloher Verlagshaus, Gütersloh 2004, s. 70.
– Haack , Friedrich-Wilhelm, Europas neue Religion Sekten-Gurus-Satankult, Verlag Herder, Freiburg 1993, s. 78–80.
– _____, Jugendreligionen, Ursachen Trends Reaktionen, 2. Auflage, Münchener Reihe Verlag, München 1980, s. 23.
– Özkan, Ali Rafet, Kıyamet Tarikatları, Yeni Dini Hareketler, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul 2006, s.49.
– _____, “Seküler Dindarlık Biçimleri: Yeni Dini Hareketler”, Sekülerleşme ve Dini Canlanma, Uluslara Arası Dinler Tarihi Derneği IHRR Sempozyumu, 22–23 Ekim 2007, Ankara.
– Robertson, Ronald, “Globalization, politics and religion”, The channing face of religion, ed. James A. Beckford and Thomas Luckman, Sage, London 1989, s. 10–23.
– Rummel, H., “ Heilgeschtalten (Neue Religionen)”, Lexikon Der Religionen Fenomene-Geschichte- Ideen, Heraus gegeben von Hans Wandenfels, 2. Auflage, Herder Verlag, Freiburg 1995, s. 279.
– Sarıkçıoğlu , Ekrem; “Yeni Dinî Akımlar”, Dinler Tarihi Araştırmaları II Sempozyum:20–21 Kasım 1998 Konya, Dinler Tarihi Derneği Yayınları, Ankara 2000, s. 81. (81–87).
– Sarp Erk Ulaş Felsefe Sözlüğü, A. Baki Güçlü- Erkan Uzun-Serkan Uzun- Ümit Hüsrev Yolsal, Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara 2002, s. 647.
– Schlang , Stefan, “Neureligionen, weltweit”, Lexikon neureligiöser Gruppen, Szenen und Weltanschauungen Orientierungen im religiösen Pluralismus, Herausgegeben von Harald Baer, Hans – Gasper, Joachim Müler, Johannes Sinabell, Verlah Herder, Freiburg im Breisgau 2005, s. 891.
– Schulze-Berndt , Hermann, Basis Wissen Sekte, Kulte, Weltanschauungen, Gütersloher Verlaghaus, Gütersloh 2003, s. 10-21.
– Thomas, Robins, “The beach is washing away: Controversial religion and the sociology of religion”, Sociological Analysis (1983) 44: 207–214; Batı’da Din Çalışmaları, Derleyen ve Çeviren Ömer Mahir Alper, Metropol Yayınları, İstanbul 2002, s. 171–171.
– Wilson, Bryan, Dini Mezhepler, çevirenler, Ali İhsan Yitik- A. Bülent Ünal, İz Yayıncılık, İstanbul 2004, s.171.