Gerek âyette geçen وَالْعَامِلِينَ عَلَيْهَا “ve’l-âmilîne aleyhâ” ifadesinden, gerekse Allah Resûlü’nün (sallallâhu aleyhi ve sellem) bu alandaki uygulamalarından anlaşıldığı kadarıyla, zekât adına çıkarılan para ve emtianın yerlerine ulaştırılması, bir merkez tarafından toplanıp dağıtılmak suretiyle iyi bir organizasyonla yapıldığı takdirde en güzel şekliyle icra edilmiş olur. Ferdin bizzat kendisi de, zekâtını âyette zikredilen yerlere vermek suretiyle üzerindeki mükellefiyeti eda edebilir. Ancak İslâm, bir nizam dinidir. Dolayısıyla toplum fertleri arasında sağlam köprüler kurup kapılar açacak olan böyle önemli bir işi, kendi hâline bırakmamış, belirli bir sisteme bağlamıştır.
Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) bu noktada ilk akla gelen uygulaması, Muaz İbn Cebel’i (radıyallâhu anh) Yemen’e gönderirken diğer vazifeleri yanında, ondan zekât toplama işlerini de deruhte etmesini istemesidir. (Buhârî, zekât 62, 40; Müslim, imân 29, 31.)
Zekâtlarını toplamak üzere kabilelere memurlar gönderip geri geldiklerinde onlardan hesap istemesi, Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem), zekâtın devlet eliyle toplandığını gösteren uygulamaları olarak gösterilebilir. (Bkz.: Buhârî, zekât 67, hibet 17, imân 3, ahkam 24, 41; Müslim, imâre 27.)
Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem), bir yandan vazifelendirdiği memurlara ikazlarda bulunarak onları haksızlık ve zulüm gibi davranışlardan menederken, diğer tarafta da zekât verme konumundaki mükelleflere hatırlatmalar yaparak, zekât memurlarına iyi davranmalarını emretmiştir.
Mesela Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) zekât memuru olarak vazifelendirdiği kimseye, إِيَّاكَ وَكَرَائِمَ أَمْوَالِهِمْ “İnsanların mallarının en iyilerini almaktan sakın.” (Buhârî, zekât 62, 40; Müslim, imân 29, 31.) derken; zekât mükelleflerine de, أَرْضُوا مُصَدِّقِيكُمْ “Zekât memurlarınızı razı ederek gönderiniz.” (Müslim, zekât 29; Ebû Dâvûd, zekât 5.), (başka bir lafızla) إِذَا أَتَاكُمُ الْمُصَدِّقُ فَلْيَصْدُرْ عَنْكُمْ وَهُوَ عَنْكُمْ رَاضٍ “Size zekât memuru geldiğinde, sizden razı bir şekilde yanınızdan ayrılsın.” (Müslim, zekât 177; Ebû Dâvûd, zekât 5.) ikazını yaptığını görmekteyiz. Dolayısıyla her alanda olduğu gibi bu mevzuda da, İslâm’ın ortaya koyduğu denge ve itidale şahit olmaktayız.
Evet, zekât memuru, kendi işlerini bir kenara bırakıp devlet adına belde belde dolaşarak, vaktinin neredeyse tamamını bu işe hasreden kişidir. Dolayısıyla maişetini temin adına onun da bir maaşa ihtiyacı vardır. Allah Resûlü’nün (sallallâhu aleyhi ve sellem) ifadeleriyle,
العَامِلُ عَلَى الصَّدَقَةِ بِالحَقِّ كَالغَازِي فِي سَبِيلِ اللهِ حَتَّى يَرْجِعَ إِلَى بَيْتِهِ
“Adaletli bir şekilde zekât toplayan kimse, evine döneceği âna kadar Allah yolundaki gazi gibidir.”
(Tirmizî, zekât 18; Ebû Dâvûd, harac 7; İbn Mâce, zekât 14.)
Meseleye bir de günümüz düzenlemeleri açısından bakacak olursak, zekât toplamakla görevli âmilin durumunun, bugünkü vergi dairelerinde çalışan memurlar gibi olduğunu görürüz. Hatta biraz daha genelleme yapılacak olursa, devlet kademelerinde, eğitim-öğretim, ulaştırma ve güvenlik gibi meseleleri deruhte eden müesseselerinde çalışan memurlar nasıl devletten maaş alıyorlarsa, devlet adına hareket eden ve zamanını bu işe hasretmiş zekât memurunun durumu da aynıdır.
Bazı âlimler, zekât memurlarıyla ilgili ifadelerden hareketle zekâtın devletin bütün memurlarına verileceği mânâsını çıkarmışlardır.
Evet, zekât memurları, iyi bir organizeyle zekât mallarını tahsilde muvaffak olduğunda, devlet hazinesine her yerden sağanak sağanak gelir yağdığı görülecektir. Arpasından buğdayına, hayvanlardan ticaret mallarına, altın-gümüşten nakit paraya kadar her şeyden zekât alınacak ve böyle bir verginin yaygınlaşmasıyla devlet hazinesi dolup taşacaktır. Memurlar gerektiğinde petrol kuyularına uğrayacak, maden ocaklarını dolaşacak, dağ bayır yayılan koyun ve sığırları kontrol edecek ve hazineye girmesi gerekirken girmeyen bir kuruşluk servetin bile yerine ulaşmasını temin edeceklerdir.
Hazreti Ömer’le (radıyallâhu anh) ilgili olarak nakledilen bir olay manidardır: Hazreti Ömer Efendimiz, bir memurunun kendisine verilen maaşı kabul etmediğini duyar, o zatı çağırır ve sebebini sorar. Memur da, yaptığı işi Allah rızası için, mü’minlere yapacağı bir hizmet olsun diye yaptığını, ihtiyacı da olmadığını, maddî durumunun yerinde olduğunu dile getirir. Hazreti Ömer şöyle der: Böyle yapma! Ben de bir gün Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) verdiği bir şeyi kabul etmeyecek oldum da Allah Resûlü bana şöyle dedi:
خُذْهُ، فَتَمَوَّلْهُ، وَتَصَدَّقْ بِهِ، فَمَا جَاءَكَ مِنْ هَذَا المَالِ وَأَنْتَ غَيْرُ مُشْرِفٍ وَلاَ سَائِلٍ فَخُذْهُ، وَإِلَّا فَلاَ تُتْبِعْهُ نَفْسَكَ
“Al bunu, sahiplen, sonra (istersen) tasadduk et. Sen istemediğin, beklentiye girmediğin hâlde sana gelen bir şey olursa al. Eğer böyle değilse onun arkasına düşme!”
(Buhârî, zekât 55, ahkâm 16; Müslim, zekât 110-11.)
Allah Resûlü’nden aldığı bu bakış açısını icraatlarına yansıtan Hazreti Ömer (radıyallâhu anh), servet sahibi olan amillere de –ücret almak istememelerine rağmen– zekâttan pay vermiştir.
İşte devlet hazinesine oluk oluk servet akımında, bir sebep olarak kendini ortaya koyan âmillere zekâttan fon ayıracak ve onu başkalarına muhtaç duruma düşürmeyeceksiniz. Kur’ân ve Sünnet’in bu mevzudaki emrine uyarak, zengin dahi olsa zekât memuruna vereceksiniz. Amiller, vali de olsa, zengin de olsa topladığı zekâttan hisse alacaktır.
Meselenin farklı bir yönü de, bilhassa önemli yatırımlarda istihdam edilen kimselerin, madde itibarıyla ihtiyaçlarının karşılanması, onların hem iş verimlerini artıracak hem de bazı zayıf karakterlerin, gayrimeşru yollara girmelerinin önüne geçilmiş olacaktır. Ecdadımızın, başta eğitim ordusu olmak üzere, bu konuda ortaya koymuş oldukları performans takdire şayandır ve bana göre bu, Devlet-i Âliye’yi uzun zaman dimdik ayakta tutan en önemli amillerden biridir. Siz, bu tür memurlara bir gelir bağlamak suretiyle onların ihtiyaçlarını karşılayacak ve böylece onların bütün himmetini, yüklediğiniz vazifeye yoğunlaştırmasını sağlamış olacaksınız. Aynı zamanda bu hareketiniz, onlarda istiğna prensibinin gelişmesine de yardımcı olacak ve böylelikle devlet malının sızabileceği delikleri kapatmış olacaksınız.
Bir kısım ülkelerde olduğu gibi şayet memurlara yeterli ücret verilmez ve muhtaç bir hâlde bırakılırlarsa, onlar da gayrimeşru yollara başvuracak ve normal şartlarda kendilerine verilmesi gerekeni, hatta bazen onun çok üstünde bir miktarı almanın yolunu bir şekilde bulacaklardır.
İşte İslâm ve işte onun, insanı değerlendirirken ortaya koyduğu prensipler! Bir tarafta madde ile ihtiyacını karşılayıp memurunu istiğna ufkuna yükseltmiş, diğer taraftan onun ruhuna girip, Rabbin huzurundaki hesap gününe ayarlı bir ömür geçirmesini hatırlatmıştır. Böylece insan, maddî ve mânevî yönleriyle bir bütün olarak ele alınmıştır ki bunlar, sosyal hayatın kusursuz tanziminde akılları hayrette bırakacak baş döndürücü icraatlardır.
Kaynak: Sosyal Adaletin Temel Unsuru Zekat, “Zekat Verilecek Sınıflar“