Zekât, ayette ifade edilen sekiz guruptan herhangi birisine verildiğinde yerine gelir. Ancak bunlardan hangisine vermek daha evladır? İşte bunu belirleyecek olan zekât verecek kimsenin içinde bulunduğu şartlardır. Burada böyle bir tercih yapmak kişinin araştırmasına kalmıştır. Çünkü mutlak bir kural olarak bu guruplardan birisinin diğerinden üstün olduğunu söyleyemeyiz. Çünkü yaşanılan döneme ve şartlara göre bu guruplardan birisi diğerlerinden daha fazla gözetilip sahip çıkılmaya ihtiyaç duyabilir.
Mesela öyle bir dönem gelir ki, fakirlik bütün şiddetiyle kendini gösterir. Ve toplumda her tarafta açlar, susuzlar, çıplaklar olur. Böyle bir durumda yapılması gereken zenginlerin zekâtlarıyla fakir fukaraya sahip çıkıp onların ihtiyaçlarını karşılamalarıdır. Veya bir dönemde meydana gelen bir ekonomik kriz neticesinde borçluların sayısı artar. Birçok kimse işini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalır. Bu durumda yapılması gereken, onların borçlarını ödemelerine yardım ederek işlerini devam ettirmelerini sağlamak olur.
Nitekim Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) bir dönemde zekât mallarının önemli bir kısmını müellefe-i kulûba dağıtmıştır. Mesela Hz. Ali’nin zekât olarak Yemen’den toplayıp gönderdiği altınları müellefe-i kulûba paylaştırmıştır. Hatta bu durumu kabul etmekte zorlanan ve uygunsuz laflar eden kimselere karşı “Ben onları İslâm’a ısındırıyorum” diyerek cevap vermiştir. Ancak İslâm güçlenip bütün izzet ve haşmetiyle kendini gösterdiğinde Hz. Ömer bu guruba zekâttan pay vermemiştir. Demek ki, içinde bulunulan dönemin şartlarına göre hareket etmek gerekiyor.
Günümüze geldiğimizde, fakirlerin, borçluların veya müellefe-i kulûbun zekâta muhtaç olduğu bir gerçektir. Ancak bunun yanında daha önem ve ehemmiyet kesp etmiş bir gurup vardır ki o da “fi sebîlillah”tır. Çünkü İslâm gerek temsil gerek tebliğ boyutuyla yeterince duyurulamıyor. Batılı İslâm’ı yanlış tanıyor. İslâm dendiğinde onların aklına fakirlik geliyor, terör geliyor. Müslümanları kapı kulları olarak görüyorlar. Bundan dolayı günümüzde en önemli mesele, İslâm’ın yeniden bütün tazeliğiyle bir kere daha gönüllerde şehbal açmasını sağlamaktır. Dolayısıyla i’lây-ı kelimetullah veya tebliğ vazifesini ifa edenlere sahip çıkmak, maddî olarak onların ihtiyaçlarını karşılamak, İslâm’ın muhtaç gönüllere duyurulabilmesi için her ne gerekiyorsa bunun maddî finansmanını karşılamak Müslümanlara düşen günümüzdeki en önemli meseledir.
Hatta bu kudsî vazifenin layıkıyla yerine getirilmesi için, Müslümanların zekâtlarını verirken taban olarak belirlenen kırkta birle yetinmemeleri ve imkânları ölçüsünde bu işe sahip çıkmaları gerekir.