İçindekiler
Aile Fertlerinin Birbirlerine Hitapları
Eşlerin birbirlerine ismen hitap etmelerinde bir mahzur olmasa da saygı, sevgi ve hürmet ifade eden sıfatlarla hitap etmeleri daha güzeldir çünkü bu tür hitaplar aradaki sevgiyi, saygıyı arttırır, seviyeyi korur. Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), Âişe Validemize genelde “Ya Âişe” diye hitap ediyordu. Burada sadece “Âişe” demeyip de başına “Ya” eklemesi, o günün Arap toplumunda bir saygı ifadesi idi. Bu bütün toplumlarda aynen söylenemeyebilir ama buna benzer saygı ve sevgi ifadeleri kullanılabilir. Mesela bir hanımın kocasına sadece ismiyle değil de “Ahmet bey” şeklinde hitap etmesi, mesleğinden dolayı “doktor bey” veya sadece “bey” demesi, kocasının da hanımına ismini söylemeden “hatun”, “hanım”, “hocahanım” diye seslenmesi tavsiye edilebilir.
Dinî değerlerimizle beraber, bu dinî değerlerin yaşana yaşana bir kültür hâline geldiği millî değerlerimiz açısından da meseleyi değerlendirecek olursak; karı-kocanın, başkalarının yanında daha ziyade saygı ifade eden sıfatlarla birbirlerine hitap etmelerinde, baş başa kaldıklarında veya aile içinde bulunduklarında ise sevgi ağırlıklı kelimelerle konuşmalarında fayda vardır. “Tatlım”, “hayatım” gibi hitapların aile içinde veya baş başa kalındığında söylenmesi daha uygun olur.
Çocuklara hitaplarımız da hep şefkat ve yakınlık ifade eden kelimelerle olmalıdır. Kur’ân’da İbrahim (aleyhisselam), Hz. Ya’kûb ve Lokman’ın (aleyhimesselam) çocuklarına hep “Ya büneyye (yavrucuğum)” diye hitap etmeleri, çocukların da babalarına “Ya ebetî (babacığım)” şeklinde mukabelede bulunmaları bize güzel birer örnektir. Bu örneklerden yola çıkarak, çocuklara, eğer kızsa “çiçeğim” “gülüm”, “goncam”, erkekse “yiğidim”, “delikanlım, delikanlı”, “arslanım” gibi manası güzel olan daha farklı ifadelerle de seslenilebilir.
Aile içinde fertlerin birbirine seslenirken güzel hitaplar kullanmaları edep ve nezaketimizin bir yanıdır. Bu aynı zamanda Kur’ân ve Sünnet’le yoğrulmuş kültür medeniyetimizin de önemli bir derinliğidir. Konuyla ilgili şu değerlendirmeleri aktarmak istiyoruz:
Bizim terbiye sistemimizde edep herkesin tabiatının bir yanı olmuştu. Biz birbirimize hitap ederken “efendim” derdik; hatta en küçük kardeşlerimize bile “efendi” diye seslenirdik. Öyle ki annem ve babam, belki çocukken beni ismimle çağırmışlardı ama belli bir yaştan sonra bana asla sadece adımla hitap etmemişlerdi. Bir anne-baba, oğlu paşa da olsa, yine “Ahmet gel, Mehmet kalk” diyebilir fakat annem bana hep “Hacı Efendi” derdi. Kardeşlerim de birbirlerine “Efendi” diye seslenir ve hep saygı ifade eden bir üslupla konuşurlardı.
Bizim dünyamızda, herkes muhatabını “zat-ı âliniz” sözüyle taltif ederdi; bir teklifte bulunacaksa “lütfedin” derdi. Bir büyük karşısında, tek kişi söz konusu ise “bendeniz” ve “halâyıkınız”; birkaç kişiden bahsedilecekse “bendegân” ve “köleleriniz” denmeden söze girilmezdi. O gün herkes, dediği, ettiği ve ortaya koyduğu her şeyde gayet içten ve ince bir tavır sergiler, hep edeple oturur-kalkardı. Bu nezaket, o toplumda tabiat ve ahlâk hâline gelmişti. Bu nazik ifade ve üslup düşünülmeden ortaya konurdu ve milli terbiyemizin gereğiydi. Bu üslupta bir zorlanma, bir inkıta ve bir riya olmazdı.
Bugün de insanlığın o terbiye sistemine, o edebe ve o nezakete ihtiyacı var. “Bîedeb mahrum bâşed ez lûtf-i Rab – Edepten mahrum olan Allah’ın lütfundan da mahrum olur” kaidesine mâsadak olmuş beşer öyle bir edebe muhtaç. Alabildiğine kabalaşmış, olabildiğine hoyratlaşmış, –çok afedersiniz– “lan, hişt, hey, moruk…” demekten utanmayan yırtık ağızlara edep öğretme, onları güzel konuşma usulü ve uygun hitap üslubuyla tanıştırma çok önemlidir. Bazıları “sayın, bey, efendi” gibi ifadelerin samimiyeti bozduğunu düşünürler. Şahsen ben bu düşünceye katılmıyorum; bu bir üslup meselesidir ve bizim güzel üslubumuz her zaman korunmalıdır.[1]İkindi Yağmurları, “Edeb ve Nezaket Medeniyeti”, s. 64.
Hatalarını Yüzlerine Vurmamaları
Herkes için söz konusu olan bu husus, aile içerisinde de aynen tatbik edilmelidir. Belki aile içinde daha bir ehemmiyet kazanmaktadır zira aile fertleri, bazen aralarındaki yakınlıkları kullanarak, birbirlerinin hatalarını yüzlerine vurmada daha cesaretli davranabiliyor ve “nasıl olsa benim çocuğum, benim eşim, alınmaz; alınsa da bir şey olmaz” diye düşünüp kırıcı olabiliyorlar. Bu cesaretin ve rahatlığın önüne geçmek için eşlerin ve aile fertlerinin daha hassas olmaları, birbirlerini bazen bir yabancı gibi sayıp gözetmeleri gerekir.
Evet, aynı aileye mensup olmak, hep aynı ortamları paylaşmak; kırıcı olmayı değil, daha yakın, daha şefkatli ve daha yapıcı olmayı gerektirir. Bu da ilk etapta ifade ve konuşmalarla başlar. Öyleyse, aile içerisinde kullanılan kelimelere, konuşma tavrına dikkat etmeli, insanın özünde olan hata yapma durumlarında ise anlayışlı olmalı ve kesinlikle hatalar yüze vurulmamalıdır. Hele aradaki saygı ve sevgi perdesini yırtarak, birbirlerinin yüzüne bakamayacakları veya zor bakacakları bir duruma düşmemeliler. Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), insanların hatalarını yüzlerine vurmaz, hataya konu olan mesele hakkında “İnsanlar neden şöyle yapıyorlar?” şeklinde umuma konuşarak, hata yapanın mahcup olmadan ders almasını sağlardı.
Hz. Muaviye (radıyallahu anh), Peygamber Efendimiz’e (sallallahu aleyhi ve sellem):
“Ey Allah’ın Resûlü! Bizden her biri üzerinde, zevcesinin hakkı nedir?” diye sorduğunda, aldığı cevap şu olmuştur: “Kendin yiyince ona da yedirmen, giydiğin zaman ona da giydirmen, yüzüne vurmaman, takbîh etmemen, evin içi hariç onu terk etmemen!” (Ebû Dâvud, nikâh 42.)
Hadis-i şerifte dikkat çekmek istediğimiz husus takbih meselesidir. Bunu, “eşi rencide edecek her türlü söz” şeklinde anlayabiliriz. Yani hakaret etme, sebbetme, ayıplama, beddua etme ve lanetleme gibi karşı tarafı üzecek her türlü söz Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) tarafından yasaklanmıştır.[2]İbrahim Canan, Aile İçi Eğitim, s. 202. Çünkü erkeğin kadına karşı kullandığı nahoş ifadeler çok geçmeden kadın tarafından da karşılık bulacak ve neticede ailedeki huzur atmosferi yara almaya başlayacaktır.
Dolayısıyla eşler mümkün olduğu kadar tenkit ve eleştiri üslubundan uzak durmalıdırlar. Özellikle de tenkit ettikleri mesele dinin haram veya en azından mekruh gördüğü bir şey değilse, sırf kendi hayat anlayışlarına, telakkilerine ve prensiplerine uymuyor diye hayat arkadaşlarına karşı kırıcı bir üslup kullanmaları oldukça yanlıştır. Bu, Müslüman’a yakışmayan bir üsluptur. Bu açıdan eşlerin öncelikle evlendikleri adayın farklı bir kültür ortamında yetişmiş, kendine mahsus bir karakteri ve hayat anlayışı olan farklı bir insan olduğunu unutmamaları gerekir. Bunun yanında mümkün olduğu kadar hata ve kusurları affedip unutmaları Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) tavsiyeleri arasındadır. Şayet ortada muhakkak müdahale gerektiren bir durum varsa da yumuşak, tenkitten uzak ve hatırlatma kabilinden bir üslupla meselenin üzerine gidilmelidir. Hatta bunun karşı tarafta bir reaksiyona sebep olacağı tahmin ediliyorsa, onun itiraz edemeyeceği sevdiği bir insana söyletmek yerinde olur.
Hoşnutsuzluk Durumunda Takınılması Gereken Tavır
Erkek, hanımına bir şeyden dolayı kızdığında, hemen onun iyi yönlerini hatırlamalı ve güzel sıfatlarıyla onun kusurunu örtmeye çalışmalıdır. Âyette bu husus şöyle beyan edilir:
وَعَاشِرُوهُنَّ بِالْمَعْرُوفِ فَإِنْ كَرِهْتُمُوهُنَّ فَعَسَۤى أَنْ تَكْرَهُوا شَيْئًا وَيَجْعَلَ اللّٰهُ فيهِ خَيْرًا كَثيرًا “Onlarla (hanımlarınızla) hoşça, güzelce geçinin. Şayet onlardan hoşlanmayacak olursanız, olabilir ki bir şey sizin hoşunuza gitmez de Allah onda birçok hayır takdir etmiş bulunur.” (Nisâ Sûresi, 4/19.)
Bu konuda Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ise şöyle buyurur:
“Bir mümin, hanımındaki hoşlanmadığı bir huya karşı hoşnutsuzluğunu onu defterden silecek bir kin derecesine vardırmasın zira beğenmediği bir huyla karşılaşsa bile, nasıl olsa bir başka huyunu beğeniyordur.” (Müslim, radâ 61).
Aslında burada önemli bir prensibe dikkat çekiliyor. Bir insan ne kadar mükemmel olursa olsun, eksik ve kusurlardan hâlî olamaz. Bu açıdan önemli olan bardağın boş değil dolu tarafını görebilmektir. Eşine kızan her insan, düşündüğünde onun birçok güzel huyunu bulabilir. Bu açıdan evliliğin aynı zamanda büyük bir imtihan olduğu unutulmamalı ve hakkımızda hayırlı olanı bilemediğimizden problemler sabırla aşılmaya çalışılmalıdır.
Bu arada sinirler gerilip, münakaşanın ortaya çıkması muhtemel olduğunda hemen susmasını bilmeli ve ortamı germemelidir zira Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyuruyor:
إِذَا غَضِبَ أَحَدُكُمْ فَلْيَسْكُتْ “Biriniz öfkelendiğinde sussun.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/239.)
Anne-Baba ve Akrabalarına Saygı Duymaları
Her ne kadar, eşlerin anne-babaları, asıl anne-baba gibi olmasalar da karı-koca arasındaki bağdan kaynaklanan bir yakınlık ve buna bağlı olarak da bir saygı lüzumu vardır çünkü her iki taraf da kendi anne-babasına iyi davranılmasını ister. Bu isteğin yerine getirilmesi, aile içinde sevgi ve saygıyı arttırır. Hatta eşlerden birinin annesi ya da babası ne kadar zor bir insan olsa ve problem de çıkarsa, ona iyi davranılması, hitap ederken güzel bir üslup kullanılması, en azından perdeyi yırtacak muamelelerde bulunulmaması; aile içinde takdir hislerini arttırır, istişare ve dayanışma gibi güzel ahlâk unsurlarını geliştirir. İşte bu insanî vasıflar gereği, eşler birbirlerinin valideynine her zaman iyi davranmalı, istenmeyen durumlarda geri adım atarak özür dilenmesi bilinmeli ve yara büyümeden kapatılmalıdır.
Akrabaları da bu çerçevede değerlendirebiliriz. Her ne kadar akrabalara anne-baba kadar öncelik verilemese de en azından onlarla irtibatı kesmemek, zaman zaman ziyaretlerine gitmek, haberleşmek, ikramda bulunmak hem bir vazifedir hem de aile içi münasebetleri kuvvetlendirici bir husustur. Âişe Validemiz anlatıyor: “Allah Resûlü, ne zaman bir koyun kesip parçalara ayırsa Hatice’nin dostlarına da gönderirdi.” (Buhârî, menâkıbu’l-ensâr 20; nikâh 108.) Hz. Hâle, Hatice Validemizin kız kardeşiydi. Hatice Validemizin vefatından çok sonra bir gün içeri girmek için izin istemiş Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) onun sesini işitince birden Hatice Validemizi hatırlamış, sesini ona benzetmiş ve اَللّٰهُمَّ! هَالةُ بِنْتُ خُوَيْلِدٍ “Aman Allah’ım, bu Huveylid’in kızı Hâle’dir.” diye ayağa kalkmıştı.[3]Taberânî, Mu’cemul-Kebîr, 23/11. Evet, Efendimiz (aleyhissalâtu vesselam), Hatice Validemize o kadar bağlı ve vefalı idi ki onu hatırlattığından heyecanlanıyor ve baldızını ayakta karşılıyordu. İşte, eş yakınlarına karşı eşten dolayı takınılması gereken tavır da böyle olmalıdır.
Hediyeleşme
Hediyeleşmek sünnettir. Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) hem hediye kabul etmiş hem de hediye vermiştir. Hatta bazı şahıslara o kadar büyük hediyeler vermiştir ki hediyeyi alan şahıs, bunu ancak Allah’ın Resûlü olan biri yapabilir diye hidayete ermiştir. Bizleri hediyeleşmeye teşvik eden Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), kısa ve veciz bir ifadesinde şöyle buyurmuştur: تَهَادُوا فَإِنَّ الْهَدِيَّةَ تُذْهِبُ وَحَرَ الصَّدْرِ “Hediyeleşin zira hediye, kalbteki kuşkuları giderir.” (Tirmizî, velâ ve’l-hibe 6.) Eşlerin birbirlerine, anne-babaların çocuklarına, çocukların da ebeveynlerine hediye vermeleri, aile içi münasebetleri kuvvetlendirir.
Ancak, bu hediyeleşmeleri doğum günü, evlilik yıldönümü gibi belli günlerle sınırlandırmamak, yılın her diliminde düşünebilmek ve bu çerçevede, bir iş başarıldığında, bir sıkıntı atlatıldığında da hediyeyle mukabelede bulunmak gerekir.
Sırları Fâş Etmemek
Ailenin hem ortak hem de fert fert sırları olabilir. Bunların dışarıya çıkarılmaması hatta eşlerin anne-babalarına dahi söylenmemesi gerekir. Herhangi iki kişi arasındaki sırların bile faş edilmesi, ortaya dökülmesi dinimizce ayıp karşılanmışken, aile içi sırların dışarıya çıkarılması evleviyetle ayıptır ve mesuliyeti vardır. Hatta “Karı-koca arasındaki mahremiyet ve sırra dikkat etmeyen ev ve haneler, bu yönleriyle tamamen şeytanî tesirlere açıktırlar.” denilse yeridir zira bu mevzuda Ebû Hureyre’nin naklettiği bir hâdise şöyledir:
Bir gün Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) mescide girdi. Namaz kıldırdığı mahalle gelerek: “Eğer şeytan bana bir şey unutturursa, erkekler tesbih (sübhanallah desin), kadınlar tasfik etsin (ellerini çırpsın).” dedi. Mescitte iki saf kadın, bir saf erkek cemaat vardı. Namazda Allah Resûlü bir şey unutmamıştı. Namazdan sonra cemaate döndü “Herkes yerinde dursun!” dedi ve erkeklere döndü, “Sizden biriniz, ehline gelip, kapısını kapatıp Allah’ın ferman ettiği örtü ile iktifa eder mi?” diye sordu. “Evet” dediler. Devam etti: “Sonra da arkadaşlarına gelip ‘Şöyle, şöyle yaptım.’ der mi?” Bu soruya cevap veren olmadı. Allah Resûlü, kadınlara döndü ve aynı sözleri onlara da söyledi. Onlar da susmuşlardı. Bu esnada genç bir kız, dizlerinin üzerine doğruldu (Allah Resûlü kendisini görsün ve sesini duysun diye böyle yapmıştı) ve ‘Evet yâ Resûlallah! Hepsi de konuşuyorlar.’ dedi. Bunun üzerine Allah Resûlü şöyle buyurdu: “Bilir misiniz, bunların hâli neye benzer! Sokak ortasında, insanların gözü önünde birbirine yaklaşan erkek ve dişi şeytanlara! (Ebû Dâvud, nikâh 49.).
Bir başka hadislerinde de Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) erkekleri ikaz sadedinde şöyle buyurur: “Şüphesiz ki Kıyamet günü, Allah’ın en çok ehemmiyet vereceği emanet, kadın-koca arasındaki emanettir. Kadınla koca birbiriyle içli dışlı olduktan sonra, kadının sırlarını erkeğin neşretmesi, o gün en büyük ihanettir.” (Müslim, nikâh 123.).
Aile Fertlerinin Birbirlerine Dua Etmesi
Görgü kurallarından öte, belki de bir vecîbe olarak ele alınması gereken bu husus, aile saadetinin oluşması ve devam etmesi adına çok mühimdir zira birbirlerine dua eden aile fertleri bir taraftan içlerinde güzel duygular beslerler ve birbirlerine karşı hep sıcak olurlar hem de kalbleri elinde evirip çeviren o Yüce Sultan’a dayanmış ve O’nun rahmetini, lütfunu kendilerine yar edinmiş olurlar. Kur’ân bize, aile için yapılacak bazı dualar öğretir. Bunlardan biri şöyledir:
رَبَّنَا هَبْ لَنَا مِنْ أَزْوَاجِنَا وَذُرِّيَّاتِنَا قُرَّةَ أَعْيُنٍ وَاجْعَلْنَا لِلْمُتَّقينَ إِمَامًا “Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürriyetler bağışla ve bizi takvâ sahiplerine önder (imam) kıl!” (Furkan Sûresi, 25/74.)
Elmalılı Hamdi Yazır, bu âyetin tefsirinde yaklaşık ifadeleriyle şöyle der:
“Burada iki mana düşünebiliriz. Birisi, “bizlere gözlerimizin sürûru eşler ve zürriyyetler ver”, diğeri de “Eşlerimiz ve zürriyyetlerimiz vesilesiyle bizlere gözlerimizin neşesi, sevinci olacak nimetler ve saadetler ver” demektir. Bu taleb aile ve evlâd terbiyesine verilen ehemmiyeti gösterir. Yalnız müttakî (takvalı) olmak değil, müttakîlerin imamı olma arzusu ne büyük gaye, ne mukaddes mefkûredir. Düşünmeli ki Rahmanın kullarının ruhlarındaki büyüklüğü gösteren bu duanın kapsamı ne kadar geniştir. Bundan daha büyük bir yükseliş fikri ve bundan daha âlî bir himmet tasavvur olunamaz.”[4]Elmalılı, Hak Dini Kur’ân Dili, 5/3615.
Bir diğer dua da hepimizin bildiği, kısa fakat çok geniş manalı, kelime sayısı az fakat bütün güzellikleri ifade eden Rabbenâ dualarıdır:
رَبَّنَۤا اٰتِنَا فِي الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِي الْاٰخِرَةِ حَسَنَةً وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ “Ey Yüce Rabbimiz! Bize bu dünyada da iyilik ve güzellik ver, âhirette de iyilik ve güzellik ver ve bizi cehennem ateşinden koru!” (Bakara Sûresi, 2/201.);
رَبَّنَا اغْفِرْ لي وَلِوَالِدَيَّ وَلِلْمُؤْمِنينَ يَوْمَ يَقُومُ الْحِسَابُ “Ey Rabbimiz! Beni, annemi, babamı ve bütün müminleri o hesap gününde affeyle.” (İbrahim Sûresi, 14/41.)
Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) bir hadislerinde bedduayı yasaklayarak şöyle buyururlar:
لَا تَدْعُوا عَلٰى أَنْفُسِكُمْ وَلَا تَدْعُوا عَلٰى أَوْلَادِكُمْ وَلَا تَدْعُوا عَلٰى أَمْوَالِكُمْ لَا تُوافِقُوا مِنَ اللّٰهِ سَاعَةً يُسْأَلُ فيهَا عَطَاءً فَيَسْتَجيبَ لَكُمْ “Kendinize beddua etmeyiniz, çocuklarınıza beddua etmeyiniz, mallarınıza da beddua etmeyiniz. (Zira bu durum) dileklerin kabul edildiği zamana denk gelir de Allah bedduanızı kabul ediverir.” (Müslim, zühd 74.).
Kaynak: Kadın ve Aile İlmihali
Dipnotlar