Bir kişinin kendi memleketinde seferi olup olmayacağını açıklamaya geçmeden önce seferilik noktasında fıkıh kitaplarına göre vatan kavramının çeşitlerini bilmek faydalı olacaktır.
Hanefî mezhebine göre vatan üçe ayrılmaktadır:
Vatan-i aslî: Kişinin doğduğu yahut evlendiği yahut evlenmediği halde orada sürekli yaşamayı düşündüğü, geçimini kastedip oradan başka yere göçmek istemediği yerdir.[1]Fethu Babi’l İnaye, 1/397; Nimet-i İslam, s. 473.
Başka bir ifadeyle vatan-ı aslî, fukahânın çoğunluğuna göre ister doğduğu mekânda isterse başka bir yerde olsun daimî ikâmet niyetiyle ve orada sürekli yaşamak düşüncesiyle yaşadığı yere denir.[2]İbn-i Abidin, 1/555-556; Bedâiü’s-Sanâî, 1/102-104; Muğni’l-Muhtâc, 1/262; Keşşâfu’l-Gına’, 1/327-335.
Vatan-ı aslî, bir yer olabileceği gibi birden fazla yer olması da muhtemeldir. Mesela iki veya daha fazla şehirde ailesi ve evi bulunan kimse için bu yerler vatan-ı aslî olmuş olur. Bu kimse bu şehirlerin arasında yolculuk yaptığında ikamet niyeti olmasa bile bu şehirlere girdiğinde namazlarını tam kılar. Çünkü bu kimse için bu şehirler vatan-ı aslî mahiyetindedir.
Bir kimsenin vatan-ı aslî’si başka bir vatan-ı aslî’yle iptal olabilir. Mesela bir kimse ailesinin ve evinin bulunduğu yeri başka bir şehre taşırsa artık bu taşındığı şehir kendisi için vatan-ı aslî olmuş olur. Eskiden yaşamış olduğu yer ise vatan-ı aslî olmaktan çıkar ve buraya misafir olarak on beş günden az kalmak niyetiyle girerse namazlarını kısaltarak kılar. Çünkü bu ilk vatan, kendisi için artık vatan-ı süknâ olmuş olur. Buna delil olarak ise Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem’in Mekke’de namazlarını kısaltması gösterilir. Zira Peygamberimiz’in (sallallahu aleyhi vesellem) memleketi Mekke olmasına rağmen bu mukaddes beldede namaz kılacağı sırada insanlara;
“Ey Mekke halkı, siz namazlarınızı tam kılın zira biz seferî bir kavimiz” buyurmuşlardır (Ebu Dâvûd, Salâtü’s-Sefer 10).
Vatan-ı aslî, vatan-ı ikâmet veya vatan-ı süknâ ile iptal olmaz. Zira temel kurala göre kuvvetli zayıfla iptal olmaz.[3]Mevsuâtü’l-Fıkhiyye, 27/266-267.
İkâmet vatanı: Bir yerde on beş gün ve daha fazla kalmaya niyet edilen yerdir. İkamet vatanını aslî vatandan ayıran nokta ise ikamet vatanından belli bir müddet sonra ayrılma niyetidir. Ancak bu niyet on beş günden fazla olduğu için bu kimse bu süre müddetince namazlarını tam olarak kılar. Mesela bir şehre ticaret veya okumak için gidip on beş günden fazla kalmaya niyet eden kişiye orası vatan-ı ikamet olmuş olur ve bu şahıs orada namazlarını seferi olarak kılmaz. Bu kimsenin vatan-ı ikameti de vatan-ı aslîsini iptal etmez zira zayıf kuvvetliyi iptal edemez.
Süknâ vatanı: Sefer vatanı da denilen süknâ vatanı, on beş günden daha az kalmaya niyet edilen yerdir. Âlimler bu tür vatana, vatan değiştirme durumunda itibar etmemişlerdir.[4]Vehbe Zuhayli, İslam Fıkhı Ansiklopedisi, 2/434.
Hanefî mezhebine göre vatanın çeşitleri yukarıda açıklandığı şekildedir. Şimdi burada önemli olan aslî vatan’ın belirlenmesidir. Bizim örfümüzde, kişinin daha çok doğduğu yer veya anne babasının geldiği yer manasında kullanılan “memleket” kelimesiyle fıkıh ıstılahatında kullanılan “vatan-i aslî” kelimelerinin bire bir örtüşmediği göz önünde bulundurulmalıdır. Örfümüzde bir kimse nerede yaşarsa yaşasın memleketi sorulduğunda doğup büyüdüğü veya anne babasının bulunduğu yer kastedilir. Oysa dinimizde kişinin aslî vatanı değişiklik arzedebildiği gibi bazen bu vatan-i aslî ikiye çıkabilir. Buna göre örf-î vatan ile aslî vatan kısmen birbirinden farklı kavramlardır. Tekrar etmek gerekirse bir kimsenin doğup büyüdüğü veya evlenip içinde yaşamak istediği veyahut da yerleşip kalmak istediği, yurt edindiği yere vatan-ı aslî denmektedir.
Mesela bir kimse vatan-ı aslîsi olan bir yerden ailesini, eşyalarını alıp başka bir yere giderse ve burada yerleşip kalmayı isterse burası, bu kimsenin vatan-ı aslîsi olmuş olur. Ancak gelmiş olduğu yerde evi veya bir arazi gibi akarı varsa İmam Muhammed’e göre ilk vatan-ı aslî, yine bu kimse için vatan-ı aslî olarak kalmaya devam eder.[5]Fetavay-ı Hindiye Ancak İmam-ı Azam ve İmam Ebu Yusuf hazretleri, bir yerde sadece ev veya arsa gibi akarı bulunan bir kimse için bu yerin vatan-ı aslî olamayacağını söylemişlerdir ki hâkim görüş budur ve uygulama buna göredir.
Netice olarak fıkıh kitaplarında “tevattane” ve “teayyeşe” fiillerinin vatan-ı aslî tanımlarında kullanıldığını göz önünde bulunduracak olursak, vatan-ı aslî’de esas olanın bir kişinin bir memlekete hangi niyetle yerleştiği önem arz etmektedir. Yani bir kimse bir yere o yeri vatan edinmek ve orada sürekli kalmak niyetiyle yerleşiyorsa o yer, artık o kimsenin vatan-ı aslî’si olur. Mesela bir kimse memuriyet, ticaret veya öğrencilik gibi bir niyetle bir yere gitse bu yerde on beş günde fazla kalırsa burası o kimse için vatan-ı ikâmet olur, vatan-ı aslî sayılmaz. Zira buradan bir gün dönmeyi düşünmektedir. Ancak yukarıda sayılan niyetlerle bile olsa bir kimse bir yerde ömür boyu yaşamak niyetiyle bir yere yerleşmişse burası yine o kimse için vatan-ı aslî sayılır. Buna göre bir kimse doğup büyüdüğü yerleri bir daha dönmemek üzere terk etmiş ve örfen memleket olarak adlandırılan yeri vatan-ı aslisi olarak görmüyorsa bu kimse için doğup büyüdüğü yer vatan-ı aslî olmaktan çıkar ve on beş günden az kalmak niyetiyle buralara gittiğinde burası onun için vatan-ı süknâ olacağından namazlarını seferî olarak kılar. Ancak bu kişi örfen memleketi olarak bildiği yeri “bir gün dönerim, buralar benim vatanım” şeklinde aslî vatan olarak görüyorsa buraya on beş günden az olarak kalmaya gittiğinde burası o kimse için vatan-ı aslî sayılacağından namazlarını tam olarak kılar.
Dipnotlar