Bu soruya latîfemsi bir ifadeyle cevap verecek olursak şöyle denebilir: Böyle bir kimse rüya sahabisi olur, hakikî sahabi olmaz…
Efendimiz’i (sallallâhu aleyhi ve sellem) rüyada görmek, muhakkak bir hayır ve bereketin ifadesidir. Ben çocukluğumda kıbleye doğru yatar, âdeta dileniyor gibi iştiyakla “Ne olur yâ Resûlallah, Seni bir rüyamda görmek istiyorum!” deyip inlediğim olmuştur. Belki aynı iştiyakı şimdi de vicdanımda hissediyorumdur..? Hissetmiyorsam demek ki kalbim pek kararmış. Cenâb-ı Hak, kalb kasvetini izale buyursun!
Efendimiz’i görmek çok mühimdir. Resûl-i Ekrem bir hadislerinde “Beni rüyasında gören hakkıyla görmüş demektir.” buyurur. Bazıları bu hadisi, “Efendimiz’i (aleyhissalâtü vesselâm) burada gören orada da görür; görür ve şefaatinden istifade eder. Havz-ı Kevser’inin başına gider, orada O’nun eliyle Kevser içer.” şeklinde yorumlamışlardır. Bazıları da hadisi, “Efendimiz’i rüyada gören, aynıyla görmüş demektir.” şeklinde anlamışlardır. Zira hadisin sonunda, “Şeytan benim suretime giremez.” (Buhârî, ilm 38; Müslim, rüya 10) buyrulmaktadır.
Bununla beraber ulema tarafından meselenin daha farklı yorumları da vardır. Yorumlardan biri şöyledir: Efendimiz, herkese değişik şekilde görülür. Hatta Efendimiz’i birkaç defa rüyasında gören bir kimse, O’nun farklı ruh hâletleri itibarıyla her defasında farklı suretlerle görmüş de olabilir. Meselâ, bir defasında tıraşlı bir çehre olarak, bir defasında büyük gözlü, mukavves burunlu, açık alınlı, siyah saçlı.. ve başka bir defasında da saçlarında beyazlık olarak görmüş olabilir. Bundan dolayı, “Efendimiz’i her gören onu görmemiştir.” diyenler de olmuştur. İmam Rabbânî gibi bazı müdakkik ve muhakkikler, “Efendimiz’i doğru görebilmek için evvelâ O’nu Ravza-i Tâhire’de, sâniyen şemailine uygun olarak görmek gerekir.” (İmâm Rabbânî, el-Mektûbât 1/112 (107. Mektup).) demişlerdir.
Vâkıa, Efendimiz’in belli bir sûreti ve şemaili vardır. Allah Resûlü, orta boyludur.. iri kemiklidir.. parmakları kalındır.. âdeta bir pehlivan tipindedir.. göbekli değildir.. göğsüyle karnı aynı hizadadır.. alnı gayet geniştir.. burnunda tatlı bir kavis vardır.. yüz hatlarıyla fevkalâde sevimlidir.. dişleri inci gibidir ve hiç dökülmemiştir.. dudakları lâl ü güher gibi bir parlaklık içindedir…(Bkz.: et-Tirmizî, eş-Şemâil s.32-35) İşte İmam Rabbânî, Allah Resûlü’nün bu şekilde şemailine uygun olarak görülmesi gerektiğini ifade etmiştir. Ancak cumhur, bir kimsenin Efendimiz diyerek rüyasında gördüğü kişinin Allah Resûlü olduğunu söyleyegelmişlerdir. (Bkz.: Tirmizî, menâkıb 8; İbn Ebî Şeybe, el-Musannef 6/328) Zira bizzat Efendimiz, “Şeytan benim suretime giremez.” buyurmuştur.
Allah Resûlü’nün rüyalarda farklı suretlerde görülmesi meselesine gelince, herkes O’nu rüyasında biraz mir’ât-ı ruhuna göre, biraz da altında kaldığı hâdiselerin tesirine göre görür. Kiminin mir’ât-ı kalbi dev aynası gibidir, o ona göre görür. Kimisininki mukavves bir ayna gibidir, o da ona göre müşâhede eder. Bunları bir ölçüde mir’ât-ı ruh belirler. Kimisinin kalbi dupdurudur, berraktır, orası apaçık bir visal koyudur; o, böyle dupduru bir keyfiyetle görür. Kimisi de bir kısım is ve pas içindedir, böyleleri için de bu tür isler, görmeyi bulandırır.
Tekrar soruya dönecek olursak, Efendimiz’i rüyada gören değil, Saadet Asrı’nda hakikaten gören kişi sahabi olur. En makbul sahabi tarifini yapan İbn Hacer, sahabiyi şu ifadelerle tanımlamıştır: Sahabi, Efendimiz’i gören, kurb-u huzura müşerref olan, sohbet-i nebeviden az dahi olsa istifade edip Müslüman olarak vefat eden kimsedir. (İbn Hacer, el-İsâbe 1/7.)
Devr-i Risaletpenâhîyi idrak edip Müslüman olduğu hâlde Efendimiz’i görmeden şehit olmuş bazı kimseler vardır ki, ashab-ı kiram onları sahabi saymamışlardır. Bu sebeple sahabi olabilmek için Allah Resûlü’nü bizzat görmek şarttır.
Dahası, bir kimse, değil rüyada, temessül etmiş olarak bile Efendimiz’i görse, sahabi olmaz. Meselâ Hâfız Süyûtî, Allah Resûlü’yle yetmişin üstünde temessülen görüştüğünü ifade etmektedir. (İbnü’l-İmâd, Şezerâtü’z-zeheb 4/54; en-Nebhânî, Câmiu kerâmâti’l-evliyâ 2/158.) Süyûtî, bir ruh degajmanıyla (ruhun bedenden infisaliyle) doğrudan doğruya Efendimiz’le buluşma temin ettiğini ve açıktan açığa konuştuğunu dile getirmektedir ki, bu bir rüya değildir. Bu, ruh âlemine ait bir şey de değildir. Belki hakikat-i Ahmediye ile Süyûtî’nin hakikati yüz yüze gelmiştir. Buna rağmen Hâfız Süyûtî sahabi değildir. Pek çok kimse Süyûtî gibi temessülen Efendimiz’i görmüştür.
Bunlardan biri de Hallac-ı Mansur’dur. Hallac bir müşâhedesini şöyle anlatır: Kürsüde “Benim şefaatim, ümmetimden günah-ı kebâir işleyenleredir.” (Tirmizî, kıyâmet 12; Ebû Dâvûd, sünnet 21; İbn Mâce, zühd 37.) hadisini okurken aklımdan şöyle bir şey geçti: “Yâ Resûlallah, niye himmetini dûn tutuyorsun? Küfür işleyenlere de şefaat ederim, demiyorsun da sadece günah-ı kebâir işleyene şefaat ederim diyorsun?” O esnada Resûl-i Ekrem karşımda temessül etti. Başımdan sarığımı açtı, boynuma doladı ve şöyle buyurdu: “Zannediyor musun ki söylediğimi Ben söylüyorum? Bunu başınla öde!”
Evet, ehl-i tahkik, Hallac’ın idamına bu hâdisenin sebebiyet verdiği kanaatindedirler. Daha niceleri Efendimiz’i bu şekilde temessülen görmüştür ki, Şah Veliyyullah, İmam Gazzâlî ve İmam Rabbânî’nin kitaplarında sık sık bahsettiği âlem-i misal, eşyanın semboller hâlinde görünmesi, insanın hakikatinin de bir sembol hâlinde görünmesidir ki, biz bunların hepsine “temessülât” diyoruz.
Hâsılı, Efendimiz’i rüyasında veya temessülen gören bir kimse sahabi olmaz. Sahabi olabilmek için on dört asır ötede yaşamak gerekir. Ancak sahabinin arkasında olunabilir ki, o da bu asırda din-i mübîn-i İslâm’a hizmetle mümkündür. Allah (celle celâluhu) bizi mazhariyetlerimizin şükrünü edaya, selef-i sâlihîne karşı da saygı ve vefaya muvaffak kılsın!
Kaynak: Çizgimizi Hecelerken