Soru Detayı: Günümüzde İslâm’a hizmet için yola çıkmış pek çok grup, cemaat, parti, dernek var. Bütün bunların üstünde en Muhammedî hizmet yolu hangisidir? Daha çok hizmetlerimizi hangi noktada yoğunlaştırmalıyız? Yoksa hepsine eşit miktarda mı ehemmiyet vermeliyiz?
En isabetli hizmet, Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’in çizgisinde verilen hizmettir ve bu çerçevede gerçekleştirilen bütün grupların hizmetini alkışlamalıdır. Bana göre, hizmet eden kim olursa olsun, mutlaka ona muzahir olmak gerekir. Zira böyle bir düşünce ve anlayış, hakka hürmetin ifadesidir. “Hakkı sadece ben temsil edebilirim. Hak sadece benim cephemdedir.” düşüncesi, samimiyetle söylense ve hüsnü niyete makrun olsa da, nefisperestlik ifade ettiğinden/edeceğinden dolayı Allah indinde makbul değildir. Zira Allah’a giden yollar, mahlûkatın solukları sayısıncadır. Bu mevzuda araştırılacak tek husus, Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) kendisine, “Ehl-i necat kimdir?” sorusuna karşı verdiği cevap çerçevesi içinde olan Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat çizgisi olmalıdır. Allah Resûlü ümmetinin 73 fırkaya bölüneceğini ve bu fırkalardan sadece birinin ehl-i necat olduğunu/olacağını haber vermiştir. Bu fırkaların hepsi de görüşlerini Kur’ân ve Sünnet’e dayandıracaklardır. Ne var ki, Allah Resûlü, ehl-i necat olan o tek fırkanın, falan millet veya filan oymaktan olan insanlar değil, kendisinin ve ashabının üzerinde yürüdüğü yolda, yani sırat-ı müstakîmde ve Kur’ân’ın şehrah dediği yolda yürüyenlerin olduğunu ifade buyurmaktadır. (Tirmizî, îmân 18; Ebû Dâvûd, sünnet 1; İbn Mâce, fiten 17.) Aslında, objektif olan da işte budur; evet kurtuluşa erecekler Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat yolundan gidenlerdir. Tekrar edecek olursak, bu çizgide hizmet eden herkesi alkışlamak, hizmetin en isabetlisi, yolların en doğrusu ve Peygamber Aleyhissalâtü vesselâmın da çizgisidir.
Sâniyen, şahıslar önemli değildir. Önemli olan şahısların tavır ve davranışlarının, Allah Resûlü’nün tavırlarına uzaklık ve yakınlığıdır. Efendimiz’in ashabıyla beraber bir hayat-ı seniyyesi vardır ki, melekleri de ruhanîleri de imrendiriyordu. Aynı zamanda, onlarca dinî hayat bütünüyle yaşanıyor, mevcut problemler çözüme kavuşturuluyor, ilerideki benzerlerine de alternatif çözüm yolları gösteriliyordu. Nerede ve ne zaman hangi hâdise zuhur edecekse, o hâdise, Devr-i Risaletpenâhî’de çok küçük planda da olsa mutlaka bir benzeri bulunuyordu. O devirde teker teker gönüllere Müslümanlığı duyurma vardı; bu, kıyamete kadar hızı değişse de devam edecektir. O devirde gizli gizli de olsa hak ve hakikat neşrediliyordu. Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) döneminde hızlı, daha sonraları biraz yavaşça ama devam ediyor. O devirde yurdunu yuvasını terk edenler olmuştu, kıyamete kadar da olacaktır… Kaba çizgilerle, Allah Resûlü ve ashabının İslâm’la alâkalı yaptıkları bunlardı.
Bir değişik zaviyeden şöyle de değerlendirilebilir: Ehl-i iman ile ehl-i küfür arasında, hususiyle haklarını müdafaa edemedikleri durumlarda, Allah Resûlü daha ziyade, gönüllerde imanı pekiştirme yolunu seçmiştir. Bir büyük mücadele ve dayanmayı devam ettirecek o kimselerde sebat, kararlılık ve azim ruhunu geliştirmiştir. Bu şekilde daha baştan dönecek kimseler dönecek, ileride yol sarpa sarıp çetinleştiği zaman kararlı ruhlar oldukları gibi dimdik duracaklardı; dimdik duracaklardı başlarında değirmen taşları döndürülse de.
Evet, Kur’ân-ı Kerim’in yer yer âyât-ı beyyinatıyla ifade buyurduğu gibi, inanmış kimseler zaman zaman imtihana tâbi tutulacak, emniyet, huzur, yurt ve yuvalarına dokunulacak, tekrar ber tekrar imtihana maruz kalacaklar; böylece Allah, sadık olanları olmayanlardan ayırmış olacak. Aslında Allah Resûlü’nün hayat-ı seniyyelerinde böyle şeyler hep yaşanmıştı. Binaenaleyh bu devre de çok iyi tespit edilmeli, eğer böyle bir zaman dilimi yaşanıyorsa, her şey ona göre değerlendirilmeli ve üzerinde durulması gerekli olan hassas konulara önem verilmelidir.
Bir nokta daha vardır ki o da şudur: Mü’min, davranışlarının ehl-i iman adına fiyasko ile neticelenmesine sebebiyet verecek şeylerden kat’iyen sakınmalıdır. Mü’minin tek başına bir hayatı yoktur. O, kendi hususî hayatını, içinde yaşadığı, kederde-tasada beraber olduğu kimselerle paylaşmaktadır. Bu sebeple mü’minin hayatındaki bir fiyasko veya bir falso, arkadaki bütün saflara sirayet eder. Bu, onların kimisinde inkisar, kimisinde de ümitsizlik meydana getirir. Bir mü’min “Başkalarının başını ağrıtacak şekilde “ben” deyip kahramanlık yapamaz. Çünkü verilecek ceza, sadece ona verilmez. Diğer mü’minler için de şartlar ağırlaştırılır ve Müslümanlık o coğrafyada yaşanmaz hâle getirilir.
Evet, bir hizmet düşünüldüğünde, her şeyden evvel, tenasüb-ü illiyet prensibine göre sebepler ve neticeler ele alınmalı, âdeta bir teşrihçi usulüyle masaya yatırılmalı ve çok iyi gözden geçirilmelidir. Bu kol, şu kadar gücü kaldırabilir mi? Kaldırabilirse o kola, o ağırlık yüklenmelidir. Kaldıramıyorsa -tenasüb-ü illiyet fizikte önemli bir kanundur- o kol, o yükün altına sokulmamalıdır. Biz, hüsnü niyet sahibiyiz. Bizden bu memlekete hiç zarar gelmemiştir ve gelmez de. Bütün cihan bizi bilir. Biz, samimiyetle coşar, ihlâsla gerilime geçer ve Allah rızası için heyecanlanırız. Başkaları kelepire koştuğu zaman da, Allah’ın lütuf ve keremiyle ellerimizi kaldırıp içten gele gele şöyle deriz: “Yâ Rabbi! Bir hizmet mevsimiydi, bitti. Artık emanetini alma zamanı gelmiştir. Al ve bizi kurtar.”
Bununla beraber bizim, kendimizi içte ve dışta, dine karşı düşmanlığı cibillî olarak benimsemiş ve din düşmanlığı kendilerinde cibillî bir hâl almış kimselere kendimizi anlatacağımız zamana kadar, -açık ve samimî olma zaten genel tavrımızdır- yanlış anlaşılmaya da sebebiyet vermemeliyiz. Zira netice itibarıyla bu mevzudaki falso ve fiyasko, şu âna kadar belli bir tekevvün kazanmış, dirilişte belli bir merhaleye ulaşmış hizmet erleri ve onların sağında ve solunda bu işe gönül vermiş hasbîlerin şimdiye kadar ortaya koydukları sa’ylerinin semeresine dokunur, onların ümitlerini kırar ve onları inkisara uğratır.
Mevzuu hulâsa edecek olursak; en mâkul hizmet, Allah Resûlü’nün hareket tarzı içindeki hizmettir. Çünkü Kur’ân, Allah Resûlü’nün bizler için bir misal ve numune-i imtisal olduğunu ifade buyurmaktadır. Rabbim bizi hep bu istikamette hizmete muvaffak kılsın.
Bu hizmet en mâkul hizmettir. Bu ölçüyle bakınca “Falanınki yanlış, filanınki de doğrudur.” dememek gerekir. Mühim olan kıstastır. Kur’ân bir zümre müstesna –o zümre ki daima insanlığın başının belâsı olmuş, küfre kilitlenmiş, imana ve ehl-i imana cibillî düşmanlık besleyenlerdir- hak ve hakikati duyurma adına herkese açık durmayı emreder. Herkesle belli ölçüde münasebeti yeğler ve bizi hakkın tercümanı olmaya çağırır.
Kaynak: Kendi İklimimiz, “En İsabetli Hizmet Yolu“