Canlıların en küçük parçası olan hücrenin içine girdiğinizde, harikalarla karşılaşırsınız. Mesela, insan vücudunu teşkil eden hücreler ile hayvanların ve bitkilerin hücrelerini teşkil eden hücrelerin birbirinden farklı olduğunu görürsünüz. İnsan vücudundaki bir hücrenin hemoglabin sayısı altmışdokuzbin ise hayvan hücresindeki hemoglobin sayısı kırkbindir. Bu sayılar hiçbir zaman değişmez. Bunların dizilişi ise karşı karşıya, birbirine mütekabil zincirler gibidir. O halkaların herhangi birine müdahale edildiği an, zincir bozulacak ve canlının hayatiyetinin kaybolmasına sebep olacaktır. O küçücük müdahalenin neticesi olan değişme, canlının ölümüne mal olacaktır.
Her hücrenin içindeki kimyevî maddeler farklı miktar ve çeşitliliktedir. Kimisinde demir, kimisinde fosfor, kimisinde magnezyum bulunmakla birlikte miktarları da farklıdır. Hücrenin yapısına göre değişiklik gösteren bu miktar ve çeşitlerin değişmesi ihtimali ve imkanı da yoktur. İlmî araştırmalar neticesinde, basit bir misal olarak dikkatinizi çektiğim, vücudun en küçük parçası olan hücrenin bu boyutu ile ilgili olarak, şu hakikata varıldı: “Zerreleri hareket ettiren, atomlara yol gösteren; bunları şekillendirip, nizama sokarak insanı, hayvanı, bitkiyi ve bütün eşyayı karekteristik hususiyetlerle ayrı, ayrı yaratıp yaşatan Allah’tır.“
Kimya araştırmacıları, Hegel ve Bughner devrinde ortaya atılmış olan “Protoplazma nazariyesi”nden meded umdular. “Madem ki, yeryüzündeki atomlar insanı varetmeye, yaratmaya müsait değildir. O hâlde ilk canlı başka bir kürede meydana gelmiştir. Mesela, Merih’te meydana gelerek bir kısım anaforlar veya fırtınalar ile hayat cürsümeleri hâlindeki protoplazmalar dünyamıza indi ve hayata menşe’ oldular. Sonra stoplazma, sonra hücre, sonra canlılar meydana geldi”dediler.
Münakaşası yapılan böyle bir nazariyenin kabulüne ve böyle bir şeyin vuku bulmasına imkan yoktur. Düşünüp, kıyaslayalım. Akıllı bir canlı olan insan, binlerce yıllık ilminin ve tekniğinin birikimi ile geliştirdiği füzeyi, binbir hesap ve ihtimamla uzaya gönderiyor. Onun atmosfere girdiği anda sürtünme ile yanabileceği; iç ve dış basınç farklarıyla deforme olup parçalanabileceği; yörüngesinden uzaklaşıp, kaybolabileceği; kullanılan yakıtın tehlikeli durumlara sebebiyet verebileceği; astranotların beslenmesi, solunumu, psikolojik yapıları, vs. gibi milyonlarca menfî durum ve ihtimal hesap ediliyor. En küçük bir hata ve yanlışlığın yapılagelen herşeyi faydasız hâle getireceği bilindiğinden, tesadüflere göre hareket edilmiyor.
Yani, özel olarak eğitilmiş kişiler, özel alaşımlı metallerden yapılmış füzeler ve binbir hesapla belirlenmiş yörüngelerle fezadaki en yakın bir menzile gitmek tesadüfe bırakılmıyor da; bir hayat cürsümesi, bir protoplazma, binlerce menfi şarta, ışık hızıyla hesap edilen mesafelere, kozmik anaforlar ve manyetik fırtınalara, ultroviyole ışın bombardımanlarına rağmen; dünyamıza geliyor, bir köteye konuyor… Mağmalarla ve çevre şartlarıyla mücadele edip yaşama kavgası veriyor…Sabırla, müsbet şartların oluşmasını bekliyor… Sonra stoplazma meydana geliyor… Hücre teşekkül ediyor… Parçalanıyor, ikinci hücre, üçüncü hücre, dördüncü hücre ve basit canlılar… Ardından daha mükemmelleri ve insan…
O hayat cürsümesinin başka bir kürede meydana gelebileceğini kabul etsek bile burada karşımıza çıkan zorluklar orada karşımıza çıkmayacak mı? Dünya gibi, canlıların yaşamasına en müsait ortamda bile meydana gelemeyen bir protoplazmayı, yaşamaya elverişsiz olduğunu bildiğimiz o gezegenlerde nasıl meydana getireceksiniz?
Uzaklara gitmeyin. Buyrun, aynı elementleri, aynı maddeleri alın. En basit bir hücrenin terkibini yapmaya çalışın. Mahiyetini bildiğinizi, terkibini bildiğinizi iddia ettiğiniz, basit bir canlı olan tek hücreli amipe hayatiyet veriniz. Ama, hiçbir şeye ve hiçbir hücreye hayatiyet veremezsiniz, veremeyeceksiniz de…
İşte bu nazariyenin de kıymeti; beşikteki bebelere bile anlatamayacağınız bir safsata.
Kaynak: Hitap Çiçekleri