İçindekiler
Bey’ Bi’l-Vefanın Tarifi ve Çerçevesi
İslâm, ticari muamelelerde faizin bütün çeşitlerini şiddetle haram kılmıştır. Dolayısıyla fakihler, taraflardan birisinin karşılıksız bir menfaat elde ettiği akitleri faize girildiği gerekçesiyle caiz görmemişlerdir. Hatta doğrudan faiz cereyan etmese bile, faiz şüphesi bulunduğu için bir kısım tasarrufları mahzurlu görmüşlerdir. Zira faizden uzak durulması şeriatta kat’î bir emir olduğu gibi, faiz şüphesi bulunan muamelelerden uzak durulması da dini bir gerekliliktir. Bu sebepledir ki karz-ı hasende, borç veren tarafın borç alandan anaparanın dışında herhangi bir fazlalık talep etmesi faiz olduğu gibi, ondan elde edeceği bir menfaati şart koşması da caiz değildir.
İslâm faizi haram kılarken, bir finansman sağlama yöntemi olarak karz-ı haseni teşvik etmiştir. Ne var ki, enflasyon oranlarının yüksek olması, güven duygusunun zedelenmesi, fakirliğin yaygınlaşması gibi gerekçelerden ötürü insanların her zaman bu yolu değerlendirmeleri mümkün olmamaktadır. Bazı şartlarda bir zaruret olarak kendisini hissettiren finansman ihtiyacı, yeni bazı çarelerin ortaya konulmasına sebep olmuştur. İşte İslam hukukçularının bazısı tarafından bey bi’l-vefa muamelesi de faize karşı şer’î bir çıkış yolu olarak görülmüş ve buna ruhsat verilmiştir.
a) Tanımı
Bey’, satış veya alışveriş manasına gelir ki, bu da malın mal ile mübadelesidir. Vefa ise verilen bir sözün yerine getirilmesi demektir. Bey bi’l-vefa ise, satıcı bedeli geri iade ettiğinde müşterinin de malı iade etmesi şartıyla yapılan satış akdidir. Bu akdin bey’ bi’l-vefa olarak isimlendirilmesinin sebebi, müşterinin şarta uymasının gerekli olmasıdır. Bu satış akdi, bey’u’l-muamele, bey’u’l-câiz ve bey’u’l-emâne olarak da isimlendirilmektedir.[1]el-Mevsûatü’l-fıkhiyyeti’l-Kuveytiyye, “beyu’l-vefa”, 9/260.
b) Hükmü
Bey’ bi’l-vefanın hükmüne gelince, genel itibarıyla Hanbelî, Şafiî ve Malikî fakihleriyle Hanefilerden mudekaddimun fakihler söz konusu satış akdini caiz görmemişlerdir. Çünkü onlara göre böyle bir muameledeki asıl maksat, satıcının finansman sağlamak istemesi ve bunun için de alıcının belirli bir süre elindeki maldan istifade etmesini sağlamasıdır. Onlar, bey bi’l-vefayı bir çeşit menfaat sağlayan borç muamelesi olarak değerlendirdiklerinden ötürü onu faizli bir işlem içinde mütalaa etmişlerdir. Ayrıca onlara göre bey’ bi’l-vefa, bey akdinin muktezasına ve hükümlerine aykırı olduğu için fasittir.[2]Mevsûatü’l-fıkhiyyeti’l-Kuveytiyye, “beyu’l-vefa”, 9/260
Sonraki dönem bazı Hanefi ve Şafiî fakihleri ise bey bi’l-vefayı meşru görmüştür.[3]Mevsûatü’l-fıkhiyyeti’l-Kuveytiyye, “beyu’l-vefa”, 9/260. Onların delili, ihtiyaçların zorlamasıyla insanların buna başvurmaları ve bunun örf haline gelmesidir. Ayrıca böyle bir akit, faizden bir kaçış olarak görülmüştür. Bu sebeple de, her ne kadar akdin öncesinde koşulan şart bey akdinin kaidelerine aykırı olsa da, bey’ bi’l-vefayı fasit kılmaz. Zira diğer bir kısım akitlerde olduğu gibi, örf ile bazı kaideler terk edilir.[4]Zeylaî, Tebyînü’l-hakâik, 5/184.
c) Mahiyeti
Hanefi fakihleri bey’ bi’l-vefanın mahiyeti hakkında da farklı mütalaalarda bulunmuşlardır. Bazı Hanefiler akdin zahirinden ve kullanılan sigalardan hareketle onun sahih bir satış (bey) akdi olduğunu söylemişlerdir. Bazıları ise bey’ bi’l-vefanın satış akdi olduğunu kabul etseler de, akit öncesi ileri sürülen şartlardan ötürü onun fasit bir akit olduğunu belirtmişlerdir. Fakat diğer bazıları, bey’ bi’l-vefanın “sattım, aldım” lafızlarıyla yapılmasını bir kenara bırakarak tarafların asıl maksatlarına bakmış, bu akdin mülkiyeti karşı tarafa geçirmek için değil alacağı teminat altına almak için yapıldığını söylemiş ve hukuki işlemlerin tarafların maksatlarına göre hüküm alacağından hareketle onun bir çeşit rehin akdi olduğunu ifade etmişlerdir. Bu görüşte olanlara göre bey’ bi’l-vefaya rehin hükümleri uygulanır. Dolayısıyla mülkiyetin intikali söz konusu olmaz.
Nitekim bey’ bi’l-vefa Mecelle’de şu şekilde tanımlanmıştır: “Bey’ bi’l-vefa, bir kimse bir malı semeni geri iade ettiğinde geri vermek üzere şu kadar kuruşa satmaktır ki, müşteri mebi’ (satılan mal) ile faydalanmasına nazaran bey-i caiz hükmünde ve tarafeynin bunu feshe muktedir oldukları cihetle bey-i fasit ve müşteri mebiî başka birine satamadığı cihetle rehin hükmündedir.”(Mecelle, md. 118.)
d) Neticeleri
Hanefilere göre bey’ bi’l-vefanın bazı hükümleri şu şekildedir: Bey’ bi’l-vefa lazım bir akit olmadığından ötürü, taraflardan her ikisi de dilediği bir zamanda akdi feshedebilir. Yani müşteri istediği zaman malı geri verip parasını alabileceği gibi, satıcı da dilediği zaman parasını verip malını geri alabilir. Hatta akdin başında tayin edilmiş olan müddetin de bir bağlayıcılığı yoktur. Çünkü akdin yapısı itibarıyla taraflar açısından bir bağlayıcılığı yoktur.
Ayrıca müşteri böyle bir akit neticesinde almış olduğu malı bir başkasına satamayacağı gibi, satıcı da alıcının elinde bulunan malı başka birisine satamaz. Satarlarsa akit mevkuf olur. Yani diğerinin izin vermesi durumunda geçerli hale gelir. Malın müşteri elinde telef olması durumunda ise, borç düşer. Çünkü böyle bir akitle satılan mal, rehin mesabesinde olup müşterinin elinde emanettir. Dolayısıyla bu malda, rehin ve emanetin hükümleri cereyan eder. Bey’ bi’l-vefa rehin hükmünde olduğundan, satıcının izni bulunmadıkça müşteri bundan istifade edemez. Aynı şekilde akdin başında, satılan malın menfaatinin bir kısmı müşteriye bir kısmı ise satıcıya ait olmak üzere şart koşulabilir.[5]Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuk-ı İslâmiyye ve Istılahat-ı Fıkhiyye Kamusu, 6/127.
Fakat bütün bu hükümler, onun rehin hükmünde olduğuna binaen verilmiştir. Hanefi mezhebinde müfta bih olan görüş de budur. Fakat bey’ bi’l-vefayı rehin değil de sahih bir bey akdi görenlere göre müşteri satın aldığı malı, kabz etmeden veya kabz ettikten sonra dilediği kimseye kiraya verip ücretini kendisi alabilir. Hatta bu kiraya verdiği kimse malın satıcısı da olabilir ki, buna bey’ bi’l-istiğlal denir.
e) Bey’ bi’l-istiğlal
İstiğlal, bir şeyin kâr ve gelirinden istifade etmek demektir. Bey’ bi’l-istiğlal, müşterinin satın aldığı malı tekrar satıcıya kiraya vermesidir. Farklı bir ifadeyle o, bir kimsenin bir malı, tekrar kendisinin kiralaması şartıyla bir başkasına bey bi’l-vefa yoluyla satmasıdır. Burada bir mala sahip olan kimse, satıştan sonra da aynı malı kullanmaya devam eder. Bu açıdan bey’ bi’l-istiğlal, bey’ bi’l-vefa ile kira akdinin karışımından meydana gelmiş bir akittir. Temel itibarıyla bey’ bi’l-vefa için sabit olan hükümler ve ortaya çıkan ihtilaflar bey’ bi’l-istiğlal için de geçerlidir. Bey’ bi’l-istiğlalin caiz olması için, tahliye ve teslimden sonra satıcıya kiraya verilmesi gerekir. Aksi durumda caiz olmaz. [6] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuk-ı İslâmiyye ve Istılahat-ı Fıkhiyye Kamusu, 6/127.
f) Sonuç
Bey’ bi’l-vefanın ismi her ne kadar bey olarak isimlendirilse de, söz konusu akit, meydana gelişi ve sonuçları itibarıyla normal satış akdinden oldukça farklıdır. Zira bey akdinin neticesinde satıcı bedele, alıcı da mala malik olur ve süresiz olarak bunun üzerinde istediği gibi tasarrufta bulunabilir. Hâlbuki bey’ bi’l-vefada, alıcının mülkiyeti geçicidir. Satıcının istediği zaman bu malı geri alma hakkı vardır. Bu sebeple böyle bir akdin yapılmasının maksadı, bir malın mülkiyetini karşı tarafa intikal ettirmek değildir. Bilakis bununla satıcı kredi ihtiyacını karşılamak, alıcı ise borcu garanti altına almaktadır.
Bey’ bi’l-vefayı bir nevi hile-i şeriyye olarak görmek de mümkündür. Yani o, ticari muamelelerinde sıkışan ve kredi ihtiyacını karşılamak isteyen insanların İslâm’ın içinden buldukları bir çözümdür. Fakat bey’ bi’l-vefa yapısı itibarıyla akitlerin genel ilkelerine uymadığından, fakihlerin çoğunluğu tarafından caiz görülmemiştir. Caiz görenler de, ihtiyaç ve zaruret neticesinde bunun bir örf haline gelmesine dayanmışlardır. Bu açıdan Müslümanların mecbur kalmadıkça hükmü ulema arasında ihtilaflı olan böyle bir muameleye girmemeleri daha ihtiyatlıdır.
Dipnotlar
⇡1 | el-Mevsûatü’l-fıkhiyyeti’l-Kuveytiyye, “beyu’l-vefa”, 9/260. |
---|---|
⇡2 | Mevsûatü’l-fıkhiyyeti’l-Kuveytiyye, “beyu’l-vefa”, 9/260 |
⇡3 | Mevsûatü’l-fıkhiyyeti’l-Kuveytiyye, “beyu’l-vefa”, 9/260. |
⇡4 | Zeylaî, Tebyînü’l-hakâik, 5/184. |
⇡5 | Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuk-ı İslâmiyye ve Istılahat-ı Fıkhiyye Kamusu, 6/127. |
⇡6 | Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuk-ı İslâmiyye ve Istılahat-ı Fıkhiyye Kamusu, 6/127. |